duzenliyahya@gmail.com
“Şehir Vehhabîleri”
ülkemizi istilâ ediyor!
Vehhabîlik, İslâm
tarihinin geç dönem sapık itikatlarından birisi. “Doğru yolun sapık kolları”nın
günümüze uzanan, mukaddes beldeleri istilâ eden bir itikad, düşünüş ve uygulama
biçimi… İslâm’a “kabaların kabası” bir bakış ve anlayış, ona “ruhsuz”, sapkın
bir inanış..
18. Yüzyılda
Arabistan’da ortaya çıkıp adını kurucusundan alan ve Suud rejimiyle
devletleşen, sınırlı da olsa etkileri bazı Müslüman coğrafyalarda da görülen bu
sapık itikadın/zihniyetin şehirlerimizle ne alâkası olabilir, diye
düşünebilirsiniz.
Var, hem de doğrudan
alakası var: İslam’a kaba ve ruhsuz bakış ile şehre kaba ve ruhsuz bakış
arasındaki açık paralellik.
Hiçbir tarih, gelenek, süreklilik ve ölçü tanımayan bu sapık inanış biçimi son yıllarda İstanbul’da yoğunlaşarak “şehir ve mimarî” tarzı biçiminde ortaya çıkıyor ve “enfeksiyon” bir biçimde bütün şehirlerimize yayılıyor. Müslüman’ın çağdaşlaşmasını batıdakinden daha ileri bir modernizm tatbikatı ortaya koyacak şekilde geleneği tahripte gören bir zihniyet... Bir çeşit Vehhabilik bu.
Bu zihniyet,
ülkemizde de idraksiz şehir yöneticileri/siyasiler ve rant iştahlı müteahhitler
marifetiyle vücud buluyor. İstanbul’da, tarihî yarımadada “vehhabî anıtları” şeklinde
yükselen plazalar, AVM’ler, residanslar, İstanbul’un Müslüman/tarihi siluetine
musallat olmuş durumda. Yani Vehhabî zihniyeti işe önce “peygamber müjdeli”
İstanbul’a üşüşerek başlıyor. Bu gidişle –Allah korusun- o tarihî Müslüman
siluetten iz kalmayacak.
Tehlike büyük:
“Vehhabî zihniyeti” şehirlerimizi istila ediyor! İstilânın da ötesinde “imha” ediyor!
Aslında
bilinçaltında bulunan “put” stokunun dışa vurumu halinde “putlaştırmayalım” ve “şirk”
diyerek tüm mekân ve eşyalara düşman olan, sahabe kabirlerini yerle bir eden
“vehhabî zihniyeti”, Kâbe’yi kuşatan, akbaba gibi Kâbe’ye üşüşen “modern zaman
putları” gökdelenleri, Zemzem Tower’lari ise kutsuyor.
Kur’an’da “ummül
kura: şehirlerin anası” olan mukaddes belde Mekke’nin her tarafı bu vehhabî
zihniyetince “istilâ edilmiş” durumda. Bu
zihniyet, İslam tarihinin bütün eserlerini “bozuk itikatları” uğruna yok eden,
Hz. Hatice başta olmak üzere birçok sahabenin evini, mezarını talan eden, İslam
itikadına ve mukaddes şehirlere musallat olmuş bir zihniyettir.
Fakat Peygamber
beldesinde hiçbir kutsal ve tarihî mekân bırakmayan vehhabî zihniyeti sadece
Suud’la sınırlı değil.
Şehirlerimizde
yükselen, insana ve hayata muzır ve musallat bu “kıyamet alametleri”, işte bu
sapkın Vehhabî zihniyetinin şehir mekânları halinde tezahürleridir!
Zemzem Tower’ların
Kabe-i Muazzama’nın üzerine çullandığı gibi, tarihi yarımadada Sultanahmet’e ve
daha birçok tarihî mekâna-yapıya musallat olan ve üzerine yığılmak için fırsat
kollayan arsız gökdelenlere izin veren “vehhabî zihniyet”, medeniyet şehri İstanbul’u
(Mekke ve Medine’de yaptığı gibi) gökdelen tarlasına çeviriyor!
Mekke-i Mükerreme’de
Mescid-i Haram’daki revakların kaldırılmaması, Osmanlı mirası o muhteşem Ecyad
Kalesi’nin yıkılmaması için ricalarda bulunan siyasî iktidarımız ve onun Belediye
Başkanları İstanbul’da, diğer metropollerde ve şehirlerimizde yaptıkları tahribatları
hangi gerekçeyle izah edecekler?
Doğrusu böyle bir
izaha nasıl cür’et ve cesaret edebilecekler merak ediyorum.
Bu zihniyet yanı
başımızda, harim-i ismetimize girmiş, bize adeta şöyle meydan okuyor: “Kâbe’yi kuşattık, İstanbul ne oluyor ki?..”
İstanbul’a girişte
sizi göğü delen kazıklara benzeyen binalarla Vehhabî zihniyet karşılıyor! Bu
dökdelenler adeta şehrin kimliğinden, “temiz itikad”ından “kirli anıtları”yla
intikam alıyor! Anlaşılan o ki; bundan
böyle “vehhabî zihniyeti” İstanbul’un siluetiyle birlikte muhteva ve kimliğini
de ifsat ve talan edecek.
Kim derdi ki,
Osmanlı’nın “sapıklık ve küfür” diyerek reddettiği, yok etmek için uğraştığı
“vehhabî zihniyet”i kadîm medeniyet başkentinde yeniden ortaya çıkacak!
Kim derdi ki, bir
zamanlar şehrin kendilerine emanet edildiği “şehreminleri”, bir gün “şehir
imhacıları”na dönüşecek! Ülkenin bayındırlık, imar ve iskânından sorumlu
bakanlığı da tıpkı bir emlakçı gibi, kentsel
dönüşüm(!) uğruna “arsacılık”la uğraşmaktan
“şehircilik”e vakit bulamıyor olsa gerek.
Bu nasıl bir zihniyettir? Bu refleks neyin ifadesidir?
Acziyetin mi, vurdumduymazlığın mı, idrak yoksunluğunun mu, gafletin mi, yoksa
şehre ihanetin mi?
Ürpermemek mümkün
değil!
Aklın, şehrin,
mimarînin, idrakin, inşanın ve ihyanın çıldırmasının vaktidir!
Karargâhını
İstanbul’da kuran bu zihniyete geçit veren “Şehir Vehhabîleri”ni sahih ve temiz
itikada davet etmenin vakti geçiyor!
Çünkü “tevhid”
iddialı bu “şirk” inşa edicileri, gayr-i insanî “şirk anıtları”yla
şehirlerimizde karargâh kurdular. Merkezî ve yerel “itikad inşa ofisleri”
sürekli şehirlerimizde AVM, Residans, Plaza ve gökdelenlerle yeni “Babil
kuleleri”yle inkâr ve isyanın bayrağını açtılar!
Oysa, Peygamber
müjdeli bu büyük medeniyet şehrinin Fatih’i şehir tasavvurunu “murad bir şehir bünyâd etmekdür” şeklinde
ifade etmişken; ondan beş asır sonra da II. Abdulhamid “Sened-i Hakanî” ile İstanbul’u
koruma altına almışken, bugünün siyasî iktidarı ve İstanbul’un yöneticileri bir
yandan hamasetle “Fatih’in Şehri, Fatihin Nesli” nutukları atarken, diğer taraftan
ise sanki şehri ve nesli yok ettiklerinin idrakinde değil gibiler...
Belki bir “şok”
hâsıl olur da kendilerine gelirler diye aşağıya Fatih’in meşhur Ayasofya Vakfiyesi’nden
bir bölüm aldım. Fatih’in Vakfiyedeki vasiyeti ve bedduasındaki sözleri, adeta
İstanbul’un 570 yıl sonra, bugün hangi ellerde ne hale dönüşeceğini düşünerek
söylenmiş gibi:
“Kim, bozuk teviller, hurafe ve dedikodudan
öteye geçmeyen batıl gerekçelerle, bu vakfın şartlarından birini değiştirirse
veya kanun ve kurallarından birini tağyir ederse, vakfın değiştirilmesi ve
iptali (batıl, geçersiz olması) için gayret gösterirse; vakfın ortadan
kalkmasına veya maksadından ve amacından başka bir amaca çevrilmesine
kastederse… Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti böyle yapanların
üzerlerine olsun. Ebediyen cehennemde kalsınlar, onların azapları asla
hafifletilmesin, onlara ebediyen merhamet edilmesin. Kim bunları duyup
gördükten sonra değiştirirse vebali ve günahı üzerine olsun…”
Bu vebalin dehşetini düşünebiliyor
musunuz? Bu vakfiye Ayasofya için yazılsa da bütün İstanbul içindir. Tabii
sadece idrak sahipleri için!
Ey İstanbul!
Ey şehrim!Ey şehirlerim!
Senden, ancak “sana
benzeyenler”le intikam alınabileceğini keşfedenler senin ruhuna musallat oldu!
Genlerinle oynanıyor! DNA’n bozuluyor!
Artık Cengiz’ler,
Hülagü’lar, Romalı istilâcılar yok! “Yerli” ve “senden” gözüken
(mankurtlaştırılmış) imhacılarla karşı karşıyasın! Devir onların devri! T.C.
Başbakanı ‘damak tadı’ndan bir türlü kurtulamadığı “tarih, şehir ve medeniyet”
nutukları atarken bile yanıbaşında seni katletmeye devam ediyorlar!
İstanbul yanıyor!
Şehirlerimiz
yanıyor!Trabzon, Bursa, Amasya, Konya, Kayseri… bütün şehirlerimiz yanıyor! Yangından bir şey kurtarma derdinde değiliz, yangını söndürme derdindeyiz. Ama nafile! Çünkü bizzat yangını söndürmesi gerekenler yangına su yerine körükle gidiyorlar!
Büyük velî
Feridüddin Attar’ın “kitabıma dert
gözüyle bak ki bendeki yüz dertten birini görebilesin!” diyor. Bu dert
sahipleridir ki;
-Tarih ve medeniyet
derdi olanlar!
- Şehir ve
mimarî derdi olanlar!-İdrak ve inşa cehdi olanlar!
-Rant şehvetine kapılmayanlar!
Öncelikle
İstanbul’a, sonra da tüm şehirlerimize musallat olan “vehhabî zihniyeti”nden
rahatsızlık duyar !
“Şehir
Vehhabîleri”nin rant şehvetini kim durduracak? Kirlettikleri şehirleri kim
temizleyecek?
Üstad
Necip Fazıl’la bitirelim: “Her şeyi o
kadar tahrip ettiler ki, büsbütün berhava etmeden toplama imkânı kalmadı!”
Mevlâ görelim
neyler…