Yahya
Düzenli
duzenliyahya@gmail.com
Bizim gibi
köklerinden beslenmeyi red ve terk etmiş, yeni kökler de bulamamış bir ülke
için modern zamanlarda inşa ettiği “metropol”llerle antik dönem “nekropol”leri
arasında hiçbir fark kalmadı.
Zaten modern zaman
metropolleri kasvet ve kaosuyla, sadece ‘biyolojik canlı’lara mahsus bir hayat
tarzı oluştururken aslında bu “nekropolde yaşamaktan (!) başka bir şey
değildir.
Erken dönem Cumhuriyet
zihniyetinin “şehir tasarımı” ile geç dönem, yâni 2000’li yılların son on
yılındaki “şehir tasarımı” arasında nasıl bir fark vardır? Veya fark var mıdır?
Şöyle bir fark var:
Erken dönem Cumhuriyet, (reddetse de) mirası üzerine oturduğu Osmanlı medeniyet
dünyasının köklerini kurutma adına işe şehirlerden başlamış ve Osmanlı
coğrafyasından kalan bütün medeniyet şehirlerinde “Cumhuriyet’e
özgü ilerici dönüşümü”ü sağlamak için, tarihi hatırlatan şehir, mimarî, mekân,
vs. her ne varsa tamamını imha etmek gayretinde olmuştur. Bu konuda başta
İstanbul, Trabzon, Konya olmak üzere tüm şehirlerimizde “urbisit” (şehir
katliamı) gerçekleştirilmiştir. Bu konuda ayrıntılı olarak epey yazı yazdığımız
için konunun ayrıntılarına girmeyeceğim.
Erken dönem
cumhuriyet zihniyetinin urbisit uyguladığı şehirlerimizde dikilen binaların,
yapıştırılan mekânların niteliği ne olursa olsun en önemli başarısı; tarihî
şehir dokumuzu parçalamak, stokumuzu bozmak ve hafızamızı boşaltmak olmuştur.
Erken ve geç dönem Cumhuriyet
zihniyetinin ilginç benzerlikleri var. Öncelikle her iki dönemde de “tek parti”
iktidarı söz konusudur. Her ikisi de ısrarla ve taammüden “şehir”lere musallat
olmuştur. Erken dönemde “yeni imar planları”, geç dönemde “kentsel dönüşüm
projeleri” şehirlerimizin ‘karakterini’ bozmuştur!
Aralarında tek bir
fark var: Erken dönem tek parti zihniyeti “neyi yıkacağını, yerine neyi inşa
edeceğini” biliyordu. Ama geç dönem ‘tek parti zihniyeti’ ise “neyi niçin
yıktığının, neyi niçin inşa edeceği”nin idrakinde olduğunu söylemek oldukça
zor.
Peki, son on yılda
şehirlerimizde yapılanları nasıl izah etmeli? Son on yıldır yapılanlar, tek
cümle ile; şuuraltına erken dönemde katliam kodları yerleştirilmiş bir
‘şehircilik zihniyeti”nin geç dönemde yeniden hortlayarak harekete geçmesinden
başka bir şey değildir.
Son on yılın altını
özellikle çiziyoruz. Çünkü “tek parti”nin her türlü kuvvet ve kudretine sahip,
üstelik “tarih ve medeniyet” iddialarını nakarat gibi dilinden düşürmeyen zihniyeti,
TOKİ Terminatörü eliyle şehirlerimizde “urbisit” uyguluyor!
Sadece TOKİ mi?
İlgili bakanlık, karar verici siyasîler ve özellikle de belediyeler bu “kent
suçları”nın sorumlularıdır.
TOKİ nam Terminatör,
tüm şehirlerimizi istilâya devam ediyor. Timur döneminde yaşayan İbn-i
Arabşah’ın “Acâbu’l-Makdur” olarak nitelediği ve “Ol zalimin Isfahan’a girdiğinde yaptıkları” diyerek facianın
dehşetini ifade ettiği gibi, şehirlerimize üşüşen bu “yapı zihniyeti” her türlü
eleştiriye, tepkiye rağmen urbisit’e devam ediyor.
Şehirlerimizde
kontrolsüz ve bünyeyi saran tümörler şeklinde çoğalan yapı gürûhunu yâni
kötüyü, çirkini, yanlışı yıkmaya karşı çıkıyor değiliz; yerlerine iyiyi,
doğruyu güzeli inşa edebilecek bir şehir ve medeniyet idrakinin bulunmadığını
ısrarla ifade ediyoruz. İspatı ise TOKİ
NEKROPOLLERİ’dir.
Son on yıllık geç
dönem Cumhuriyet iktidarının şehir tasarımlarını gerçekleştiren “TOKİ” aygıtı,
“kentsel dönüşüm” adına musallat olduğu tüm şehirlerimizi MODERN ZAMAN
NEKROPOLLERİ haline getirmiştir. Getirmeye de devam etmektedir.
Başta Bakan olmak üzere Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı’nın tüm bürokratik “mentalite”sinin de şehirlerimizi
“modern zaman nekropolleri” haline getirmekte mahir ve mütebahhir olduklarından
hiç şüphemiz yok!
Günümüze kadar gelen
antik dönem nekropolleri ile bugünün modern zaman TOKİ NEKROPOLLERİ’ni mukayese
edin. Arada şöyle bir estetik ve yaşama farkı var. Antik nekropoller,
“ölüleri”ni eski Yunan ve Roma üslubuyla son derece estetik ve zarif
“tabutluk”lara gömüyorlardı. Geç dönem ‘tek parti zihniyeti’ ise “zamanın
ruhu”na uygun olarak gökyüzüne doğru diktikleri TOKİ NEKROPOLLERİyle
“canlıları” gömüyorlar!
İlginç olan bir şey
daha: Antik dönem metropollerinin canlıları ölünce nekropollere taşınıyor
Modern zaman TOKİ zihniyeti ise canlılarla ölüleri aynı nekropolde istif
ediyor. Yâni metropol ile nekropolün anlamı ve işlevi aynîleşmiş durumda.
Üstad ne muhteşem söylemiş: “Yaşayadursun insan, hayat dediği zan’la!”
Erken dönem
metropolleri canlılarına saygı gösterirken, nekropolleri de ölülerine saygı
gösteriyordu! Bunun göstergesi de inşa ettikleri metropoller ve nekropoller!
Yâni “canlılar şehri” ile “ölüler şehri”.
Bir şey daha: Geç
Cumhuriyet dönemi insanları nekropollere ‘gömüldükleri’nin farkında değil!
“DNA Korsanları”
isimli fütüristtik bir filmde, korsanlar insanların vücutlarına girerek onları
öldürmektedir. Bu filmden bir cümle hatırlıyorum: “hayatta hangi yolu seçersek seçelim, bu jenerasyonun kendini yok etmek
gibi bir niyeti var.”
Niyeti aşmış bir
“cinnet” şeklinde şehirlerimizin DNA’ları yok ediliyor. Buna “kentsel dönüşüm”
anestezisiyle önce coğrafya imha edilerek, sonra da üzerine “dikey nekropol”ler
inşa edilerek devam ediliyor.
Bu hal karşısında hepimiz, idrak tutulmasına uğramış bir halde “seyrediyoruz”. Bunun adı herhalde “topluca intihar” olsa gerek.
“Güç
zehirlenmesi”yle tarihe, geleneğe, toprağa kastetmiş, “durdurulması imkânsız”
gibi görünen bir zihniyetin şehir dönüşümleri ister “erken” ister “geç” Cumhuriyet
dönemi olsun hep aynı !
Semerkand’la
ilgili derler ki; “Semerkand’ı gördüm
diyen kişiden, orada gördüğü acaibat ve garaibattan sual ederler. Eğer o kişi
bunları söylerse, o zaman onun şehri gördüğüne inanırlar, öbür türlü ‘bu adam
Semerkand’ı rüyasında görmüş’ derler.”
Biz
de gördüğümüz acaibat ve garaibatı yazmaya ve şehre dair “feryad ü figan”ımıza
devam ediyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder