Yahya Düzenli
duzenliyahya@gmail.com
Ne yazık ki kadîm şehirlerimizin
bugüne ulaşanlarının hayat hikayesini, nasıl imar ve ihya edildiğini yabancı
tarihçi, şehirci, mimar ve seyyahların eserlerinden okuyoruz. Herhalde, bu
şehirlerimizin bugün nasıl imha edildiklerini de gene yabancıların eserlerinden
okuyacağız.
Örnek olarak Bağdat, Şam,
İstanbul, Bursa, Trabzon, Buhara, Semerkant’ı verebiliriz. Medeniyetimizin bu
taç şehirlerinin imhası için bugün ne gözü dönmüş yabancı barbarlara, ne de istilacı
ve yağmacıların saldırılarına gerek kalmadı.
Şehirlerimizde “yerliler eliyle” dramatik bir imha seferberliği
sürdürülüyor. Kasırga şeklindeki TOKİ uygulamaları ve “kentsel dönüşüm” adı
verilerek ülkemizin tüm şehirlerine yayılan şehir katliamları ne yazık ki şehirlerimizin
topoğrafyasını bozmakla kalmıyor, nesillerin “şehir idraki”ni de dumura
uğratıyor; şehir tasavvurlarını mekanikleştiriyor, betonlaştırıyor.
“Şehir medeniyet idraki”nin siyasî
irade ve şehir yöneticilerini terkettiği bir ülkede imhalarınıza imar ve ihya adını
verebilirsiniz.
Bir şehrin imar adı altında nasıl imha edildiğini ve bu imhanın nasıl bir
illüzyonla ihya olarak sunulduğunu sadece görmekle kalmıyor, bu katliamları
kanıksıyor ve içselleştiriyoruz. Halen yaşamakta olduğumuz “kentsel dönüşüm”
gürültüleri bir şehrin “imar” adına nasıl “imha” edildiğine en trajik örnektir.
Gözlerin şehir adına beton
tabutlukları gördüğü, kulakların şehir adına gürültülerle sağırlaştırıldığı bir
dünyada “şehir idraki”nden bahsetmek köre renkten, sağıra sesten bahsetmek gibi
oluyor.
Sözü ABD’li tarihçi ve yazar Harold
Lamb’ın kalemiyle medeniyet dünyamızın taç şehirlerinden Semerkant’a getirmek
ve bu vesileyle şehir yöneticilerinin ve siyasî iradenin/iktidarın nasıl bir
“şehir idraki” içerisinde olması gerektiğine vurgu yapmak istiyoruz.
H. Lamb, Timur’u anlattığı
eserinde Timur’un büyük istilâcı karakteriyle yıkıcılığı yanında aynı zamanda
nasıl bir şehir tahayyül ve inşa ettiğini anlatıyor. Semerkant denildiğinde
tıpkı İskender’in kurduğu İskenderiye’ler gibi akla Timur geliyor. Bugünkü
Semerkant’ı gördüğünüzde şehir sizi adeta büyülüyor, ondan kopmak
istemiyorsunuz.
İktidar-Şehir ilişkilerinde hem
imha hem de ihya edici en uç örnek olarak Timur ve dönemini gösterebiliriz.
Ülkemizde ise TOKİ konutları ve Kentsel
Dönüşüm uygulamalarının imhacı karakteri çok hızlı yayılan bir virüs gibi tüm
şehirlerimizin bünyesini enfekte etmeye devam ediyor.
H. Lamb’dan Timur ve Semerkant’ı
okuyalım: “Timur, Semerkant’ı tahtadan ve
güneşte kurutulmuş kilden yapma bir şehir olarak bulmuş, sonradan onu Asya’nın
Roma’sı haline getirmişti. Fethettiği yabancı ülkelerde hoşuna giden, zevkini
okşayan ne bulduysa alıp getirerek Semerkant’ı onlarla süslemişti. Aldığı
esirleri buraya getirerek şehrin sakinlerini çoğaltmış, zapt ettiği
memleketlerin bilginlerini ve filozoflarını da burada toplamıştı. Timur her
ülke fethedişinde, Semerkant’ta bunun hatırasını belirten yeni kamu binaları
kurduruyordu. İlimler için akademiler, kütüphaneler yapılmış, ticaret
merkezlerinde küçük sanat erbabı için cemiyetler kurulmuştu. Hatta şehirde,
yabancı iklim hayvan ve kuş koleksiyonlarını içeren bir tür hayvanat bahçesi
ile müneccimler ve heyet alimleri için bir rasathane de vardı.
Semerkant, Timur’un en büyük emeli idi. Timur
için varsa yoksa Semerkant… Yaptığı
büyük seferler bile ona Semerkant’ını unutturmazdı. O büyük akınlarda bile aklı
fikri hep Semerkant’ta olurdu. Onun güzelliğini artırabilecek bir iş oldu
mu, Timur bunu o muazzam seferlerde başından aşkın meşguliyetleri arasında bile
ihmal etmezdi. Timur her gittiği yerden Semerkant’a güzel bir şey getirirdi:
Tebriz’den beyaz mermer, Doğu Türkistan’ın Hotan şehrinden açık renk yeşim
taşları, Herat’tan parlak sırlı kiremitler, Bağdat’tan ince gümüş işleri… Şimdi
bunların hepsi Semerkant’ta toplanmış bulunuyordu. Gelecek sefer şehirde ne
yapılacağını kimse kestiremezdi. Zira Timur’un yeni Semerkant için aklından
neler geçirdiğini kendisinden başka kimse bilmezdi. Timur Semerkant’ı, genç bir
kadına gönül vermiş ihtiyar bir âşık gibi seviyordu. Bahsettiğimiz sıralarda
kendisi uzakta bulunuyordu. Hint seferine çıkmıştı. Semerkant’ı güzelleştirmek
için Hindistan’ı taramakla, orada güzel bulduğu her şeyi alıp toplamakla
meşguldü. On yıl içinde elde ettiği sonuçlar, meydana koyduğu eserler cidden
görülecek şeylerdi. “
Hatta İspanyol elçisi Clavijo
bile XV. yy.’ın başlarında İspanya’dan yola çıkıp İstanbul’a, oradan Trabzon ve
Tebriz üzerinden gittiği Semerkant’ın güzelliği karşısında şaşırıyor, gözleri
kamaşıyor ve seyahatnamesinde ‘söz ile
tarif olunur şey değil’ diyordu.
Timur on yılda bütün ülkesini
imar etmişti. Hatta büyük Hint seferine çıkmadan önce birçok mimara
hazırlattığı şehir inşa edilene kadar seferini ertelemişti. Çıktığı bütün
seferlerde “Semerkant’a ne katarım, onu nasıl tezyin ederim”in rüyasını gören bu
cihangir çapında bir “şehir kurucu”suna veya ‘şehrine meftun’ bir yöneticiye bugün
rastlayabiliyor muyuz?
Bugünün siyasîlerinde böylesine
bir “şehir kurma”, şehir inşa ve ihya etme emeli, cehdi var mı? Hayır ! Olması
için ‘haylice idrak’ gerek!
Şehrin rahm’inden değil de şehrin
rant’ından medet umanların anlayamayacağı türden bir idrak…
Dünyayı titreten adamın
gönlündeki Semerkant gibi, âlemi titrettiğini sanan siyasilerimizin gönlünde
bir İstanbul, Bursa, Ankara, Konya, Trabzon, Amasya, Erzurum… niye yok? Ve niye
sağduyu, irfan, estetik kılıçlarını çekip de yürümüyorlar TOKİ’lerin, dönüşüm
terminatörlerinin, aklımızı ve ruhumuzu işgal eden hamakat ordularının üzerine?
Bu idraki beklemekte geç kaldık!
Çünkü şehirlerimizi kaybettik! Yeniden kurmak için belki de eli kılıçlı ama
ruhu şehirli bir Timur mu gerekecek?
İdrakin insanı ve şehri
terkettiği bir akıbet, kıyameti yaşamaktır!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder