16 Eylül 2013 Pazartesi

ŞEHRİN "İMAR VE İHYA" ADINA İMHASI... -Timur ve Semerkant'ı örnek almak-


Yahya Düzenli
duzenliyahya@gmail.com

Ne yazık ki kadîm şehirlerimizin bugüne ulaşanlarının hayat hikayesini, nasıl imar ve ihya edildiğini yabancı tarihçi, şehirci, mimar ve seyyahların eserlerinden okuyoruz. Herhalde, bu şehirlerimizin bugün nasıl imha edildiklerini de gene yabancıların eserlerinden okuyacağız.

Örnek olarak Bağdat, Şam, İstanbul, Bursa, Trabzon, Buhara, Semerkant’ı verebiliriz. Medeniyetimizin bu taç şehirlerinin imhası için bugün ne gözü dönmüş yabancı barbarlara, ne de istilacı ve yağmacıların saldırılarına gerek kalmadı.  Şehirlerimizde “yerliler eliyle” dramatik bir imha seferberliği sürdürülüyor. Kasırga şeklindeki TOKİ uygulamaları ve “kentsel dönüşüm” adı verilerek ülkemizin tüm şehirlerine yayılan şehir katliamları ne yazık ki şehirlerimizin topoğrafyasını bozmakla kalmıyor, nesillerin “şehir idraki”ni de dumura uğratıyor; şehir tasavvurlarını mekanikleştiriyor, betonlaştırıyor.

“Şehir medeniyet idraki”nin siyasî irade ve şehir yöneticilerini terkettiği bir ülkede imhalarınıza imar ve ihya adını verebilirsiniz.

Bir şehrin imar adı altında  nasıl imha edildiğini ve bu imhanın nasıl bir illüzyonla ihya olarak sunulduğunu sadece görmekle kalmıyor, bu katliamları kanıksıyor ve içselleştiriyoruz. Halen yaşamakta olduğumuz “kentsel dönüşüm” gürültüleri bir şehrin “imar” adına nasıl “imha” edildiğine en trajik örnektir.

Gözlerin şehir adına beton tabutlukları gördüğü, kulakların şehir adına gürültülerle sağırlaştırıldığı bir dünyada “şehir idraki”nden bahsetmek köre renkten, sağıra sesten bahsetmek gibi oluyor.

Sözü ABD’li tarihçi ve yazar Harold Lamb’ın kalemiyle medeniyet dünyamızın taç şehirlerinden Semerkant’a getirmek ve bu vesileyle şehir yöneticilerinin ve siyasî iradenin/iktidarın nasıl bir “şehir idraki” içerisinde olması gerektiğine vurgu yapmak istiyoruz.

H. Lamb, Timur’u anlattığı eserinde Timur’un büyük istilâcı karakteriyle yıkıcılığı yanında aynı zamanda nasıl bir şehir tahayyül ve inşa ettiğini anlatıyor. Semerkant denildiğinde tıpkı İskender’in kurduğu İskenderiye’ler gibi akla Timur geliyor. Bugünkü Semerkant’ı gördüğünüzde şehir sizi adeta büyülüyor, ondan kopmak istemiyorsunuz.

İktidar-Şehir ilişkilerinde hem imha hem de ihya edici en uç örnek olarak Timur ve dönemini gösterebiliriz. Ülkemizde ise  TOKİ konutları ve Kentsel Dönüşüm uygulamalarının imhacı karakteri çok hızlı yayılan bir virüs gibi tüm şehirlerimizin bünyesini enfekte etmeye devam ediyor.

H. Lamb’dan Timur ve Semerkant’ı okuyalım: “Timur, Semerkant’ı tahtadan ve güneşte kurutulmuş kilden yapma bir şehir olarak bulmuş, sonradan onu Asya’nın Roma’sı haline getirmişti. Fethettiği yabancı ülkelerde hoşuna giden, zevkini okşayan ne bulduysa alıp getirerek Semerkant’ı onlarla süslemişti. Aldığı esirleri buraya getirerek şehrin sakinlerini çoğaltmış, zapt ettiği memleketlerin bilginlerini ve filozoflarını da burada toplamıştı. Timur her ülke fethedişinde, Semerkant’ta bunun hatırasını belirten yeni kamu binaları kurduruyordu. İlimler için akademiler, kütüphaneler yapılmış, ticaret merkezlerinde küçük sanat erbabı için cemiyetler kurulmuştu. Hatta şehirde, yabancı iklim hayvan ve kuş koleksiyonlarını içeren bir tür hayvanat bahçesi ile müneccimler ve heyet alimleri için bir rasathane de vardı.

Semerkant, Timur’un en büyük emeli idi. Timur için varsa yoksa Semerkant… Yaptığı büyük seferler bile ona Semerkant’ını unutturmazdı. O büyük akınlarda bile aklı fikri hep Semerkant’ta olurdu. Onun güzelliğini artırabilecek bir iş oldu mu, Timur bunu o muazzam seferlerde başından aşkın meşguliyetleri arasında bile ihmal etmezdi. Timur her gittiği yerden Semerkant’a güzel bir şey getirirdi: Tebriz’den beyaz mermer, Doğu Türkistan’ın Hotan şehrinden açık renk yeşim taşları, Herat’tan parlak sırlı kiremitler, Bağdat’tan ince gümüş işleri… Şimdi bunların hepsi Semerkant’ta toplanmış bulunuyordu. Gelecek sefer şehirde ne yapılacağını kimse kestiremezdi. Zira Timur’un yeni Semerkant için aklından neler geçirdiğini kendisinden başka kimse bilmezdi. Timur Semerkant’ı, genç bir kadına gönül vermiş ihtiyar bir âşık gibi seviyordu. Bahsettiğimiz sıralarda kendisi uzakta bulunuyordu. Hint seferine çıkmıştı. Semerkant’ı güzelleştirmek için Hindistan’ı taramakla, orada güzel bulduğu her şeyi alıp toplamakla meşguldü. On yıl içinde elde ettiği sonuçlar, meydana koyduğu eserler cidden görülecek şeylerdi. “

Hatta İspanyol elçisi Clavijo bile XV. yy.’ın başlarında İspanya’dan yola çıkıp İstanbul’a, oradan Trabzon ve Tebriz üzerinden gittiği Semerkant’ın güzelliği karşısında şaşırıyor, gözleri kamaşıyor ve seyahatnamesinde ‘söz ile tarif olunur şey değil’ diyordu.

Timur on yılda bütün ülkesini imar etmişti. Hatta büyük Hint seferine çıkmadan önce birçok mimara hazırlattığı şehir inşa edilene kadar seferini ertelemişti. Çıktığı bütün seferlerde  “Semerkant’a ne katarım, onu nasıl tezyin ederim”in rüyasını gören bu cihangir çapında bir “şehir kurucu”suna veya ‘şehrine meftun’ bir yöneticiye bugün rastlayabiliyor muyuz?

Bugünün siyasîlerinde böylesine bir “şehir kurma”, şehir inşa ve ihya etme emeli, cehdi var mı? Hayır ! Olması için ‘haylice idrak’ gerek!

Şehrin rahm’inden değil de şehrin rant’ından medet umanların anlayamayacağı türden bir idrak…

Dünyayı titreten adamın gönlündeki Semerkant gibi, âlemi titrettiğini sanan siyasilerimizin gönlünde bir İstanbul, Bursa, Ankara, Konya, Trabzon, Amasya, Erzurum… niye yok? Ve niye sağduyu, irfan, estetik kılıçlarını çekip de yürümüyorlar TOKİ’lerin, dönüşüm terminatörlerinin, aklımızı ve ruhumuzu işgal eden hamakat ordularının üzerine?

Bu idraki beklemekte geç kaldık! Çünkü şehirlerimizi kaybettik! Yeniden kurmak için belki de eli kılıçlı ama ruhu şehirli bir Timur mu gerekecek?

İdrakin insanı ve şehri terkettiği bir akıbet, kıyameti yaşamaktır!

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder