19 Kasım 2013 Salı

KİM BELEDİYE BAŞKANI OLMALI?

Yahya Düzenli

Karakter tahlilleri ve bilinçaltı çözümlemeleri için uygun zamanlar vardır. Tıpkı bitkiler gibi insanoğlu da ‘iklim şartları müsait olup mevsimini bulunca’ canlanabiliyor, gerçek kişiliği ile ortaya çıkabiliyor, şuuraltında kalmış, bastırılmış duyguları harekete geçebiliyor. Harekete geçen duygular davranışlara hakim oluyor ve o insanın gösterdiği refleksler tanıyanları bile şaşırtabiliyor!

Yerel seçimlerin yaklaştığı bu günlerde müthiş bir yarış var. Önümüzdeki belediye seçimlerinde özellikle iktidar partisinden aday olmak isteyenlerin adeta kutsal bir sefere çıkarcasına ‘her türlü vasıtayı kullanarak yılmaz bir mücadele’ içine girmeleri, insanın aklına “kimler belediye başkanı olmalı?” sorusunu getiriyor. Biz de bu soruyu şehrimiz Trabzon’a yönelik soralım ve cevap verelim. Her ne kadar Trabzon için yazıyorsak da soru ve cevaplarımız bütün şehir ve ilçeleri şamildir. Evet,  kimler Belediye Başkanı olmalı?

Şunu da not olarak ekleyelim ki; aşağıdaki vasıflar muhayyel bir tipolojiye ait olup, hiçbir gerçek şahsı doğrudan hedef almamakta,  ancak, çoğu kez gerçek hayatta ‘mebzul’ miktarda karşılığını görmek mümkündür.

Belediye başkan adayları;

·         Aslında kendileri istememesine rağmen çevrenin ve halkın ısrarı ve baskısı üzerine aday olmuşlardır. Bu ısrarları geri çevirmeleri uygun olmazdı. Hizmete susamış şehir için kendilerinden daha lâyık, ehil, yetenekli biri çıksaydı asla aday olmazlardı! O meşhur siyasî slogan var ya: ‘kendim için istiyorsam namerdim…’

·         Asla “tarih, medeniyet ve şehir idraki” denilen gereksiz (!) hususiyetlere sahip olmamalı!

·         “Medeniyet nedir, şehir nedir” sorularından bîhaber olmalı, bu soruları saçma bulmalı, cevapsız bırakmalı. Bu tür fantezilerle (!) ve zihin konforunu bozan konularla vakit geçirmemeli! Zira bu tür idrak zorlayan, kimyasını bozacak meselelerle kaybedecek zamanı olmamalı!

·         Belediye başkanlığı öncelikle kendine güven’i gerektirir. Onun için “şehrine” değil “şekline” önem vermeli. Yâni “kentini” değil “kendini” önemsemeli!

·         “Şehir aidiyeti” diye bir düşüncesi, derdi ve endişesi asla olmamalı. “Şehir asabiyeti”ni “şehir aidiyeti” zanneden bir patolojik zihne sahip olmalı. “Bize her yer Trabzon” gibi ayağa düşmüş sokak sloganını “şehir aidiyeti” zannetmeli. “Şehir aidiyeti”ni kimlik kartındaki “Doğum yeri”nden ibaret bilmelidir!

·         Aday olduğu şehrine ister transfer olarak getirilsin, ister ithal edilsin, isterse de orada yaşamış olsun asla aday olduğu şehrin tarih, kültür, çevre ve mimarîsine ilişkin bir bilgi ve derinliği olmamalı. Zira zaman “birikim zamanı” değil, biriktirme zamanıdır!

·         Aday adaylığından “aday”lığa adım atana kadar her yola tevessül etmelidir. Çünkü bu kutsal mücadelede(!) her yol mübah, her teşebbüs münhal, her kazanım meşrudur (!)

·         Müthiş bir tevazu “görüntüsü” sergilemeli, sürekli ‘gülücük’ler dağıtmalı,  ancak bu hal seçilene kadar (köprüyü geçinceye kadar) devam etmeli. Seçmenlerinin önünde tevazu sosunu öyle ayarlamalı ki karakter tahlilcilerine iyi paslar atmalı ve kendisi için “fazla tevazu kibirden gelir!” dedirtecek kadar offsayta düşmemeli (!)

·         Aslında adı şehirde bir efsane haline gelecekken ‘tevazusu’nun buna müsaade etmediği imajını ihtimamla ürettirmeli. Çünkü imaj her şeydir. İmaj yâni ‘imal edilmiş şahsiyet’!

·         Taşradan yetişmiş (!) iyi bir imaj-meykır/imaj yapıcı’ eşliğinde kampanya yürütülmeli; şehrin her yanındaki dev bilbordlarda grafiker rötuşundan özenle geçmiş dev portreleri yer almalı; portrelerde gülümseyen suratında beyaz dişleri görünmeli, (o güne kadar eline hiç almasa da) elinde kararlılığının sembolü kalemiyle tebessüm etmeli; kararlı bakışlarıyla ufukları işaret etmeli, uzattığı işaret parmağıyla öteleri göstermelidir! Bilbordlarda aday olduğu siyasi partinin lideriyle birlikte çekilmiş veya fotomontajla birleştirilmiş fotoğrafı da asla ihmal edilmemeli. Mümkünse liderle toka halinde bir portre!

·         Kendine hayranlığı “narsist bir tutku” haline gelmiş olmalı. Kendisinin cihanın merkezinde olduğunun ayırdında olmalı. Hatta özgüveni o dereceye yükselmeli ki seçilene kadar “dünyanın merkezinde olduğu” halisünasyonlarına kapılmalı ki kitleleri peşinden sürükleyebilsin.

·         ‘Feda kültürü’ o kadar gelişmelidir ki kendini seçmeninde yok etmiş ve “Ben sizin için varım!” makamına ulaşmalıdır!

·         “Marka Şehir”, “Dünya Kenti” gibi çapından iri beylik lafları sakız edecek derecede ironik komplekslerle ‘malûl’ olmalı.

·         Yapacaklarını anlatan, sayısını kendisinin de bilmediği klasörlerle, danışmanları eşliğinde serenada çıkmalı (!)  Ülkemiz her ne kadar ‘proje bataklığı’na dönse de “Projelerle geliyorum!”, “Hizmet bizim işimiz!” ve “Kadromuz hazır!” söylemini seçime kadar ağzından düşürmemeli!

·         Söz verme yeteneği müthiş ve isabetli olmalıdır. Öyle ki, bir kişilik kadro için bin kişiye istihdam sözü verebilmeli ve seçmenlerini buna inandırma kabiliyetine sahip olmalıdır.

·         Şehirlerine  müthiş projelerle (!) geldikleri nakaratlarını o kadar çok tekrar etmeleri lazım ki, “hizmet”te ne derece mahir olduklarına, kendileri de inanabilsin!

·         Şayet adaylıkları kesinleşirse, “atanmış” oldukları şehre “adanmış” oldukları propagandasını fasılasız yapmalıdırlar.  

·         Biraz şizofren, biraz megaloman, biraz mazoşist olmalıdırlar!

·         Eğer seçilirlerse, kendilerini “atayanlara” karşı tazimde kusur etmemeleri gerekeceğinden hem “halk dalkavukluğunu” hem de “şark dalkavukluğunu” kıvırmada mahir olmalıdırlar.

·         Türk tipi idareciliğin değişmez bir vasfı olarak “zinhar göründüğü gibi olmamalı ve olduğu gibi görünmemelidir.”

·         Özellikle iktidar partisine mensup olanlarının “kitabiyata” fazla ihtiyacı olmayacağından işlerin fırıldak tarafını öğrenmeye şimdiden başlamalıdırlar.

·         “İyi bir geçim”in “iyi bir seçim”den geçtiğinin bilincinde olmalı. Malum, dünya geçim dünyası.

·         Hemen, vakit geçirmeden bir sonraki seçimin hazırlıklarına başlamalıdırlar. Yeniden halka dönmeli, bunun için de (eski deyimle) 'ölü evinin yasçısı, düğün evinin tefçisi' olmalıdır.

Bu vasıfları çoğaltabiliriz. Ancak “kimi seçelim?” sorusuna ironik biçimde verdiğimiz yukarıdaki kısa cevaplar aynı zamanda “kimi seçmeyelim?”in de cevaplarıdır.

Ne yazık ki acınacak halimizi traji-komik biçimde seyrediyoruz!

Zannımız odur ki; önümüzdeki yerel seçimlerde de değişen bir şey olmayacak. Sadece şehirlerimizi yöneteceklerin isimleri ve siyasî etiketleri değişecek. Biz gene şehir, medeniyet, idrak inşa ve ihya fukaralığından dem vurmaya devam edeceğiz.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder