Yahya Düzenli
duzenliyahya@gmail.com
Şehirlerimizin “bin yıldan fazla tarihî tekamülünü çok iyi bilen, bununla beraber
dünya mimarisinin bugünkü durumunu, hatta yarın alabileceği şekli çok iyi
bilen, modern betonarmeyi ve bütün inşaat tekniklerini çok iyi bilen, tarihî
Müslüman Anadolu mimarî unsurlarını devrin tekniği ile birleştirecek, idealist,
kabiliyetli mimarlara teslimi mutlaka lazımdır.”
Bu sözler 15 Mayıs 1933’de Eskişehir’de doğup
6 Eylül 1977’de ( 36 yıl önce) 44 yaşında vefat eden mimar Cevat Ülger’e ait. Yaşasaydı
bugün 80 yaşında olacaktı.
Mimar, ressam, karikatürist, müzikte,
şiirde, birçok sanatta ileri derecede derin bilgi ve beceri sahibi olmasının
yanı sıra daha birçok özellikleri olan, eserlerinden tefekkür tüten bir
sanatkâr Cevat Ülger…
Ayrıca ‘birçok vitray, rölyef, soyut heykel,
tezyinat, tefrişat, mağaza dekorasyonu, vitrin düzenleme uygulamaları yapan
Cevat Ülger öğretmenlik ve çocuk masalları yazarlığı yaptı. Eskişehir’de Lise
ve Maarif Kolejinde Resim ve Sanat Tarihi öğretmenliği de yaptı.
Öz geçmişinden okuyoruz: “Eskişehir‘de Seyit Hoca, Üç Çanaklı,
Esentepe, Bahçelievler, Akarbaşı, Şeker Evleri, Ebe Fethiye, Şirintepe, Sümer
Evleri, Orhangazi, Çifteler, Tepebaşı Cami’lerinde… Kütahya’da Kuruçay,
Domaniç, Tunçbilek, Tavşanlı Camilerinde… Ankara Abidinpaşa Camii, Bilecik’in
Bozüyük İlçesi’nde, Trabzon’un Çaykara İlçesi’nde, Hatay’ın Kırıkhan
İlçesi’nde, Balıkesir’de, Konya’da, Konya’nın Ilgın ve Kadınhanı İlçeleri’nde…
birçok cami projesi, han, hamam, otel, kaplıca, tatil sitesi, dershane, konut
gibi sosyal projelerin yanı sıra; mihrap, minber, minare, şadırvan, tefriş,
tezyin ve tezhip çalışmalarını ve inşaat uygulamalarını yaptı. Aynı zamanda bir
dergah, sohbet ve buluşup görüşme merkezi hüviyetinde olan Ülger’in Osmanlı
Mimarlık Bürosu halen hayatiyetini sürdürmekte olan “Eskişehir Mektebi”nin
temelinin atıldığı merkez oldu…”
Bugün, “kentsel dönüşüm” denen “kutsal
uygulama” (!) adına iş makinalarının ülkemizin şehirlerine Moğol orduları gibi
hücum ettiği bir dönemde, rahmetli Mimar Cevat Ülger’i hatırlamak istiyoruz.
“İstiyoruz” diyorum. Çünkü pek çok
kimsenin tanımadığı, biz ise kendisine yetişemedik ama gençlik dönemimizde
“Ritmin Gücü ve Ritme Davet” isimli yazılarının toplandığı ve “Demet” isimli karikatürlerinin
yer aldığı kitaplarından ve hususi sohbetlerdeki fikirlerinden hatırlıyoruz.
“Erken” diyebileceğimiz bir yaşta dâr-ı
bekâ’ya göç eden Cevat Ülger, hayatın “ne kadar” değil “nasıl” yaşandığına
örnek bir mihrak şahsiyet…
S.Mirzabeyoğlu’nun ifadeleriyle “…Mimardı, ama hiçbir eserini zevk mahrumu
malum tipler yüzünden tam istediği anlamda gerçekleştiremedi. Mimarlığından
bahsederken onun çalıştığı üslubun isminin ‘Osmanlı Mimarisi’ olduğunu da bir
düzeltme ile bildirelim. Bunun camilerde uygulanmış şekline bakarak bu mimari
tarzına ‘cami mimarisi’, ona da cami mimarı demek yanlıştır. Sağ olsaydı böyle
düşünenlere kendine has mimikler ve anlatış tarzıyla gerekli açıklamayı
yapardı. Ve içinde bulunduğumuz estetik zevkini yitirmiş toplum, spor salonu,
sinema ve konser salonu gibi yapılarda bu tarzı uygulama şansını ona tanımadı.”
O “…doğrudan
kavranamayanı gören gerçek sanatkâr…Ruhunu eşya ve hadiselere hakim kılma
rüyasını gören her inkılâpçı, bir plâstisite iştiyakı içinde bunun ustasının
ihtiyacını duyar; Osmanlı zirve döneminde fışkıran Mimar Sinan gibi… Gerçek
sanatkara gösterilmesi gereken ve onu lif lif açarak bizzat kendi haysiyetini
heykelleştiren dava anlayışı, onun semtine uğramadı…”
Gene S. Mirzabeyoğlu anlatıyor: “Aranızda Osmanlı Mimari üslubunun büyük
ustası, çağdaş Sinan rahmetli Karamehmetler, Cevat Ülger'i tanıyanlar olabilir;
bu "feraset" dediğimiz hususiyete kendi mevzuu içinde sahib bir
insandı... Bunlar eserinden daha çok, hayatı- yaşadığı hayat- öğretici olan
insanlar... Hayatını çok dikkatle okuduğum insanlardan biridir... Bir çırpıda
iyiyi kötüden ayırdıktan sonra, öyle ki, ben onun gördüğünü basamak yaparak
uzun fikri meseleler getirmeme rağmen, pek fikirden bir şey anlamıyor... Fakat
Allah ona o gözü vermiş; bir çırpıda güzeli çirkinden, doğruyu yanlıştan
ayırıcı melekeden, sanatkar gözüyle pay sahibi... Büyük mimar, büyük
sanatkâr... İki tane resmin altını
kapatıyor... Biri "Sen Piyer Kilisesi"nin bir köşesinden alınma bir
parça, öbürü de Selimiye'den veya Süleymaniye'den... Yanına gelenlere soruyor:
"Hangisi güzel?"... Yüzde doksanı Sen Piyer'i gösteriyor... Altı
kapalı ya, bilmiyor... "Tamam" diyor Karamehmetler; "sen hapı
yutmuşsun!"...Şimdi ne oluyor?.. İslâmî tahassüsün ortaya koymuş
olduğu bir eserden, -İslâmî tahassüs o kadar hapı yutmuş ki-, biz zevk alamaz
duruma gelmişiz...”
Sadece bu örnek bile rahmetli Cevat
Ülger’in mimarlıktaki idrak ve hassasiyetini anlatmaya yeter.
O da rahmetli muhakkik mimar Cansever
gibi yaşarken ‘farkında olunmayan’lardan birisiydi. Bu konuda da Mirzabeyoğlu şunları
söylüyor: “Her soylu ve çileli fikir ve
sanat adamı, ilahi memuriyeti gereği çağından erken doğmuş ileri bir ruh
mayasının sahibi olarak, idealle, içinde bulunduğu vasatın gerçeği arasındaki
çelişmeyi yaşar. Ve, kaide olmasa da umumiyet itibariyle, muhataplarının
bönlüğüyle kendi emeğini karşılaştırdığı zaman, biricik gıdasının hüsran
olduğunu görür… Yine bu bakış içinde bir değerlendirme ölçüsü: Allah inancına
dayanmadığı müddetçe, soylu ve gerçek bir kumaş sahibinin susması veya
çıldırmasından başka yol yoktur!...”
Genç yaşta aramızdan ayrılan, ülkemizin
birçok şehrinde/ilçesinde eserleri bulunan, özellikle Osmanlı Camî Mimarisi’nin
son mimarlarından olan Ülger’in şehrimiz Trabzon’la ilgisi ne?
Ölüm yıldönümünde bir tv kanalında oğlu,
kızı ve bir öğrencisi onu anlatırken, oğlu Mehmet babasının hangi şehirlerde
eserleri olduğunu sıralarken Trabzon’un da isminin geçmesi üzerine programdan
sonra Mehmet Ülger’i aradım. Bana “Çaykara Camii’nin projesini babam yaptı”
demesin mi? Birkaç ay sonra bir arkadaşımın babasının vefatı üzerine gittiğim
Çaykara’da “yeni bir göz”le caminin her tarafını taradım, fotoğrafladım.
Üzerinde epey oynanmış olsa da temel çizgileri itibariyle, bilebildiğim ve
okuduğum kadarıyla Osmanlı’nın büyük şehirlerindeki Selâtin Cami’lerin bir
örneğini gördüm.
Büyük mimarlar, bazen küçük beldelerde
büyük izler bırakıyor. Rahmetli Cevat Ülger’in Trabzon’daki izi de Çaykara’da
böyle bir iz..
Yazımızı, Ülger’in, başta İstanbul olmak üzere bütün şehirlerimizi
istilâ eden, tarihi doku ve yaşanılır bir çevre bırakmayan göğü delen
apartmanlarla ilgili 45 yıl önce yazdığı yazısından bir paragraf aktaralım: “Gökdelenlerin yapılma mecburiyetleri
çıkınca, mimarlar bu tatsız yükseklik ve büyüklükleri insanla bağlamak için
muazzam gayret harcadılar. Bütün gayretlere rağmen, birçok eser insanla ilgi kuramadan,
yabancı varlıklar olarak hayatlarına devam etmektedir…”
Bir mütefekkirimizin sözüyle “O her yönüyle unutulmayacak bir kitaptır.”
Doğumunun 80’nci, vefatının 36’ncı
yılında hatırlanmasını, istifade edilmesini temenni ederek, O’na rahmet,
mağfiret diliyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder