duzenliyahya@gmail.com
Almanya Kültür Bakanı’nın Berlin’de
şöyle bir konuşma yaptığını düşünün: “Eğer
klasik Türk musikisi bir şehre dönüşseydi bu muhakkak Berlin olurdu; Berlin bir
müziğe dönüşseydi, muhakkak adı Klasik Türk musikisi olurdu”.
Veya Avusturya Kültür Bakanı’nın
Viyana’da bir müzik etkinliğinde şöyle konuştuğunu farz edin: “Eğer Horon bir şehre dönüşseydi muhakkak bu
Viyana olurdu; Viyana bir müziğe dönüşseydi, muhakkak adı Horon olurdu”.
Bu konuşmalar Almanya’da, Avusturya’da
nasıl karşılanır, nasıl bir etki yapar ve Kültür Bakanı nasıl bir tepki alırdı?
Büyük ihtimalle Alman ve
Avusturyalılar Bakanın “saçmaladığını”, bilincini kaybettiğini ve epilepsi
nöbeti geçirdiğini düşünürlerdi. Bakan da gelen tepkiler üzerine istifa ederdi.
Dahası Almanlar Bach’ın,
Beethoven’in, Wagner’in, Brahms’ın ruhuna ihanet edildiğini; Avusturyalılar ise
bu hakaretler karşısında Haydn ve Mozart’ın hayaletinin üzerlerinde
dolaşacağından endişe ettiklerini söylerlerdi herhalde. Bazı entelektüellerin
de bıyık altından kıs kıs gülüp olayı epeyi komik bulacakları da âşikâr.
Hâsılı, bu konuşmalar, Alman
ve Avusturya kültür tarihinde “Unutulmayacak ünlü skandallar” türünden yerini
alırdı.
Peki, bizde böyle bir şey
olsaydı… Oldu…
Türkiye’nin Kültür Bakanı 29
Nisan 2013 günü İstanbul’da UNESCO Uluslararası Caz Günü etkinlikleri nedeniyle
Çırağan Sarayı’nda ev sahibi sıfatıyla verdiği resepsiyonda şunları söylüyor: “Eğer caz bir şehre dönüşseydi muhakkak bu
İstanbul olurdu; İstanbul bir müziğe dönüşseydi, muhakkak adı caz olurdu.”
Bakan bunları söyledi ve hiçbir
şey olmadı, hiçbir tepki almadı. Belki de resepsiyona ‘niçin katıldığı’nın
farkında olmayan bazıları tarafından da alkışlandı. Bu sözler bakanın “özel
fantezileri” midir, yoksa bir İstanbul gerçekliğini mi ifade ediyor?
"Günün anlam ve önemi”ni
vurgularken tatlı su Frenklerine göz kırpmak babında ülkemizde benzerleri çok
görülen “zorunlu saçmalıklar” dizisinin önemli figürlerinden biri oldu.
Kültür Bakanı Ömer Çelik’in
gazetelere yansıyan fakat dikkat çekmeyen bu konuşması adeta Konfüçyüs veya
Budavarî bir aforizma (!). Bizim için son derece manidar… Herhalde Sayın Bakan,
bizim idrakimizi zorlayan, tahayyülümüzü aşan bir irtifada uçarak bunları
söylüyor olsa gerek.
Caz; batılı sömürgecilerce Afrika’dan getirilen
kölelerin Amerika’nın güneyindeki pamuk tarlalarında ve demiryollarında
çalışırken söyledikleri, kendilerine mahsus bir müziktir. Gayr-i insanî
şartlarda çalışan, hayatta kalmak için her şeye çaresizce boyun eğen kölelerin
duygularını ifade eden caz, kökeni Afrika olsa da bugün Amerikan rengine
büründürülmüş Afro-Amerikan cinsi bir ‘uyuşturucu’ olarak kullanılıyor…
Cazdan anlamıyor veya caza düşman
mıyız?
“Caz”ın değerini, muhtevasını
ve masum Afrikalı kökenlerini tartışmıyoruz. Kültür Bakanı UNESCO’ya şirin
görünmek veya İstanbul’un, tüm ulusların ve müziklerin barındığı, kendilerini
ifade edebilecekleri bir “dünya metropolü” olduğunu vurgulamak için bu sözleri
söylemiş olabilir? Ama yine de etkinliklere ev sahipliği yapmanın verdiği
mülkiyet duygusu ile bu topraklar ve insanlarda hiçbir karşılığı bulunmayan caz’ın
“İstanbul’lu ifadesi” böyle olmamalıydı?
Şehirlerin kendilerine
yabancılaştırılması, kendileri olmaktan çıkarılması birdenbire olmuyor. Fiili
istilâ bile şehirleri birdenbire tarihten silemiyor. Kültür, sanat, dil,
folklor, müzik… ile başlayan bir operasyon süreci şehrin önce ifsadını, sonra
inkârını ve sonra da imhasını beraberinde getiriyor.
Memleketimizin “Bakan kültürü”nden neş’et eden bu “şiir gibi hikmetli söz”ü anlayamayıp, kültür bakanının cümlesinden yola çıkarak paranoya mı üretiyoruz?
Ne derseniz deyin, nasıl
anlarsanız anlayın, zaten kendisine ait müzik altyapısı, kültür ve sanat
altyapısı yerinden oynamış, kökleriyle bağı koparılarak kısırlaştırılmış bir
toplumun/bir şehrin boşalan damarlarına bu tür “devlet telkinleri”yle enjekte edilen
şeyler enfeksiyonla sonuçlanır.
Kültür Bakanının yukarıdaki
sözleri de “şehir enfeksiyonu” türünden ifadeler…
Türkiye’de “Bakan kültürü”
maalesef böyle oluyor.. Üstelik bu sözleri söyleyen ülkenin “Kültür Bakanı”
olursa iş nerelere kadar gider siz hesap edin…
Kültür Bakanı -başta İstanbul
olmak üzere -şehirlerimizin “müzik dili”nin, genetiğinin… ezcümle kültür muhtevasının
her türlü yabancılaşmaya karşı yeni yorumlarla tahkim edilmesi yönünde bir
gayret içinde midir bilemiyorum. On bir yıldır hiçbir kültür bakanından sadece
müziğin değil, hiçbir “kültür değerimiz”in muhafazası, gelenekten yeni değerler
üretme ve yeni nesillerce içselleştirilmesi yönünde esaslı bir çabaya şahit
olmadık.
Bizde “bakan kültür”leri
böyle oluyor demek ki.
Biraz daha klasikleştirelim:
“Çelebi! Bizde böyle olur entel Bakan dediğin!”
UNESCO’nun İstanbul
Uluslararası Caz Günü etkinliğine yaptığınız ev sahipliği kadar olsun şehrin kültürel
ve fizikî siluetinin bozulmasına dair ikazına niçin aldırış etmiyor, cevap
vermiyorsunuz?
Kültür Bakanı’nın “aforizmasından”(!)
böyle vahîm sonuçlar çıkarılabilir mi?
Bu tür etkinliklerle
şehirlerimizi “pazarlama” cinneti sadece İstanbul’la sınırlı değil. Yaşadığımız
şehirlerin, “kifayetsiz muhteris”ler eliyle nerelere kaydırıldığını, nasıl bir
yabancılaştırılma koridoruna sokulduğunu görmemek için kör olmaya bile gerek
yok. Bunu âma bile görür…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder