Yahya Düzenli
duzenliyahya@gmail.com
Vesayet; iradesi yok sayılana, neye bağlı ve neye karşı olacağına karar
verme rüşdüne sahip olamayana, korunmaya muhtaç olana vasi olma durumudur. Yâni
sizin adınıza “birilerinin karar vermesi”, sizin irade ve rüşd’ünüzün birileri
tarafından kullanılması, irade devri ve tasarrufudur.
İnsanlar üzerinde vesayet söz konusu olduğu gibi, şehirler üzerinde de
vesayet söz konusu olabilir. Özellikle
şahsiyetli, genleri bozulmamış ‘her an yeni doğan’ şehirler, tarih boyunca
‘birilerinin’ endişe kaynağı olmuştur. Şehirleri bu yönde birilerinin ‘endişe
kaynağı’ haline getiren asıl sebep; şehrin manâsı, değer üretme kapasitesi ve
şahsiyetiyle öne çıkmış ‘adanmış insanları’dır.
Trabzon da bu anlamda tarihsel arka plânı, birikim ve muhtevasıyla
dikkat çeken bir şehirdir. Özellikle siyaset, tarih, kültür, sanat, vb. alanlarındaki
şahsiyetleriyle tarihî sürekliliğini korumuş ve özgünlüğünü yeni zamanlara
taşımıştır.
Trabzon’un Osmanlı’nın ‘klâsik
çağı’ veya ‘kemâl çağı’olarak
nitelendirilen XV. ve XVI. yüzyıllarda fethedilişiyle birlikte imar, inşa ve
ihya hareketlerinin hızlanışı şehrin o dönemde de önemli olduğunu ortaya
koyuyor. Trabzon yabancılaşma ve batılılaşma çığırının belirgin bir şekilde
ortaya çıktığı Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde de ilgi odağı olmasının yanı
sıra, daha sonra özellikle İttihat ve Terakki’nin ipleri ele geçirdiği yıllarda
da ittihatçıların en güçlü ve etkili olduğu şehirlerden birisidir.
Öyle ki Cumhuriyet’le birlikte, özellikle yeni siyasî rejimin ‘ne
pahasına olursa olsun’ yerleştirilme operasyonlarında da şehir olarak sesini
yükseltmiş, duruşunu göstermiştir. Burada aklımıza hemen Şehid-i Muazzez Ali
Şükrü Bey gelir. Ali Şükrü Bey’in şahsında Trabzon’un taşıdığı mana ve önem Cumhuriyet
kurucularını tedirgin etmekle kalmamış, batılılaşma ve kendinden uzaklaşma,
yabancılaşma ve ‘yeni bir zihin inşa etme’ projelerine Ali Şükrü Bey’i en büyük
engel görmüşler ve onu son derece trajik ve alçakça bir tertiple bedenini ortadan kaldırmakla susturabilmişlerdir.
İşte, yakın siyasî tarihimizde Trabzon ve Ali Şükrü Bey, yabancılaşmaya
karşı muhalif kimlikleriyle insan ve şehirlerin “vesayet altına alınamazlığı”na
veya vesayete karşı direnmeye en önemli misaldir. Bu anlamda Uğur Mumcu’nun
“Kazım Karabekir Anlatıyor” isimli kitabındaki olaylar dikkat çekicidir. Mumcu,
“14 Ocak 1923 günü M. Kemal, Karabekir
ve Fevzi Paşa ile trenle İzmir’e gider. Gazi o gün çok öfkelidir. Öfkesinin
nedeni de Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey’in çıkaracağı gazete için
Ankara’ya matbaa makinası getirmesidir” tespitinden sonra Kazım Karabekir’in ağzından şunları naklediyor:
“Gazi pek
asabi idi. Muhaliflerden Ali Şükrü Bey, ‘Ankara’ya
matbaa makinası getirmiş… Tan adında bir gazete çıkaracakmış, siz hâlâ
uyuyorsunuz’ diye yaveri Cevat Abbas Bey’e verdi, veriştirdi. Ve ‘yakın, yıkın’ diye çıkıştı. Yalnız
kalınca kendilerini teskin ettim. Bu tarzdaki beyanatının dışarıya aks
edebileceğini ve pek de doğru olmadığını anlattım.”
Sadece bu
belgesel olay bile Trabzon’un ve Ali Şükrü Bey’in şahsiyeti ile karşısındakilerin
tedirginliklerini anlatmaya yeter.
Trabzon’u
vesayet altına alma operasyonları Ali Şükrü Bey’le sınırlı değil tabii. Ali
Şükrü Bey yakın siyasi tarihimizin en önemli remz şahsiyeti, sembol kişiliği…
Mustafa
Suphi’nin, Ali Şükrü Bey’in şehid edilmesinden yaklaşık iki yıl önce Bakü’den
Erzurum yoluyla Trabzon’a gelmesi ve 28 Ocak 1921’de Kayıkçılar Kâhyası Yahya
Kaptan ve çetesi tarafından Sürmene açıklarında arkadaşlarıyla birlikte
öldürülmesi, daha sonra cinayeti işleyen Yahya Kaptan’ın bu olayın
‘planlayıcılar’ının emriyle öldürtülmesi de Trabzon üzerinde yürütülen
ideolojik vesayet operasyonlarının çarpıcı yansımalarından biridir.
İlginçtir
ki; Trabzon üzerindeki ideolojik vesayet operasyonlarında Mustafa Suphi gibi
Türk solunun referanslarından birisi Kemalist rejimce katlettirilmesine rağmen,
devam eden çizgide bugünkü sol ve kemalist
kitle gen müşterekliği tesis
ederek yeni bir akrabalık biçimi ortaya koyuyor. Bu çelişkinin sebebi ile birlikteliklerinin
anlamı ve kaynağı; karşı oldukları ruh ve değerlerdir!
Trabzon üzerindeki
ideolojik vesayet 1930’lı yıllarda Umumi Müfettiş Tahsin Uzer’in İmaret Külliyesi’nin
önemli bir kısmını yıktırıp bugünkü Atapark’a dönüştürerek devam eder. Daha sonra
1940’lı yıllarda İsmet İnönü dönemi CHP’sinin uygulamaları da Trabzon üzerindeki
vesayetinin ceberut bir biçimde devamıdır.
Bugün
görüyor ve anlıyoruz ki, onları aynı potada eriten, varoluş mücadelelerinin son
yıllarda giderek artan bir şekilde aynı çizgiye doğru ilerlemesi, mustarip
oldukları çevrelerin ortak özelliğinin ise İslami referansları ön plandaki
çevreler olmasından başka bir şey değil. Belki de onları bir arada gösteren şey
siyaset üzerinde her zaman dolaşan “ecinnilerin” kurgusal aklıdır.
Yakın
tarih olayları da gösteriyor ki; Trabzon her dönem birilerinin “test laboratuvarı”
olarak kullanılmış ve buradan çıkacak sonuçlar genel siyasî politikaların
belirlenmesinde etkili olmuştur.
Ki yakın
zamanda ve halen de Trabzon üzerinde koparılan “Trabzon elden gidiyor, işgal
ediliyor” şeklindeki “Pontus paranoyaları” da, Trabzon’u vesayet altına alma
operasyonlarının psikolojik boyutunun bir parçasıdır.
Yine
Hrant Dink cinayeti üzerinden Trabzon üzerinde güçlü bir psikolojik savaş
yürütülmüş, derin devletin arenelarından biri haline getirilmek istenen şehrin
Müslüman kimliğine siyasi bir cinayetin kan izleri bulaştırılmaya çalışılmıştır.
Yani
vesayet rejimi, ittihatçı gelenekle birlikte, Trabzon üzerinde bir “kontrollü
gerginlik” stratejisi sürdüregelmiştir.
Bugüne
geliyoruz…
Bugün, bütünüyle olmasa da, Trabzon’un üzerine çökmüş, kendilerini
şehrin “emval ve erzak sahibi” gören bir ideolojik vesayet güruhu var.
Özellikle sol-kemalist karışımı bu vesayet makamındakiler uzun süredir
Trabzon’u ‘kendisinin malı’ gören, Trabzon’u manevi değerlerinden, geçmişinden,
inançlarından arındırılması gereken bir tasavvur olarak ifade eden ve bir başka
deyişle bütün bu unsurları halkbilimsel bir olgu, ruhu kaybolmuş bir obje, nesne, emtia gibi algılayan bir
anlayışa sahip… Modern zamanların
‘arkeolojik malzemesi’ olan fikir, kavram ve muhtevasıyla suyun kıyısına
atılmış bu anlayış, ‘küllerinden yeniden
doğmak’ için çırpınıp duruyor.
Bunların idrakleri vesayet altında olduğu için karşılarındaki herkesin
ve bütün bir şehrin de mutlaka vesayet altına alınması gerektiğine
şartlanmışlardır.
Trabzon üzerinde ideolojik vesayet kurmak isteyenlerin zaman zaman
yükselen histerik çığlıkları, vesayet makamlarının ellerinden alınmaması için her an
teyakkuz halindedir.
·
Bunlar, nesli
tükenmeye yüz tutsa da daima reenkarne olabilen kimi kerameti kendilerinden menkul şehir sanatçıları, kültür adamları, kendilerini
sanatçı, kültür adamı “nasb” eden, duyargaları dumura uğramış bir “cemaat”tir!
·
Bunlar,
1930’ların Halkevi zihniyetinin günümüzdeki arkaik-müzelik uzantıları olan
sol-kemalist aydınlar olarak boy gösterenlerdir!
·
Bunlar, ülke
gündemini belirlediklerini zanneden, megalomanlıkları boylarını/çaplarını aşmış
“taşra sendromu”na yakalanmış bazı yerel gazetecilerdir, yazarlardır.
·
Bunlar, şehrin
futbol takımını ticarî rantlarının malzemesi yapmış kimi işadamlarıdır.
· Bunlar, binbir
suratlı, her deliğin başında pay umma kaygısıyla bekleşen şehir hegemonlarıdır.
·
Bunlar, kendileri
futbol takımının başında iken siyasî mesaj vererek siyasetle sarmaş dolaş
olmuşken; tahtlarını kaybedince “spora siyaset bulaştı, spor siyasete kurban
ediliyor” yaygarası basanlardır.
·
Bunlar, ideolojik
şartlanmışlık gözlükleriyle baktıkları Trabzon’da bugünü ve yarını kuşatıcı
hiçbir manevi kimlik ve değer göremezler!
·
Bunlar için
şehrin değerleri ve insanlarının inançları önemli değildir. Hatta zaman zaman
bilinçaltı kaçırmaları şeklinde o değerleri tahkir etmekten de vazgeçmezler.
·
Bunlar için kendi
ideolojik referansları ‘kutsal’, şehrin anlam ve değer dünyası ise önemsiz ve
gereksizdir.
·
Onlar için İslam
‘ontolojik’ değil, etnografik bir malzemeden ibarettir.
·
Bunlar, büyük
şehirlerde oluşturdukları ‘diaspora’ ile şehrin rantından pay kapmaya çalışan
kimi vakıf, dernek ve örgütlerdir…
·
Bunlar, koskoca
Trabzon’u Trabzon dışında temsil edecek bir organizasyon düşünüldüğünde ilk
akla gelen ve her türlü arazi şartlarına uyum ve kıvrılma kabiliyeti olan ihalecilerdir.
·
Bunlar, Trabzon
Ayasofya’nın tekrar camiye çevrilmesine tahammül edemezler! Bunlar için Ayasofya
ancak “müze ve kilise” olarak kalırsa bir değeri ve anlamı vardır.
·
Bunlar için
Trabzon’un ahalisi tıpkı Cumhuriyet’in ilk yıllarında Ankara’da Ulus semtine
sokulmayan, kendilerinden tiksinilen ‘köylüler’dir.
·
Bunlar, rengi ne
olursa olsun her zaman ‘çıkarları’ için siyasi iktidarlarla dirsek temaslarını
yitirmek istemeyenlerdir.
·
Bunlar,
coğrafyanın manevi iklimine tahammül edemeyenler, ekranlarda, sahnelerde ‘rantını
yedikleri” şehrin insanlarını tahkir eden sanatçı artıklarıdır.
·
Bunlar,
kendilerini “şehrin sahibi” zanneden evhamlılardır!
·
Bunlar, söylemlerinin
aksine kendi gibi düşünmeyenlere, “farklılık”lara tahammül edemezler! Çünkü
aslında “kendi”leri de olmadıkları için başkalarını anlayamazlar!
·
Bunlar, ideolojik
kaymanın etkesiyle ile birlikte
psikolojik kaymaya da maruz kaldıkları için önlerindeki büyük şehri doğru
okuyamaz, doğru göremezler.
Evet… Trabzon’da bir vesayet rejimi var.
Mustafa Suphi’den, Yahya Kâhya’dan, İttihatçılıktan bu tarafa. Günümüzde vesayet
rejimi işte bu muhtevadaki “el”lerle sürdürülmek isteniyor. Ne yazık ki bu
“vesayet rejimi”ne karşı hiçbir tepki yok! Tepki olmayınca boşluğu bunlar
doldurmaya çalışıyor ve şehir bizden sorulur” korosunu her makamda icra
ediyorlar!
Trabzon nasıl oldu da bu vesayet rejiminin
ağına düştü?
Trabzon bütün ihraç malları (kültür, sanat, mimari, vs.) ıskartaya
çıkmış bu sol-kemalistlerden mi ibarettir?
Peki, bu “vesayetçi”lerin değirmenine su taşıyan, şehrin değerlerini öğütmelerine destek veren,
yerine göre suyun her yakasını dolaşan, ama siyasî konjonktüre göre “bu
yakası”nda görünmeyi de ihmal etmeyen siyasîlere, iş adamlarına,
akademisyenlere, bürokratlara vs. ne demeli?
Trabzonluyum diye geçinen, büyükşehirlerde ihale ve ek gösterge
kovalayan lobileri oluşturan, hamaset katsayısı yüksek güya “milli hassasiyet”
iddialıların, şehre dair bu muhteşem suskunlukları neden?
Trabzon; Olimpos’un artık kadük olmuş, ipliği pazara çıkarılmış, sönmüş
“aydınlanma meşalesi”ni yaklaşık bir asırdır burada yakmaya çalışan bu
vesayetçilere bırakalamayacak kadar önemli, sahiplenilmesi gereken bir
şehirdir!
Trabzon’un tarihsel gerçekliği şehrin bunlara “bırakılamayacak
kadar” önemli olduğuna vurgu yapıyor,
ancak kendisinin “farkına varanlar”, sahip çıkanlar olmak şartıyla!
Trabzon bütün yönleriyle sol-kemalist vesayet rejiminden kurtulmadıkça
kendini bulamayacak, rüşdüne kavuşamayacaktır!
Bir kabus gibi tüm şehrin üzerini kaplamış, ölümsüz mitolojik dalgalar
şeklinde şehri kuşatmış bu ideolojik
vesayetin hâlâ farkına varamayanlar için vâsilik vazgeçilemez, devredilemez
bir yönetim biçimidir!
Cemil Meriç, ‘ideolojiler idrakimize giydirilmiş deli gömlekleridir’
der. Birileri on yıllardır Trabzon’un idrakine deli gömleği giydirmeye
çalışıyor ve biz hâlâ bunun yeterince farkında bile değiliz. Trabzon başına
geçirilen bu çuvalı ne zaman fark edecek; bu mugalata erbabının ifrazatlarının
bulaştığı vicdanını, kültürünü, irfanını
ve şehrin örselenmiş o güzel ruhunu ne zaman geri alacak bu ellerden?
Trabzon, kadîm tarihinde yüzyıllarca büyük bir medeniyetin ağırlığını
üzerinde taşıdı. Bu medeniyetin idrak, inşa ve ihyası için kavga verdi. Peki, tarihsel
damarlarını söküp yerine silikon kanallar açmaya çalışanları görecek, bünye
ifrazatı veya artığı şeklinde atacak sterilizasyonu bugün de gösterebilecek mi?
Trabzon, kadîm tarihinde yüzyıllarca büyük bir medeniyetin ağırlığını
üzerinde taşıdı. Bu medeniyetin idrak, inşa ve ihyası için kavga verdi. Peki,
tarihsel damarlarını söküp yerine silikon kanallar açmaya çalışanları görecek ve
bünyesini fuzuli işgal edenleri gerçekte ait oldukları yere gönderecek steril
anlayışı ne zaman gösterecek? Bunu sabırla, ümitle beklemeye devam ediyoruz.
Trabzon kendini kemiren simbiyotik ilişkilere dayalı bu organizasyonu
ve oynanan oyunları nihayetinde görecek, algılayacak ve kendi varoluş
çizgisinin belirlediği ufuklara kanat çırpacaktır.
Her şeye rağmen Trabzon’un irfan ve idrakinin bunları bünye ifrazatı şeklinde
atacak steril yapıda olduğuna inanıyoruz.