5 Şubat 2013 Salı

ŞEHİR: TASARLANMIŞ BİR HAPİSHANE...

Yahya Düzenli
duzenliyahya@gmail.com

Yaşadığımız şehrin ‘yaşamamamız gereken şehir’ olduğuna dair bir his sahibi miyiz? Şöyle de sorabiliriz: “Yaşamamız gereken şehirde yaşama irademiz var mı? Bu soruya doğrudan evet veya hayır demek mümkün değil. Çünkü insanın doğduğu yere ilişkin iradî bir tercihi sözkonusu değil. Ancak, kendini ve çevresini idrak etmesiyle “fark”ına vardığı yâni “ayırt etme özelliğine sahip olduğu” andan itibaren bir iradî tercihten söz edebiliriz.  O ana kadar şehir kendisini çevreleyen, kuşatan bir hisardır adeta. O’nu içinde şekillendiren,  kendisine tercih hakkı vermeyen bir ‘belirleyici’dir. Bir anlamda, o şehre mahkûmdur. Yaşadığı şehir ‘yaşamaya mecbur ve mahkûm olduğu’ şehirdir. Şehir onun kimlik, değer, aidiyet kalıplarını oluşturan, ona direnemeyeceği hâkim bir güçtür. Bu gücün ister farkında olun ister olmayın, sizin üzerinizde mutlak bir otorite ve denetimi vardır. Onu kabullenirken de, ona direnirken de onun gücünü tahkim ediyorsunuz.

O halde insan, kendi imal ve inşa ettiğinin mahkûmu mudur? Eseri önünde çaresiz insan, eserinin elinde sadece bir araçtan mı ibarettir ?

Bir İngiliz romancı “Kokain Geceleri” isimli romanında modern zaman şehirlerinin insanın “yaşaması gereken yerler” olmadığına işaret ederken “Karayibler’in ve Hawaii adalarının sahilleri gibi, gezmeyle ya da dinlenmeyle hiçbir ilgisinin olmadığını, özellikle tasarlanmış bir tür hapishane olduğunu hissettim” diyor.

İşte bu “his”se sahip olduğunuz an, şehrin ruhunu hissediyorsunuz demektir. Kasvete veya huzura davet ruhunu…

Modern zaman şehirleri işte böylesine bir “tasarlanmış hapishane” haline gelmiş durumda. Daha da kötüsü şu ki; kadîm şehirlerin coğrafyası ve mekânları tahrip edile edile ‘protez yaratıklar’ haline geldiklerini, insanın da bu mekânlara mahkûm ‘protez varlık’ olarak metalik bir hayatın parçası olduğunu söylemek hiç de abartılı olmasa gerek.

Kadîm zamanlarda “insan elinin değmesiyle” tabiat imar ve ihya edilerek, insana özgü ‘yaşanmaya değer’ bir hayat sunarken; modern zamanlarda “insan eli” her şeyi imhaya, yıkıma, yok oluşa götürüyor. Şehir insanı parçalayan, atomize eden bir bumerang.  İnsanın şehir inşa etme adına yaptığı her şey kendisini tahribe memur bir bumerang gibi geri dönüp onu imha edeceği anı bekliyor.

İnsan, geçmişi ve geleceği olmayan, bugüne mahkûm bir zaman dışılığı yaşadığı modern zaman şehirlerinde “hayat adını verdiği zannın” acı döngüsünde varlığını sürdürmeye çalışıyor.

Kendisi için şehir adı verilen “hapishaneyi” tasarlayıp inşa eden insanın bu hapishaneden çıksa da başka bir hapishaneye mecbur ve mahkûm olmadığı söylenebilir mi? Ancak, içinde yaşadığı hapishanenin farkına vardığı an anesteziden çıkıyormuşçasına şehrin ve varlığının idrakinde olabilir. Yoksa tıpkı mitolojide anlatıldığı gibi, sırtındaki kayayı tepeye çıkaracakken her seferinde aşağı yuvarlamaya mahkûm edilmiş Sisyphos gibi azabı devam edecek.

Şehre anlam ve işlev kazandıran insanın bakışı ve idrakidir. İnsanın şehri “nasıl” gördüğü ve şehirde “niçin” bulunduğuna verilecek cevap şehrin varoluşunu anlamlı kılar.

Yaşadığımız şehrin “tasarlanmış bir hapishane” olmaması için ne yapıyoruz, ne yapılıyor? Kentsel dönüşüm, marka şehir, dünya kenti, olimpiyat kenti, Avrupa kenti… gibi komplekslerle kapandığımız “hapishane şehir”de hafızamız da harekete geçemiyor.

Bir kere de “Ya her şeyi hatırlarsa? O zaman ne olacak?” diye soralım ve cevap arayalım?

İnsan… Hatırlayabilecek mi?

Üstad Necip Fazıl, modern zaman şehirlerinin boğuculuğu ve kasvetini derinden hissederek “Dağlarda şarkı söyle” şiirinde;
“Uzansan, göğe ersen.
Cücesin şehirde sen;
Bir dev olmak istersen,
Dağlarda şarkı söyle!”
der. Gene Üstad “Şehirlerin Dışından” başlıklı şiirinde derinden hissettiği şehre dair şu mısraları yazar:
“Böyle geçer ömrümüz,
Bir gün gelir ölürüz,
Haberimiz olmadan.
Ve o zaman, o zaman,
Hayat neymiş görürsün!
Bırak, keyfini sürsün,
Şehirlerin, köleler! ;
Yeter bizi tuttuğu!
Tükensin velveleler!” 


Büyük fikir adamı ve âriflerin söze ve mısralara döktükleri hislerini kavrayabiliyorsak yaşadığımız şehrin nasıl bir hapishane olduğunu da anlıyabiliyoruz demektir.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder