Yahya Düzenli
duzenliyahya@gmail.com
TOKİ, “Türk aile yapısına göre konut tasarımı konusunda Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanlığı ile görüşmelere başladı.”
Bu haberin geçtiği gazeteleri okuyunca hemen
TOKİ’nin internet sitesindeki “Faaliyet Özeti”ne bir göz attım. Meydan
muharebesi kazanmış muzaffer bir kahraman edasıyla TOKİ şöyle öğünüyor: “Planlı kentleşme ve konut üretimi
seferberliği kapsamında 81 il ve 800 ilçede, 2.659 şantiyede, 589.289 konut
rakamına ulaşılmıştır.” Peki bu ne anlama geliyor. TOKİ onu da şöyle
özetliyor: “Bu rakam 100 bin nüfuslu 22
adet şehir demektir.”
TOKİ’nin yaptıklarına bakınca, bırakın
nüfusun çok düşük olduğu eski zamanları, modern zamanlarda bile neredeyse yeni
bir ülke kuracak bir iş yapmış olduğu anlaşılıyor.
TOKİ Başkanı, “Türk aile yapısına göre konut, sektörün millete borcudur. Bu konuda
hepimize ve bütün mimarlara, mühendislere, uzmanlara ve yapımcılara büyük
görevler düşmektedir.” şeklinde devam ediyor.
Öncelikle TOKİ’nin “millete borçlu”
olduğunu hatırlaması ve tarihî hafızaya dönmesinin önemli bir sağlık işareti
olduğuna vurgu yapalım.
Ancak bu haberi okuyunca insan şöyle
düşünüyor: Demek ki bugüne kadar 600 bine ulaşan 22 şehriniz Türk aile yapısını
düşünmeden inşa edilmiş ‘sığınak-barınak’lardan ibaretmiş. Dolayısıyla da Türk
aile yapısı TOKİ konutları marifetiyle ifsat edilmiş.
TOKİ’nin “Türk aile yapısına uygun
konut” projesi büyük bir iddia! Çünkü bugüne kadar yaptıklarına bakarak,
bugünden sonra yapacaklarını az çok tahmin edebiliyoruz.
Daha önce de TOKİ “Selçuklu konutları
yapacağız” diye açıklamlar yapmıştı. Garabetin bu derecesi ancak TOKİ’ye mahsus
olabilir. Osmanlı’yı atlayıp da bu “Selçuklu tipi ev” garabeti nereden çıktı
bilemiyorum. Medeniyetimizin adının “s”si bile bırakılmamış bu önemli dönemine
ait “yaşama mekânları” bin yıl
sonra yeniden ve “Selçuklu tarzı”na
uygun nasıl yapılacaktır? Büyük ihtimalle, Doğu Anadolu’da halen son
kalıntıları bulunan cami ve kümbetlerdeki bazı motifleri yaptıkları (eski
yaptıklarından farkı olmayacak olan) toplu konutların üzerine kopyalamakla
“Selçuklu evi” yapmış olacaklar (!)
Selçuklu evi veya Osmanlı evinin zamanı
artık kaybolmuştur. Yapılması gereken; “kloncu zihniyet”le muvazaacılığa
soyunmak değil, modern zamanlarda Selçuklu ve Osmanlı’nın devamı bir “şehir ve
mimarî tarzı” ortaya koyabilmektir.
Bu konuda TOKİ’nin herhangi bir
birikimi, tecrübesi, idraki ve irfanı var mıdır?
Zannetmiyoruz!
Olsa olsa adını “Selçuklu” koyup “demek
ki Selçuklu buymuş!” deyip bizi de inandıracaklar (!)
Bu cümlelerimizden bizim Selçuklu veya
Osmanlı mimarîsine uygun konutlara itirazımız var sonucu çıkmamalı. İtirazımız;
ortaya çıkabilecek “garabet”e dair endişelerimizi dile getirmeye matuğtur. Ve
TOKİ’nin zihninde olduğunu tahmin ettiğimiz “Selçuklu imajı”na uygun yapılacak
konutlara “Selçuklu” adının verilmesindeki vahamete dikkat çekmektir.
Peki, değişen ve artık kalmayan “büyük
aile” yerine “çekirdek aile”ler için yapılacak Selçuklu evlerinde hangi model
esas alınacak? Hangi aile yapısı? Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı “aile”yi
çoktan terketmiş, “kadına şiddet, kadın istihdamı, töre cinayetleri”
popülariteleriyle görüntüyü kurtarmakla meşgul.
Dünya görüşü yok olmuş ve yaşama kültürü
ifsat edilmiş aile yapısına uygun evler nasıl inşa edilecek doğru merak
ediyoruz. Yoksa bin yıl önceye ait yeni bir “çekirdek aile modeli mi icat edilecek?”…
Fıkrayı bilirsiniz…
Hâkim, sinirli bir şekilde sanık Temel’e bağırmış:
- Karakolda suçunu itiraf etmişsin.
Şimdi niye inkâr ediyorsun?
Temel boynunu büküp “Hakim Bey, o zaman henüz avukat tutmamıştım. Şimdi Avukatımı dinledikten sonra suçsuz olduğuma ben bile inandım!...” demiş.
Temel boynunu büküp “Hakim Bey, o zaman henüz avukat tutmamıştım. Şimdi Avukatımı dinledikten sonra suçsuz olduğuma ben bile inandım!...” demiş.
Son on bir yıldır yoğunlaşmış bir
şekilde yaptıkları ortada iken, biz de TOKİ’ye inanalım mı?
Öyle anlaşılıyor ki; TOKİ, bugüne kadar
yaptıklarına yöneltilen yoğun eleştirilere karşı bir “savunma refleksi”
geliştirme çabasındadır.
Biz gene de TOKİ’nin “Türk Aile yapısına
uygun Selçuklu modeli” evler yapmasına inanmış görünerek TOKİ’ye rahmetli
muhakkik mimar Turgut Cansever’in eserlerini acilen “kılavuz el kitabı” olarak
tavsiye ediyoruz. Bu konuda yazdıklarımızı tekrar etmek istemiyoruz.
Rahmetli Cansever 1989 yılında
kendisiyle yapılan bir söyleşide “mimaride
yeni yönelişleri ortaya koyabilecek tek ülke Türkiye’dir” demişti. Pek
zannetmiyoruz ama inşallah TOKİ bu görevi yüklenir. Burada Cansever’in şu sözünü
daha hatırlatalım: “Ben doğrusu bir şeyden çok
emindim. Hatırlıyorum; çocuklarım, kardeşlerim, ‘Sen bunları yazıyorsun ama kim
okuyacak, yazacak?’ diyorlardı. ‘Birileri okuyacak, biliyorum’ diyordum.”
TOKİ, mademki böyle bir “büyük
seferberliğe” çıkıyor, seferberlik öncesi ilgililere yine rahmetli Cansever’in
şu müthiş ikazını ve mesajını da hatırlatalım, ona kulak vermeye çağıralım.
Çağıralım ki, “Selçuklu konutları” iddialarının nasıl bir zahnî temele oturması
gerektiğini idrak etsinler:
“Mimarlık
eseri, sanatçının varlık ve kâinatın yapısına ait gerçeklikleri seziş ve
tasavvur edişinin yansıması oranında yücelik kazanır. Modern semantiğin
yaklaşımına göre, gerçek sanat ve mimarlık eseri, bir mesaj bütünlüğüdür.
‘Tebliği sunmak ve o noktada durmak’ şeklindeki İslâmî kurala uyan İslâm
kültürlerinde mimarlık eserleri, şüpheli olandan arınmış bir tavır içinde,
ortaya koydukları mesajları en azla yetinen suskunluklarıyla yüceltirler. Mimar
Sinan’ın eserleri de İslâm-Osmanlı sanat ve mimarlık tarihinin bu köklerine
dayalı bir tavır içindeki biçim bütünlükleridir. İslâmiyet her an yeniden
oluşan bir varlık ve kâinat tasavvuruna sahip olduğundan, İslâm mimarlık
sanatı, hareket halindeki insanın her farklı noktada yeni veçhelerini
algıladığı, her yeni adımda bir önceki hatırlanarak zamanın bütünlüğü içinde
kavranabilecek bir yapıdadır. Bu sebeple İslâm mimarisi, özellikle Osmanlı
mimarisi, tek bir noktadan bakılarak anlaşılamaz; eser, kendisine yönelik bakış
noktasına ve tarzına göre sürekli farklı vasıflar kazanır...”
TOKİ tarihî ev ve mimarî konusundaki
“büyük iddiası”nda eğer ciddi ise, gecikmiş de olsa acilen “Cansever
okumaları”na başlamalı, anlamalı, sindirmeli, hazmetmeli ve gerçekleştirmeli
diye düşünüyoruz.
Eski deyimle “Bâ’de harab-ül Basra..”
Yâni “Basra harap olduktan sonra” diyerek, yapılanları izlemeye devam edeceğiz.
Karacaoğlan söylenmesi gerekeni
söylemiş:
“Şimdi
gayri benim hükmüm yürümez!”