duzenliyahya@gmail.com
Bir yazımızda “İhdas
kapasitesi yüksek şehirlerin ifsat kapasitesi de yüksektir” demiş ve “futbol”un
bazı tarihî şehirlerimizde “makul sınırları aşmış” biçimde bir bumerang veya şehre
radyasyon yağdıran bulutlar gibi şehri kuşattığına vurgu yapmıştım. İlginçtir
ki futbol, özellikle Trabzon gibi kadîm medeniyet şehirlerinde hayatiyetin tek
sebebi olmuştur.
Modern zamanlarda bir şehrin
ifsadına en bariz örnek “Trabzon ve futbol”dur. Trabzon ihdas kapasitesiyle öne
çıkan bir şehir olmak yerine futbolla özdeşleştirilmiş ismiyle kendinden bahsettirmeye
devam ettikçe hiçbir ihdas, yâni “değer ortaya çıkarma, değer oluşturma” gücüne
kavuşamayacaktır. Nitekim durumu ortada… İşin bir diğer yönü; bütün bir şehir
futbola kilitlenmesine rağmen, futbolunun hali de ortada…
Trabzon, ‘futbola endeksli varoluşu’nda,
“dünya kenti”, “spor kenti”, “marka şehir” gibi yapay-yapıştırma vasıflardan
sonra şimdi de en son sahip olduğu “Olimpiyatlar Şehri” unvanına layık(!) olmak
için var gücüyle çaba gösteriyor.
Önce “2011 Avrupa Gençlik
Olimpiyatları”, sonra 2012 “Türk-İslam Dünyası Mühendislik-Mimarlık ve
Şehircilik Olimpiyatları”yla Trabzon, ‘anakronik’ biçimde eski Yunan sitesinin
olimpik geleneklerini sürdürme yarışına girmiş gibi… Kimbilir belki de antik
yunan kentlerinden çok daha önce olimpiyat kenti olma hakkını ve vasfını
kazanmış bir kenttir (!)
Tabii bu ‘kerameti kendinden
menkul’ bir unvan. Bu vasfına uygun sun’i bir temel elbette bulunabilir. Bakarsınız
bir arkeolog grubu görevlendirilir, Trabzon’un yükseklerinde yayla veya
ormanlarında antik bir “olimpiyat meş’alesi” bile bulabilirler, antik Yunan ve
Latince olimpiyat kitabelerine bile rastlayabilirler (!)
Olimpiyatların antik tarihine
ilişkin kısa bir ansiklopedik malumat aktaralım da şehrimizin nasıl bir
etkinliğe sahne olduğunu daha iyi anlayalım:
Elde kesin bilgi olmamakla beraber,
mitolojiye göre ilk olimpiyat oyunları Olimpiya Kralı kahraman Pelops’a kurbanların
sunulmasıyla başlar. Hristiyan Yunanlı düşünür Titus Flavius Clemens
Olimpiyat oyunlarının “Pelops’un ruhuna sunulan armağanlardan başka bir şey olmadığı”nı
söyler.
Başka bir efsaneye göre ise mitolojik
kahraman Herakles’in Olimpiya’da bir oyunu kazanmasıyla, bir diğer efsanede ise
Antik Yunan tanrılarının en büyüğü olan Zeus’un Titan Kronos karşısında aldığı
yenilgiden sonra doğduğu şeklindedir. Bazı kaynaklarda ise Elis Kralı İfitos’un
M.Ö. 9. Yy.da halkını savaştan korumak için kâhin Pythia’ya giderek danıştığı ve
onun da “tanrılar onuruna oyunlar düzenleyerek onların rızasını kazanmasını
önerdiği” ifade edilir. Olimpiyat oyunları tanrıların yaşadığına inanılan dağın
adı olan Olimpiya Dağı’nda düzenlenir.”
Yâni anlayacağınız olimpiyatların
kökeni putperest “dinî bir ritüel” olarak başlamış ve halen devam ediyor…
“Olimpiyat Şehri Trabzon” ifadesine
gelirsek, herhalde bir akl-ı evvel’in yeni ve muhteşem bir buluşu olarak
benimsenmiş olsa gerek.
Olimpiyatlar için ayrılan bütçenin,
uğruna yapılan harcamaların hiç önemi yok. Yeter ki Trabzon’a “Olimpiyat Şehri”
etiketi yapıştırılsın.
Gelelim “Olimpiyatlar Şehri”nin en
büyük “kutsal mekânı”na…
“Akyazı Stadyumu”ndan bahsediyoruz…
Olimpiyatlara uygun bir isimlendirme ile “AKYAZI OLİMPOSU” veya “AKYAZI
SUNAĞI”… Öyle ya şehrin bütün enerjisinin biriktiği 11 mitolojik yaratığın
mekânı olacak AKYAZI OLİMPOSU…
40 bin kişilik Akyazı Stadyumu veya
Akyazı Olimposu için yapılan dolgunun tamamlandığı ve ihalenin de bu yıl ortalarında yapılacağı
Belediye Başkanı tarafından “müjdeleniyor”.
Bir şehrin bütün enerjisini ısrarla
stadyuma yönlendiren ve bunu büyük ölçüde başaranları tebrik (!) etmek
gerekiyor. Hele de Trabzon insanı gibi heyecanı yüksek bir potansiyeli stadyuma
hapsettikleri için tebrik üstüne tebrik etmeli…
Hiç kimse katılmasa da, bizce hem
Olimpiyatlara hem de AKYAZI OLİMPOSU’na harcanan kaynağa yazık… Ancak, bütün
duyargaları futbolla virüslenmiş bir şehre bunu anlatmak mümkün değil…
Şehrin medeniyet damarlarının yeniden
canlanmasının önünde en büyük engel olan ‘futbol tutkusu’nun bir türlü
normalleşemediği Trabzon’u siyasiler, şehir yöneticileri, kültür-sanat
çevreleri, ticaret ve sanayi kuruluşlarının hep birlikte “futbol”la
özdeşleştirmeleri ve şehrin futbolla sembolleştirilmesi modern zaman
hastalıklarının en belirginlerinden birisidir.
Şehirde sportif bir eylemi aşmış,
nevrotik bir hal almış olan futbola yönlendirilen insan ve diğer kaynakların
kimlerce “yönetildiği” de işin ayrı bir yönü.
Peki, Trabzon futbolla ne kazanmıştır?
Futboldan ne kazanmıştır? Sinir uçlarının daha çok elektriklenmesinden başka
hiçbir şey. Şüphesiz birileri futbolun şehirdeki
bu yüksek itibarından nemalanmış, isimleri ve kasaları pay almıştır.
Kimliği, şahsiyeti, bütün değerleri
futbola indirgenmiş, futbola endekslenmiş bir şehrin geleceğinden endişe
etmiyoruz, geleceğini kaybettiğini düşünüyoruz.
Ne yazık ki, bu zihniyet şehrin
kimyasını etkiledikçe şehrin ruh köküne çöken bu tortular şehrin geleceğini tüketmeye
devam edecektir.
Kim ne düşünürse düşünsün; enerjisini doğru
istikamete yöneltmeyi başarabildiği ölçüde Trabzon kendine ve
geleceğine sahip çıkabilir diye düşünüyoruz.
Medeniyet şehirlerine musallat,
tedavisi gayr-i kabil bu bulaşıcı hastalıklara parmak basmaya zaman zaman devam
edeceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder