12 Ağustos 2013 Pazartesi

YENİ TRABZON VALİSİ VE ŞEHRİN KUŞATILMIŞLIĞI… -tavsiye ve öğütname babında birkaç cümle-


Yahya Düzenli
duzenliyahya@gmail.com

Yeni tayin edilen Trabzon Valisinin Köroğlu gibi kendisi gelmeden ‘nâmı’ gelmeye başladı. Vali demek, bir anlamda ‘mesaj’ demek. Yeni vali de mesajlarıyla Trabzon’a doğru yola çıktı.  Dahası da var. Amasya Valiliğinden Trabzon’a atanan Vali “Amasya gibi tarihi derinlikleri olan bir şehzadeler şehrinden Trabzon gibi yine tarihi derinliği olan şehzadeler şehrine geliyorum.” şeklinde ‘beylik’ bir söz ediyor, doğru da söylüyor. Bu sözü bize Amasya’da doğan ve Trabzon’da 29 yıl şehzadelik (Valilik) yapan büyük devlet inşacısı Yavuz’u hatırlatıyor…  Ancak, ne yazık ki şehzade şehirlerinin Valisinin Trabzon’a doğru yola koyulurken bir diğer beyanatı da şehrin bugünkü sun’i popülaritesi ile ilgili.  Vali’nin Amasya’dan Trabzon’a yönelik ilk açıklamaları Trabzon’un ‘gündelik kültürü’nün ürünü sokak sloganları: “Trabzonspor marka olmuş bir değer”. Bir değeri de “Bize her yer Trabzon.”

Siyasetçisinden iş adamına, bürokratından kültür-sanat çevrelerine, dağdaki çobandan akademisyenlere kadar ‘ne anlama geldiği’ düşünülmeden dudak tiryakiliği keyfiyle sirayet etmiş olan özellikle bu iki slogan zannedildiğinin aksine “şehir aidiyeti”ni değil “şehir asabiyeti”ni ifade eder. Bu iki slogan üzerine epey yazılar yazdığımız ve ‘etimoloji’lerine kadar irdelediğimiz için bu yazımızı buna tahsis etmeyeceğiz.

Yeni Vali, herhalde şehri kuşatıcı bir bakışla tanıdığını ifade etmek ihtiyacından olsa gerek bunları söylüyor. Ya da Trabzon’a ‘kutsal cümleler’ olarak ‘yapıştırılan’ bu sloganlar bir enfeksiyon gibi öylesine yayılıcı ki nerede kime bulaşacağı belli olmuyor.

“Değer”in anlamı, etimolojisi, ne olduğu ayrı bir mesele… Futbol, söylenildiği gibi Trabzon için bir değer. İnsanların kendilerini “O’na göre” şekillendirdikleri, referans aldıkları bir mesnet. Ancak, şehrin “ihdas kapasitesi”ni değil “ifsat kapasitesi”ni artırıcı bir değer!  Modern zaman ‘müskirat’larından olan futbolun, özellikle Trabzon’da her şeyi bir kasırga gibi peşine takıp götüren, daha doğrusu öğüten fonksiyonu, öyle anlaşılıyor ki yeni Vali’yi de etkileyecek… Hatta ilk beyanatlarından da anlaşılıyor ki futbolun şehri kuşatan radyasyon bulutları gibi yayılıcı etkisi ne yazık ki yeni Vali’yi de etkilemiş görünüyor.  Şehri bilmeyen, tanımayanları bile etkileyen bu mankurtlaştırıcı söz yığınları ile imgesi oluşan Trabzon’a yeni vali yanlış kapıdan, yanlış adımlarla giriyor, girmek zorunda kalıyor.

Bir süredir “tedavüle sokulan” bu sloganlar her ne kadar sayın Vali’yi de etkilemişse de bu sloganların kuşattığı Trabzon imajına itibar etmemesini tavsiye ediyoruz.

Daha önce de birçok defa değişik vesilelerle yazdık. Futbol bir etkinlik olarak değil, psikolojik bir regülatör olarak Trabzon’un kimyasını düzenlemiyor, aksine altüst ediyor. Bütün kaynaklar, enerjiler, moraller futbola endeksli.

Herhalde yeni Vali son yıllarda Trabzon’a zamk gibi yapışmış bu iki sloganı Trabzon aidiyetinin sembol ifadesi zannetse gerek, kendi daha şehre gelmeden Trabzon’la ilgili “nakarat”ları tekrarlıyor. Görülen o ki şehrin yeni Valisi de derinliksiz, ve bir o kadar da bayağılaşmış “sloganlarla Trabzon” serisine gönderme yaparak ne kadar “Trabzon’lu olduğu”na vurgu yapmak istiyor herhalde.

Üç yıl önce ülkemizin büyük bir iline Vali olarak atanan, şu anda da önemli bir kurumun müsteşarı olan kadîm bir dostumla Ankara’da sohbet ederken, valilik görevine başladığında malum tebrik ziyaretlerine ilk gelenlerin şehrin futbol takımı yöneticileri olduğunu ve “şehrin en önemli probleminin mali kriz içinde bulunan futbol takımına bazı finans kaynakları bulmak ve takımı kurtarmak olduğu”nu söylediklerini ifade etmişti.

Biz yeni Vali’nin şehrin üzerinde çok fazla dolaşan futbol ve bazı sun’i bulutlarla kendisini kuşatmaya çalışanları görmesi ve bu kuşatmaya ‘gereğinden fazla ’ itibar etmemesini temenni ediyoruz. 

Ama ne çare ki şehrin bütün günlük yayın organlarının sayfalarının yarısından çoğunun futbola ayrıldığı,  şehrin toplumsal gerçekliğinin ‘futbol’la öne çıktığı, insanlığın ‘renk skalası’nın ‘bordo mavi’ye indirgendiği bir şehirde bu kuşatmayı ne ölçüde kırabilir bilinmez!

Vali’nin bu sözlerinin neresi yanlış, diye sorarsanız, size (daha önce de yazdığım) Osmanlı dönemi Valileriyle ilgili bir diyaloğu aktararak cevap veririm.

Diyarbakır, Basra, Kastamonu, Musul ve Bağdat Valiliklerinin yanı sıra 1911 yılında kısa bir süre Trabzon Valiliği de yapan ve “kelimelerin serdarı” olarak bilinen Süleyman Nazif’in yerine tayin edilen yeni Trabzon Valisi Mehmet Ali Aynî’nin ‘nasıl birisi’ olduğunu soran İ.Alaaddin Gövsa’ya  Süleyman Nazif; “Artık Trabzon’a giderken kâmus götürmeye gerek yoktur. Valiye müracaat edebilirsiniz. Zira o Vali değil, kütüphanedir” cevabını verir. Kâmus mâlum ‘sözlük’ demek. Daha geniş anlamıyla “ansiklopedi”.

Osmanlı’nın hem de en buhranlı dönemlerinde şehir valileri işte böylesine mütebahhir irfan adamlarıydı. Sözümüzün burasında ifade edelim ki;  bugüne kadar Süleyman Nazif’in tavsif ettiği anlamda bir Vali’ye rastladığımızı söylersek doğru söylememiş oluruz.

Şehrin kendisine emanet edildiğinin idrakinde olan ve gerçekten ‘şehrin vâlisi” olmanın hakkını veren yöneticileri  tenzih ederek söyleyelim ki,  Osmanlı Valileriyle Cumhuriyet Valileri arasında işte böylesine bir “çap” ve “irfan” farkı var.

Yeni Vali talihli. Çünkü kendisinin de söylediği gibi Osmanlı medeniyet ikliminin inşa ve ibda edicilerini yetiştiren bir şehirden diğer bir medeniyet şehrine gelmiştir. Bu anlamda yeni Vali’nin medeniyet idrakiyle “hangi şehirdeyim?” sorusuna vereceği ontolojik cevabın “bize her yer Trabzon” veya “Trabzonspor marka olmuştur” gibi irtifası düşük olmaması gerekir.

Biz, erken Cumhuriyet dönemi valilerinin çatık kaş, çizme, kırbaç, hegemonik ve asık surattan ibaret siluetini halen bile hatırlıyoruz. Onların yerine bugün tarih ve medeniyet idrakine sahip valileri görmek istediğimizdendir ki bu yorumları yapıyoruz.

Yeni Trabzon Valisi’ne (Paulo Coelho’nun romanına da aldığı) bir Anadolu efsanesini hatırlatarak yazımızı bitirelim:

“Eski Anadolu köylerinden birinde bir genç, köyün etrafında dolaşırken bilge bir insana rastlamış. Bilge insan kendisine “evladım, şu tarihten itibaren sizin köyün falan yerindeki çeşmesinden zehir akacak. Git, bütün köylüyü uyar. Sakın ola ki bu tarihten itibaren o çeşmeden içmesinler; içen herkes deli olacak.” Demiş. Bu öğüt üzerine genç adam bütün köyü kapı kapı dolaşıp herkesi uyarmış, ancak hiç kimse ona aldırış etmemiş.

Bilgenin söylediği tarih gelmiş. O tarihten itibaren çeşmeden içen herkes delirmeye başlamış. Buna rağmen hiç kimse aldırmamış ve giderek delilerin sayısı artmış. Durumdan endişelenen ve ürken genç adam “En iyisi kendimi bari kurtarayım, bu köyden çıkayım; bari ben aklımı kaybetmeyeyim” diye düşünmüş. Kalkmış başka bir Anadolu köyüne gitmiş. Aradan yıllar geçmiş. Genç adam “Acaba benim köylülerimin hali ne oldu, hepsi delirdi mi? Eğer hepsi delirmişse, onların başında bir akıllıya ihtiyaç var” diye düşünerek köyüne geri dönmüş. Bakmış ki herkes o çeşmeden içmiş ve bütün köy delirmiş. Genç “Bari ben başlarında durayım” diyerek köyde deliler arasında yaşamaya çalışmış. Ancak, o da köylülerce deli muamelesi görmüş, herkes gence deli gözüyle bakmış. Köydeki herkes birbirine benziyor, hepsi normal, ama genç adam onlara benzemiyor, anormal olan kendisi. Bir töhmet, bir aşağılama, öfke, eleştiri ki sormayın…

Belli bir süreye kadar bunlara aldırış etmeyen genç adam artık dayanamamış ve koşa koşa çeşmeye gidip kana kana zehirli sudan içmiş ve normalleşmiş.”

Kıssadan hisse: Şehri saran dezenformasyon çeşmelerine karşı ne kadar ve nasıl direnilebilir?

Trabzon, Süleyman Nazif, Mehmet Ali Aynî, Sırrı Paşa gibi Osmanlı dönemi Valilerini unutmuyor. Bir de Cumhuriyet döneminde bir örnek olarak; Ali Şükrü Bey’in cenazesi Trabzon’a getirildiğinde Vali olan ve o andaki halkın infial halindeki durumu hakkında Mustafa Kemal’e acele bir şifreli telgraf çekmek isteyen Trabzon Mebusu Nebizade Hamdi’ye “hayır, talebin kanunsuzdur, telgrafa müsaade etmem” diyen Trabzon Valisi İhsan Bey’in duruşunu hatırlıyor.

İnşallah Yavuz’ların koltuğuna oturan yeni Vali gün gelip Trabzon’dan ayrıldığı zaman irfan, idrak ve rehberliğiyle hatırlanır. Gönül ister ki, topyekûn ve kuşatıcı, üzerinden vesayet sözcülerinin tekeli kaldırılmış kültür, sanat, irfan hamlelerine imza atar ve kendisini unutulmaz kılar…

Ruhu üzerinde kolbastı çığlıkları atılan, yerlerde sürünen irfanına “Bize her yer Trabzon” nidaları ilaç diye yutturulan, ekonomisinden, siyasetine her alanda vesayetçi bir tekelin elinde kıvranan Trabzon’a Sayın Vali umarız ki sağlam ve kalıcı bir miras bırakabilir.

Ümitsiziz ama gene bekleyeceğiz, göreceğiz…

Not: “Şehre Valinin gelmesi”yle, “Valinin şehre gelmesi” aynı şey değildir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder