6 Ağustos 2013 Salı

TRABZON ÜZERİNDEKİ İDEOLOJİK VESAYET

Yahya Düzenli
duzenliyahya@gmail.com

Vesayet; iradesi yok sayılana, neye bağlı ve neye karşı olacağına karar verme rüşdüne sahip olamayana, korunmaya muhtaç olana vasi olma durumudur. Yâni sizin adınıza “birilerinin karar vermesi”, sizin irade ve rüşd’ünüzün birileri tarafından kullanılması, irade devri ve tasarrufudur.
İnsanlar üzerinde vesayet söz konusu olduğu gibi, şehirler üzerinde de vesayet söz konusu olabilir.  Özellikle şahsiyetli, genleri bozulmamış ‘her an yeni doğan’ şehirler, tarih boyunca ‘birilerinin’ endişe kaynağı olmuştur. Şehirleri bu yönde birilerinin ‘endişe kaynağı’ haline getiren asıl sebep; şehrin manâsı, değer üretme kapasitesi ve şahsiyetiyle öne çıkmış ‘adanmış insanları’dır.

Trabzon da bu anlamda tarihsel arka plânı, birikim ve muhtevasıyla dikkat çeken bir şehirdir. Özellikle siyaset, tarih, kültür, sanat, vb. alanlarındaki şahsiyetleriyle tarihî sürekliliğini korumuş ve özgünlüğünü yeni zamanlara taşımıştır.
Trabzon’un Osmanlı’nın ‘klâsik çağı’ veya ‘kemâl çağı’olarak nitelendirilen XV. ve XVI. yüzyıllarda fethedilişiyle birlikte imar, inşa ve ihya hareketlerinin hızlanışı şehrin o dönemde de önemli olduğunu ortaya koyuyor. Trabzon yabancılaşma ve batılılaşma çığırının belirgin bir şekilde ortaya çıktığı Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde de ilgi odağı olmasının yanı sıra, daha sonra özellikle İttihat ve Terakki’nin ipleri ele geçirdiği yıllarda da ittihatçıların en güçlü ve etkili olduğu şehirlerden birisidir.

Öyle ki Cumhuriyet’le birlikte, özellikle yeni siyasî rejimin ‘ne pahasına olursa olsun’ yerleştirilme operasyonlarında da şehir olarak sesini yükseltmiş, duruşunu göstermiştir. Burada aklımıza hemen Şehid-i Muazzez Ali Şükrü Bey gelir. Ali Şükrü Bey’in şahsında Trabzon’un taşıdığı mana ve önem Cumhuriyet kurucularını tedirgin etmekle kalmamış, batılılaşma ve kendinden uzaklaşma, yabancılaşma ve ‘yeni bir zihin inşa etme’ projelerine Ali Şükrü Bey’i en büyük engel görmüşler ve onu son derece trajik ve alçakça bir tertiple  bedenini ortadan kaldırmakla susturabilmişlerdir.
İşte, yakın siyasî tarihimizde Trabzon ve Ali Şükrü Bey, yabancılaşmaya karşı muhalif kimlikleriyle insan ve şehirlerin “vesayet altına alınamazlığı”na veya vesayete karşı direnmeye en önemli misaldir. Bu anlamda Uğur Mumcu’nun “Kazım Karabekir Anlatıyor” isimli kitabındaki olaylar dikkat çekicidir. Mumcu,  “14 Ocak 1923 günü M. Kemal, Karabekir ve Fevzi Paşa ile trenle İzmir’e gider. Gazi o gün çok öfkelidir. Öfkesinin nedeni de Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey’in çıkaracağı gazete için Ankara’ya matbaa makinası getirmesidir” tespitinden sonra Kazım Karabekir’in ağzından şunları naklediyor:

“Gazi pek asabi idi. Muhaliflerden Ali Şükrü Bey, ‘Ankara’ya matbaa makinası getirmiş… Tan adında bir gazete çıkaracakmış, siz hâlâ uyuyorsunuz’ diye yaveri Cevat Abbas Bey’e verdi, veriştirdi. Ve ‘yakın, yıkın’ diye çıkıştı. Yalnız kalınca kendilerini teskin ettim. Bu tarzdaki beyanatının dışarıya aks edebileceğini ve pek de doğru olmadığını anlattım.”

Sadece bu belgesel olay bile Trabzon’un ve Ali Şükrü Bey’in şahsiyeti ile karşısındakilerin tedirginliklerini anlatmaya yeter.

Trabzon’u vesayet altına alma operasyonları Ali Şükrü Bey’le sınırlı değil tabii. Ali Şükrü Bey yakın siyasi tarihimizin en önemli remz şahsiyeti, sembol kişiliği…

Mustafa Suphi’nin, Ali Şükrü Bey’in şehid edilmesinden yaklaşık iki yıl önce Bakü’den Erzurum yoluyla Trabzon’a gelmesi ve 28 Ocak 1921’de Kayıkçılar Kâhyası Yahya Kaptan ve çetesi tarafından Sürmene açıklarında arkadaşlarıyla birlikte öldürülmesi, daha sonra cinayeti işleyen Yahya Kaptan’ın bu olayın ‘planlayıcılar’ının emriyle öldürtülmesi de Trabzon üzerinde yürütülen ideolojik vesayet operasyonlarının çarpıcı yansımalarından biridir.

İlginçtir ki; Trabzon üzerindeki ideolojik vesayet operasyonlarında Mustafa Suphi gibi Türk solunun referanslarından birisi Kemalist rejimce katlettirilmesine rağmen, devam eden çizgide bugünkü sol ve kemalist kitle gen müşterekliği tesis ederek yeni bir akrabalık biçimi ortaya koyuyor. Bu çelişkinin sebebi ile birlikteliklerinin anlamı ve kaynağı; karşı oldukları ruh ve değerlerdir!

Trabzon üzerindeki ideolojik vesayet 1930’lı yıllarda Umumi Müfettiş Tahsin Uzer’in İmaret Külliyesi’nin önemli bir kısmını yıktırıp bugünkü Atapark’a dönüştürerek devam eder. Daha sonra 1940’lı yıllarda İsmet İnönü dönemi CHP’sinin uygulamaları da Trabzon üzerindeki vesayetinin ceberut bir biçimde devamıdır.

Bugün görüyor ve anlıyoruz ki, onları aynı potada eriten, varoluş mücadelelerinin son yıllarda giderek artan bir şekilde aynı çizgiye doğru ilerlemesi, mustarip oldukları çevrelerin ortak özelliğinin ise İslami referansları ön plandaki çevreler olmasından başka bir şey değil. Belki de onları bir arada gösteren şey siyaset üzerinde her zaman dolaşan “ecinnilerin” kurgusal aklıdır.

Yakın tarih olayları da gösteriyor ki; Trabzon her dönem birilerinin “test laboratuvarı” olarak kullanılmış ve buradan çıkacak sonuçlar genel siyasî politikaların belirlenmesinde etkili olmuştur.

Ki yakın zamanda ve halen de Trabzon üzerinde koparılan “Trabzon elden gidiyor, işgal ediliyor” şeklindeki “Pontus paranoyaları” da, Trabzon’u vesayet altına alma operasyonlarının psikolojik boyutunun bir parçasıdır.

Yine Hrant Dink cinayeti üzerinden Trabzon üzerinde güçlü bir psikolojik savaş yürütülmüş, derin devletin arenelarından biri haline getirilmek istenen şehrin Müslüman kimliğine siyasi bir cinayetin kan izleri bulaştırılmaya çalışılmıştır.

Yani vesayet rejimi, ittihatçı gelenekle birlikte, Trabzon üzerinde bir “kontrollü gerginlik” stratejisi sürdüregelmiştir.

Bugüne geliyoruz…

Bugün, bütünüyle olmasa da, Trabzon’un üzerine çökmüş, kendilerini şehrin “emval ve erzak sahibi” gören bir ideolojik vesayet güruhu var. Özellikle sol-kemalist karışımı bu vesayet makamındakiler uzun süredir Trabzon’u ‘kendisinin malı’ gören, Trabzon’u manevi değerlerinden, geçmişinden, inançlarından arındırılması gereken bir tasavvur olarak ifade eden ve bir başka deyişle bütün bu unsurları halkbilimsel bir olgu, ruhu kaybolmuş  bir obje, nesne, emtia gibi algılayan bir anlayışa sahip…  Modern zamanların ‘arkeolojik malzemesi’ olan fikir, kavram ve muhtevasıyla suyun kıyısına atılmış bu anlayış, ‘küllerinden yeniden doğmak’ için çırpınıp duruyor.

Bunların idrakleri vesayet altında olduğu için karşılarındaki herkesin ve bütün bir şehrin de mutlaka vesayet altına alınması gerektiğine şartlanmışlardır.
Trabzon üzerinde ideolojik vesayet kurmak isteyenlerin zaman zaman yükselen histerik çığlıkları, vesayet makamlarının ellerinden alınmaması için her an teyakkuz halindedir.

·       Bunlar, nesli tükenmeye yüz tutsa da daima reenkarne olabilen kimi kerameti kendilerinden menkul şehir sanatçıları, kültür adamları, kendilerini sanatçı, kültür adamı “nasb” eden, duyargaları dumura uğramış bir “cemaat”tir!

·       Bunlar, 1930’ların Halkevi zihniyetinin günümüzdeki arkaik-müzelik uzantıları olan sol-kemalist aydınlar olarak boy gösterenlerdir!

·       Bunlar, ülke gündemini belirlediklerini zanneden, megalomanlıkları boylarını/çaplarını aşmış “taşra sendromu”na yakalanmış bazı yerel gazetecilerdir, yazarlardır.

·       Bunlar, şehrin futbol takımını ticarî rantlarının malzemesi yapmış kimi işadamlarıdır.

·       Bunlar,  binbir suratlı, her deliğin başında pay umma kaygısıyla bekleşen şehir hegemonlarıdır.

·       Bunlar, kendileri futbol takımının başında iken siyasî mesaj vererek siyasetle sarmaş dolaş olmuşken; tahtlarını kaybedince “spora siyaset bulaştı, spor siyasete kurban ediliyor” yaygarası basanlardır.

·       Bunlar, ideolojik şartlanmışlık gözlükleriyle baktıkları Trabzon’da bugünü ve yarını kuşatıcı hiçbir manevi kimlik ve değer göremezler!

·       Bunlar için şehrin değerleri ve insanlarının inançları önemli değildir. Hatta zaman zaman bilinçaltı kaçırmaları şeklinde o değerleri tahkir etmekten de vazgeçmezler.

·       Bunlar için kendi ideolojik referansları ‘kutsal’, şehrin anlam ve değer dünyası ise önemsiz ve gereksizdir.

·       Onlar için İslam ‘ontolojik’ değil, etnografik bir malzemeden ibarettir.

·       Bunlar, büyük şehirlerde oluşturdukları ‘diaspora’ ile şehrin rantından pay kapmaya çalışan kimi vakıf, dernek ve örgütlerdir…

·       Bunlar, koskoca Trabzon’u Trabzon dışında temsil edecek bir organizasyon düşünüldüğünde ilk akla gelen ve her türlü arazi şartlarına uyum ve kıvrılma kabiliyeti olan ihalecilerdir.

·       Bunlar, Trabzon Ayasofya’nın tekrar camiye çevrilmesine tahammül edemezler! Bunlar için Ayasofya ancak “müze ve kilise” olarak kalırsa bir değeri ve anlamı vardır.

·       Bunlar için Trabzon’un ahalisi tıpkı Cumhuriyet’in ilk yıllarında Ankara’da Ulus semtine sokulmayan, kendilerinden tiksinilen ‘köylüler’dir.

·       Bunlar, rengi ne olursa olsun her zaman ‘çıkarları’ için siyasi iktidarlarla dirsek temaslarını yitirmek istemeyenlerdir. 

·       Bunlar, coğrafyanın manevi iklimine tahammül edemeyenler, ekranlarda, sahnelerde ‘rantını yedikleri” şehrin insanlarını tahkir eden sanatçı artıklarıdır.

·       Bunlar, kendilerini “şehrin sahibi” zanneden evhamlılardır!

·       Bunlar, söylemlerinin aksine kendi gibi düşünmeyenlere, “farklılık”lara tahammül edemezler! Çünkü aslında “kendi”leri de olmadıkları için başkalarını anlayamazlar!

·       Bunlar, ideolojik kaymanın etkesiyle  ile birlikte psikolojik kaymaya da maruz kaldıkları için önlerindeki büyük şehri doğru okuyamaz, doğru göremezler.

Evet… Trabzon’da bir vesayet rejimi var. Mustafa Suphi’den, Yahya Kâhya’dan, İttihatçılıktan bu tarafa. Günümüzde vesayet rejimi işte bu muhtevadaki “el”lerle sürdürülmek isteniyor. Ne yazık ki bu “vesayet rejimi”ne karşı hiçbir tepki yok! Tepki olmayınca boşluğu bunlar doldurmaya çalışıyor ve şehir bizden sorulur” korosunu her makamda icra ediyorlar!
Trabzon nasıl oldu da bu vesayet rejiminin ağına düştü?

Trabzon bütün ihraç malları (kültür, sanat, mimari, vs.) ıskartaya çıkmış bu sol-kemalistlerden mi ibarettir?
Peki, bu “vesayetçi”lerin değirmenine su taşıyan,  şehrin değerlerini öğütmelerine destek veren, yerine göre suyun her yakasını dolaşan, ama siyasî konjonktüre göre “bu yakası”nda görünmeyi de ihmal etmeyen siyasîlere, iş adamlarına, akademisyenlere, bürokratlara vs. ne demeli?

Trabzonluyum diye geçinen, büyükşehirlerde ihale ve ek gösterge kovalayan lobileri oluşturan, hamaset katsayısı yüksek güya “milli hassasiyet” iddialıların, şehre dair bu muhteşem suskunlukları neden?
Trabzon; Olimpos’un artık kadük olmuş, ipliği pazara çıkarılmış, sönmüş “aydınlanma meşalesi”ni yaklaşık bir asırdır burada yakmaya çalışan bu vesayetçilere bırakalamayacak kadar önemli, sahiplenilmesi gereken bir şehirdir!

Trabzon’un tarihsel gerçekliği şehrin bunlara “bırakılamayacak kadar”  önemli olduğuna vurgu yapıyor, ancak kendisinin “farkına varanlar”, sahip çıkanlar olmak şartıyla!
Trabzon bütün yönleriyle sol-kemalist vesayet rejiminden kurtulmadıkça kendini bulamayacak, rüşdüne kavuşamayacaktır!

Bir kabus gibi tüm şehrin üzerini kaplamış, ölümsüz mitolojik dalgalar şeklinde şehri kuşatmış bu ideolojik vesayetin hâlâ farkına varamayanlar için vâsilik vazgeçilemez, devredilemez bir yönetim biçimidir!
Cemil Meriç, ‘ideolojiler idrakimize giydirilmiş deli gömlekleridir’ der. Birileri on yıllardır Trabzon’un idrakine deli gömleği giydirmeye çalışıyor ve biz hâlâ bunun yeterince farkında bile değiliz. Trabzon başına geçirilen bu çuvalı ne zaman fark edecek; bu mugalata erbabının ifrazatlarının bulaştığı vicdanını,  kültürünü, irfanını ve şehrin örselenmiş o güzel ruhunu ne zaman geri alacak bu ellerden?

Trabzon, kadîm tarihinde yüzyıllarca büyük bir medeniyetin ağırlığını üzerinde taşıdı. Bu medeniyetin idrak, inşa ve ihyası için kavga verdi. Peki, tarihsel damarlarını söküp yerine silikon kanallar açmaya çalışanları görecek, bünye ifrazatı veya artığı şeklinde atacak sterilizasyonu bugün de gösterebilecek mi?
Trabzon, kadîm tarihinde yüzyıllarca büyük bir medeniyetin ağırlığını üzerinde taşıdı. Bu medeniyetin idrak, inşa ve ihyası için kavga verdi. Peki, tarihsel damarlarını söküp yerine silikon kanallar açmaya çalışanları görecek ve bünyesini fuzuli işgal edenleri gerçekte ait oldukları yere gönderecek steril anlayışı ne zaman gösterecek? Bunu sabırla, ümitle beklemeye devam ediyoruz.

Trabzon kendini kemiren simbiyotik ilişkilere dayalı bu organizasyonu ve oynanan oyunları nihayetinde görecek, algılayacak ve kendi varoluş çizgisinin belirlediği ufuklara kanat çırpacaktır.
Her şeye rağmen Trabzon’un irfan ve idrakinin bunları bünye ifrazatı şeklinde atacak steril yapıda olduğuna inanıyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder