duzenliyahya@gmail.com
Bir şehre ilk defa gitseniz, o şehri ilk kez görseniz bile, şehrin
siluetinin, mekanlarının sizde bıraktığı o 'ilk intiba' şehrin ruhunu size
vermeye yetiyor. Bilhassa tarihi şehirlerimiz, sizi öylesine kucaklıyor
ki, kendinizi adeta yuvanızda
hissediyorsunuz. Kars da işte böyle bir serhat şehrimiz. Öyle ki, büyük
veli-arif Ebul Hasan Harakani'nin Kars kalesi eteklerindeki kabri ve külliyesi
şehre adeta ruh üflüyor, sizi kendisine çekiyor.
Birkaç günlüğüne ilk defa gittiğim Kars’ta Vali Yardımcısı kadîm dostum
Ünal Coşkun’la şehir üzerine konuşurken, Kars’ın önemli ve korumaya alınması
gereken bir tarihî şehrimiz olduğu ve şehrin imarıyla ilgili Rus’ların işgal
dönemleri haricinde pek bir şey yapılmadığı, yapılanların da diğer
şehirlerimizde olduğu gibi, şehrin kontrolsüz ve çirkin bir şekilde dağılması
ve yayılmasından başka bir şey olmadığı üzerine hemfikir olduk.
Devam eden sohbetimizde Ünal Coşkun, birçok yerde kaymakam olarak da
görev yapmanın verdiği tecrübe ve birikimle şehir yöneticilerinin nasıl bir
sorumluluk taşımaları gerektiğiyle ilgili olarak, “bir vali şehri değiştirebilir!” dedi. Sıradan gibi görünen bu söz,
kendisini şehrine adamış, şehrinin misyoneri olmuş bir Vali’nin neler
yapabileceğine ilişkin önemli bir cümleydi.
Tarihte hükümdarların veya Valilerin kurduğu şehirler vardır. Bir
hükümdarın kurduğu, yeniden imar ve inşa ettiği şehirler gibi, Valilerin de
isimlerinin o şehirle bütünleştiği, anıldığı olmuştur. Tıpkı; İskenderiye,
Kostantiniyye, vs. gibi. Ayrıca halâ varolan tarihî bazı şehir mekânlarının
isimleri de onların bânilerinin nasıl bir ruh ve estetik idrake sahip
olduklarını gösteriyor.
Bu vasıflarda, bu misyonda bir Valiyi henüz göremedik. Bazı istisnaları
olmakla birlikte Valilik, hâlâ erken Cumhuriyet döneminin “Çizmeli, kırbaçlı,
fötr şapkalı, emredici” profilini aşmış değil. Onun için de bu tipte bir Vali
için şehir sadece birtakım bürokratik mevzuatın yerine getirileceği, Vali’liğin
de Sadaretten gelenlerin “karşılanıp,
ağırlanıp, uğurlanacağı” bir mekândan başka bir şey değil.
Nedense Valiler kendilerini bulundukları şehre ait hissetmezler. Çünkü
bulundukları şehirde “sayılı günleri” vardır ve belli bir süre sonra başka bir
şehre doğru yola çıkacaklar veya da Başkent’teki istirahatgâhlarında Merkez Valiliklerine devam edeceklerdir. Yâni
Valilik adeta “göçebe bir yönetici” intibaı veriyor. Eski deyimle “konar-göçer”
bir kimlik… Oysa ki, hatırımıza gelen nice Osmanlı Valilerinin şehirlerini
nasıl imar ve inşa ettikleri, nasıl dönüştürdüklerini okumanın ötesinde, tarihî şehirlerdeki bazı uygulama, eser ve
mekânlardan görebiliyoruz.
Ancak, Valilerin de zamanın siyasî zihniyetiyle kayıtlı bir ömürlerinin
olduğuna vurgu yapalım. Hangi Vali, siyasî iktidarın taleplerine duyarsız
kalabilir ki! Bulunduğu şehrin iktidar partisi yöneticileriyle ters düşmemek
için gününü kebapçı dükkanı, mağaza, bayi, ofis, vs. açılışlarıyla geçiren
Valilerin sadece "sıfattan ibaret" Vali olduklarını söylemeye gerek
yok. Ancak bir farkla; şahsiyet sahibi, ‘kendi doğruları’ olan, hiçbir
beklentisi olmayan, adeta İbrahim b. Ethem gibi sultanlığı terkedip “tahtından
vazgeçebilecek” ve gayesine kilitlendiğinde “işte sultanlık bu” diyebilecek
derinliğe ve irfana sahip olanlar hariç…
Liyakatsiz/kifayetsiz muhterislerin öne çıktığı bir vasatta, hasbelkader
liyakat sahibi olanların Vali tayin edildiğine şahit olsanız bile, ona icraat
yapabileceği imkan, yetki ve desteğin verilmeyeceğine dair endişelerimizi de
ifade edelim.
Şehirlerimizin
yeniden imar, inşa ve ihyası için öncelikle şehir yöneticilerinin “medeniyet
tasavvuru ile şehir idraki”ne sahip olmaları işin kaidesi, olmazsa olmazı.
Sonra da işin ekonomik, sosyal tarafları… Ancak, bunca “tarih, medeniyet,
kültür, vatan, vs…” hamasetlerine rağmen ülkemiz şehirlerinin hali ortada.
Siz hiç “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı” ile “İçişleri
Bakanlığı”nın doğrudan bir ilişki içinde olmalarına dair bir şey duydunuz mu?
Çünkü birisi şehrin imar ve inşasının, diğeri şehrin yönetiminin kararlarını
veriyorlar. Tabii bu arada şehir için özellikle “Kültür Bakanlığı”nın da
olmazsa olmaz bir fonksiyonunun bulunduğuna vurgu yapalım. Acaba aralarında koordinasyonu sağlayacak,
içselleştirilmiş bir “medeniyet tasavvuru
ve şehir idraki”ne bu bakanlık kadroları ne kadar sahiptir?
Rahmetli muhakkik mimar Turgut Cansever, “Mimarın görevi dünyayı güzelleştirmektir” diyor. Yönetici iradenin
de dünyanın güzelleştirilmesine odaklanmış bir idrake sahip olmadığı
şehirlerimizin haliyle ortada.
Üstad Necip Fazıl'ın "benin olmadığım yerde kimse yoktur"
dediği mükellefiyet idrakine sahip olmayan şehir yöneticilerinin şehirlerine
verebilecekleri hiçbir şey yoktur. Sadece mevcut kaosa yenilerini eklerler.
Sözün burasında şehir yöneticisi Vali'nin Anadolu’da nasıl bir intiba
bıraktığı, nasıl algılandığına ilişkin dostumuz Muzaffer Doğan'ın anlattığı şu
fıkrayı anlatmadan geçemeyeceğim.
“Konya ‘ya yeni bir vali tayin edilir. Vali, adı “Velî”ye çıkmış
kişilerden birini ziyaret eder. Ziyaretine gittiği kişi, evinin damında, su
sızdırmayan bir cins toprağı sermek ve yuvarlak bir taşla sıkıştırmakla
meşguldür.
-Efendim, yaşlı olduğum için aşağıya inemeyeceğim, affediniz! diyerek,
Valiye damdan seslenir.
Vali de: -Ne münasebet! Ben yanınıza geleyim der.
Vali merdivenden tırmanıp dama çıkar. Sohbet ederlerken, yaşlı adam
Konya‘da damların, kalın direkler üzerine konulan kamışların üzerine su
geçirmez toprağı sıkıştırmak suretiyle yapıldığını, fakat toprakta kalan ot
tohumları, güneşi görünce filizlendiği için, her yıl yeniden sıkıştırılması ve
otların yolunması gerektiğini anlatır. Yaşlı adam bunları anlatırken bir yandan
da Valiyi, damın üzerinde oradan buraya dolaştırmakta ve:
-Biraz da şu tarafa gidelim, biraz da bu tarafa, bacanın yanına gidelim
diye, çekiştirmektedir.
Vali dayanamaz ve bu dam gezintisinin sebebini merak eder:
-Efendi hepsi iyi de, beni neden böyle dolaştırıp duruyorsun? demesi
üzerine, yaşlı adam cevap verir:
-Arzedeyim efendim: “Hükümetin ayağının bastığı yerde ot bitmez” derler,
ben de damda ot bitmesin diye mübarek ayağınızı her tarafa bastırmaya
çalışıyorum."
Fıkramız bu kadar…
Bastığı yerde ot bitmeyen şehir yöneticisi Vali değil, bastığı yeri
'mamur' hale getirmeye odaklanmış şehir yöneticileriyle 'şehir'den
bahsedebiliriz.
Şehir yöneticisi Valilerimizin kendilerini 'konar göçer' hissetmemelerini,
imar ve inşasına katkı verdikleri şehirlerle isimlerinin anılacağına
inanmaları, şehirlerini sahiplenmelerinin ilk şartıdır.
"Bir Vali şehri değiştirebilir." Nasıl ki erken cumhuriyet
döneminde Umumi Müfettişler, CHP dönemi Valileri 'yeni cumhuriyet' adına
şehirlerimizin tarihi dokusunu, tarihi karakterini nasıl bozup yok ettilerse,
yeni valilerimizden de yeni bir şehir ve medeniyet idrakiyle bulundukları
şehirlerin imar, inşa ve ihyasına dair irade bekliyoruz.
Tabii, gerçekten "Vali" iseler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder