13 Mayıs 2013 Pazartesi

ŞEHİR “JAZZ”A, JAZZ ŞEHİRE DÖNÜŞÜRSE…

Yahya Düzenli
duzenliyahya@gmail.com

Almanya Kültür Bakanı’nın Berlin’de şöyle bir konuşma yaptığını düşünün: “Eğer klasik Türk musikisi bir şehre dönüşseydi bu muhakkak Berlin olurdu; Berlin bir müziğe dönüşseydi, muhakkak adı Klasik Türk musikisi olurdu”.

Veya Avusturya Kültür Bakanı’nın Viyana’da bir müzik etkinliğinde şöyle konuştuğunu farz edin: “Eğer Horon bir şehre dönüşseydi muhakkak bu Viyana olurdu; Viyana bir müziğe dönüşseydi, muhakkak adı Horon olurdu”.

Bu konuşmalar Almanya’da, Avusturya’da nasıl karşılanır, nasıl bir etki yapar ve Kültür Bakanı nasıl bir tepki alırdı?

Büyük ihtimalle Alman ve Avusturyalılar Bakanın “saçmaladığını”, bilincini kaybettiğini ve epilepsi nöbeti geçirdiğini düşünürlerdi. Bakan da gelen tepkiler üzerine istifa ederdi.

Dahası Almanlar Bach’ın, Beethoven’in, Wagner’in, Brahms’ın ruhuna ihanet edildiğini; Avusturyalılar ise bu hakaretler karşısında Haydn ve Mozart’ın hayaletinin üzerlerinde dolaşacağından endişe ettiklerini söylerlerdi herhalde. Bazı entelektüellerin de bıyık altından kıs kıs gülüp olayı epeyi komik bulacakları da âşikâr.

Hâsılı, bu konuşmalar, Alman ve Avusturya kültür tarihinde “Unutulmayacak ünlü skandallar” türünden yerini alırdı.

Peki, bizde böyle bir şey olsaydı… Oldu…

Türkiye’nin Kültür Bakanı 29 Nisan 2013 günü İstanbul’da UNESCO Uluslararası Caz Günü etkinlikleri nedeniyle Çırağan Sarayı’nda ev sahibi sıfatıyla verdiği resepsiyonda şunları söylüyor: “Eğer caz bir şehre dönüşseydi muhakkak bu İstanbul olurdu; İstanbul bir müziğe dönüşseydi, muhakkak adı caz olurdu.”

Bakan bunları söyledi ve hiçbir şey olmadı, hiçbir tepki almadı. Belki de resepsiyona ‘niçin katıldığı’nın farkında olmayan bazıları tarafından da alkışlandı. Bu sözler bakanın “özel fantezileri” midir, yoksa bir İstanbul gerçekliğini mi ifade ediyor?

"Günün anlam ve önemi”ni vurgularken tatlı su Frenklerine göz kırpmak babında ülkemizde benzerleri çok görülen “zorunlu saçmalıklar” dizisinin önemli figürlerinden biri oldu.

Kültür Bakanı Ömer Çelik’in gazetelere yansıyan fakat dikkat çekmeyen bu konuşması adeta Konfüçyüs veya Budavarî bir aforizma (!). Bizim için son derece manidar… Herhalde Sayın Bakan, bizim idrakimizi zorlayan, tahayyülümüzü aşan bir irtifada uçarak bunları söylüyor olsa gerek.

Caz; batılı sömürgecilerce Afrika’dan getirilen kölelerin Amerika’nın güneyindeki pamuk tarlalarında ve demiryollarında çalışırken söyledikleri, kendilerine mahsus bir müziktir. Gayr-i insanî şartlarda çalışan, hayatta kalmak için her şeye çaresizce boyun eğen kölelerin duygularını ifade eden caz, kökeni Afrika olsa da bugün Amerikan rengine büründürülmüş Afro-Amerikan cinsi bir ‘uyuşturucu’ olarak kullanılıyor…

Cazdan anlamıyor veya caza düşman mıyız?

“Caz”ın değerini, muhtevasını ve masum Afrikalı kökenlerini tartışmıyoruz. Kültür Bakanı UNESCO’ya şirin görünmek veya İstanbul’un, tüm ulusların ve müziklerin barındığı, kendilerini ifade edebilecekleri bir “dünya metropolü” olduğunu vurgulamak için bu sözleri söylemiş olabilir? Ama yine de etkinliklere ev sahipliği yapmanın verdiği mülkiyet duygusu ile bu topraklar ve insanlarda hiçbir karşılığı bulunmayan caz’ın “İstanbul’lu ifadesi” böyle olmamalıydı?

 İşte bir şehrin “Dünya Kenti”, “Uygarlıklar Kenti”, “Uygarlıklar Buluşması” anestezileriyle giderek kendine “yabancılaştırılması” bu tür sahte klonlama operasyonlarıyla oluyor.

Şehirlerin kendilerine yabancılaştırılması, kendileri olmaktan çıkarılması birdenbire olmuyor. Fiili istilâ bile şehirleri birdenbire tarihten silemiyor. Kültür, sanat, dil, folklor, müzik… ile başlayan bir operasyon süreci şehrin önce ifsadını, sonra inkârını ve sonra da imhasını beraberinde getiriyor.

Memleketimizin “Bakan kültürü”nden neş’et eden bu “şiir gibi hikmetli söz”ü anlayamayıp, kültür bakanının cümlesinden yola çıkarak paranoya mı üretiyoruz?

Ne derseniz deyin, nasıl anlarsanız anlayın, zaten kendisine ait müzik altyapısı, kültür ve sanat altyapısı yerinden oynamış, kökleriyle bağı koparılarak kısırlaştırılmış bir toplumun/bir şehrin boşalan damarlarına bu tür “devlet telkinleri”yle enjekte edilen şeyler enfeksiyonla sonuçlanır.

Kültür Bakanının yukarıdaki sözleri de “şehir enfeksiyonu” türünden ifadeler…

Türkiye’de “Bakan kültürü” maalesef böyle oluyor.. Üstelik bu sözleri söyleyen ülkenin “Kültür Bakanı” olursa iş nerelere kadar gider siz hesap edin…

Kültür Bakanı -başta İstanbul olmak üzere -şehirlerimizin “müzik dili”nin, genetiğinin… ezcümle kültür muhtevasının her türlü yabancılaşmaya karşı yeni yorumlarla tahkim edilmesi yönünde bir gayret içinde midir bilemiyorum. On bir yıldır hiçbir kültür bakanından sadece müziğin değil, hiçbir “kültür değerimiz”in muhafazası, gelenekten yeni değerler üretme ve yeni nesillerce içselleştirilmesi yönünde esaslı bir çabaya şahit olmadık.

Bizde “bakan kültür”leri böyle oluyor demek ki.

Biraz daha klasikleştirelim: “Çelebi! Bizde böyle olur entel Bakan dediğin!”

UNESCO’nun İstanbul Uluslararası Caz Günü etkinliğine yaptığınız ev sahipliği kadar olsun şehrin kültürel ve fizikî siluetinin bozulmasına dair ikazına niçin aldırış etmiyor, cevap vermiyorsunuz?

Kültür Bakanı’nın “aforizmasından”(!) böyle vahîm sonuçlar çıkarılabilir mi?

Bu tür etkinliklerle şehirlerimizi “pazarlama” cinneti sadece İstanbul’la sınırlı değil. Yaşadığımız şehirlerin, “kifayetsiz muhteris”ler eliyle nerelere kaydırıldığını, nasıl bir yabancılaştırılma koridoruna sokulduğunu görmemek için kör olmaya bile gerek yok. Bunu âma bile görür…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder