Yahya Düzenli
duzenliyahya@gmail.com
İnsanın dünyayı imar, inşa ve ihyasının sebebine vurgu yapan ve bu
sebebi “Ahiretin sorumluluğunu taşımak” olarak
nitelendiren rahmetli muhakkik mimar Turgut Cansever “Ahiretin sorumluluğunu taşımak ve dünyayı güzelleştirmek üzerine”
isimli konferansında, dünyada yaşamanın bedeli olarak onu yaşanılır kılmak ve
güzelleştirmenin “ahiret sorumluluğu”nun bir gereği olduğunu bir mütefekkir
mimar bilinciyle ortaya koyar. Ve konuyu ülkemizin şehirleşme ve mimarisine
getirerek çözümler teklif eder. “Niçin şehir ve mimari?” sorusuna ontolojik
olarak “ahiret sorumluluğu” cevabını veren Cansever, konuyu ülkemizin bugünkü
kaotik şehirleşmesine getirerek tarihî şehir ve mimarî
geleneğimizden/birikimimizden nasıl yararlanmamamız gerektiğine dair ciddi
teklifler ortaya koyar.
Söz konusu konferansının devamında ülkemizin kangren olan şehir ve
konut meselesine dair şunları söylüyor Cansever: “Başarmak için başka çaremiz yok. O zaman sadeleştirerek, belki ev
grupları, 7-8 evin bir ufak ev grubu olduğunu düşünerek bir şehir planı
yapmamız lazım. O ev sahiplerinin birbirleriyle anlaşmış; kimlerin nerede
oturacağı, şehrimizi inşa ederken kararlaştırılmış olmalı. İnsanların
katılımıyla, birbirlerini rahatsız etmeyecek şekilde, bahçeler, evler
belirlenmeli. Bu şekilde birbirine eklenen küçük toplum gruplarından
mahalleler, mahallerle de şehri vücuda getirecek bir şehir planlama yaklaşımı
tesis etmeliyiz. Bu söylediklerimizin dışında, şehir plancısı dediğimiz
insanlara emir verilir, şehrin göbeğinden 30 metrelik yol geçer, ona 15 metrelik
yollar saplanır. Arazi, orası dağmış tepeymiş filan! Cetvelle çiziyorlar, arazi
doğranıyor. Tüm arazîyi kapatmışlar. Plan, diyelim ki üç kat olacak diyor,
onlar başlıyorlar düşünmeye: "Neden üç kat olsun, dört kat olsa daha iyi
değil m i?" Başlıyor artık, dört kat değil, beş kat olsa daha iyi; yok,
sekiz kat olsa daha iyi. Sekiz olmasına kim karar verecek, o iyi adamdır.
Hayırlıdır, diyor ve adam da yapmanın yollarını araştırıyor.”
Cansever, toplumun nasıl yanlış kurulmuş, yapılanmış ve yaşanamaz
şehirlere mahkûm edildiğine ilişkin şunları söylüyor:
“Tüm toplum, bu yanlış şehir düzeninde ahlaksızlaştırılmış vaziyette. Ama bir şehir nedir bilmeyen -hatta benim
bildiğim- mimari yapamayacağını anlayanlar, içlerinde benim talebelerim,
arkadaşlarım, sınıf arkadaşlarım da var, şehir plancılığı yapmaya gittiler. Ben
de gittim; ama ben, savaş vermek için gittim. Eflatun'da da var bu.
Eflatun,"Şehir insanı terbiye eder."diyor. Şehir, insanları terbiye
edecek esaslara göre kurulmuş olması halinde insanları terbiye eder. Hâlbuki
bizim cumhuriyet şehirleşmesinde tam aksine. Şehir insanı terbiye ettiği gibi,
kötü şehir de insanı ahlaksızlaştırır. Biz, bu kötü şehri yaşadık. Dolayısıyla
bu yüksek şehirleşme, yüksek ahlaki ve kültür değerlerine sahip bir toplumun inşası
için de bir fırsatmış gibi geliyor.”
İşte bu fırsat şimdi yakalanmış bulunuyor. Ülkemizin bu konudaki
imkânları da müsait. Depremler ve şehir tahribatlarının yeni adı olan “kentsel dönüşüm”
operasyonları da önemli bir fırsat. Ancak, bu fırsat ve imkânları
“yaşanılabilir bir şehir” için seferber edecek “idrak” var mı?
Cansever’e kulak verildiği takdirde ülkemiz, şehir-konut ve
mimarîde müthiş bir sıçramayı gerçekleştirebilir. Aksi halde gelecek nesillerin
yaşama mekânlarını şimdiden ‘beton tabutluklar’a çevirmiş oluruz.
Cansever bütün bu söylediklerini, yaptıklarını, dünyayı imar-inşa
ve ihyanın “niçin”ine dair kök telakkisini açıklıyor: “Bütün bunların hepsi ahiret
için. Yani bizim işimiz değil
demeyin, yarın işiniz olacak. Yarın eviniz olacak, çocuğunuz olacak. Peki, onun
oynayacağı bahçe neresi olacak? Nerede okula gidecek? Belki sizin babanız da
benim gibi, Bursa'nın merkezinden Hisar'a, aşağı yukarı 1.5 kilometre , 2
kilometrelik yol yürüdü. Ben 8 yaşında bir çocuğum; 2 kardeşim var, birisi 7,
diğeri 6 yaşında ve biz, şehrin merkezinden, şehrin merkezini seyrederek,
ağaçların içinden, alışveriş yerlerinden yürüyerek gittik okula. Bursa'nın
tadını çıkartarak... Öğleyin teneffüs vardı. Teneffüste çocukları okulun önündeki
meydana, Orhangazi ile Osmangazi türbelerinin önündeki küçük meydana oynamak
üzere bırakırlar. Sınır da yok: Bütün kalede koşmaca, yahut hırsız polis
oynanırdı. Birileri saklanır, öbürleri onları kovalar. Ben böyle köşeye
saklanıp komşu duvarın üzerinden sarkan çiçeklerle yerdeki evlerin güzelliğini
seyredip o manzaradan çok hoşlandığımı, saklanma yeri olarak öyle bir yeri
birçok defa kullandığımı hatırlıyorum. Bir çocuk, şehirde böyle yaşar. Neden
çocuğa bu imkânı vermeyelim, neden çocuk otomobillerin arasında ezilme
tehlikesiyle yaşasın? Tabii modern şehir planlaması, otomobillerin yeri şurası,
insanların yeri burası diyor. Ama Türkiye, modernliğin de ne olduğunu henüz
anlamamış bulunuyor.”
Rahmetli Turgut Cansever’in “ahiretin sorumluluğu” bilinciyle
yaptıklarını “okuyabilecek” şehir yöneticileri, siyasiler, mimarlar, şehir
plancılarının öncelikle “varlık
tasavvurunun emrettiği, dünyayı güzelleştirme emrinin çözümlenmesi”
meselesini idrak etmelidirler. Bunun anahtarı da sadece Turgut Cansever’de.
Dünyanın bütün uğraşları gibi dünyayı imar ve inşa etmenin de “ahiretin
sorumluluğu”na bağlı olduğuna dair temellendirmeleri bir muhakkik mimardan
dinlemek bir yana o mimarın yaptıklarında görmek gibi bir basireti de taşımak
gerekiyor.
Cansever’in kendi tesbitiyle “biçimi
put haline getirmek gibi bir yanılgının teşekkül etmemesi” için, yâni yaptıklarınız veya yapılanlar
karşısında narsistçe hayranlık duymamak için, “ahiretin sorumluluğu”nu hiçbir
an unutmamak gerekiyor. Cansever böyle bir idrakin mensubuydu ve bu idrakin
oluşması için fikirleri ve eserleriyle bir ömür çaba sarf etmişti.
Cansever’in deyimiyle “yanlış şehir düzeninde
ahlâksızlaştırıl”mamak için “ahiretin sorumluluğu”yla hareket edecek, şehir
irfan ve idrakine sahip siyasîlere, şehir yöneticilerine, mimarlara ihtiyaç
var.
Dün vardı, bugün yok, yarın için hiçbir emare görünmüyor.
Şehirlerimizi tabut tarlasına
çevirenlere karşı hâlâ insanca bir refleks gösteremiyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder