İnsanı hayrete düşüren
sözler vardır. Yüzlerce kitapla ifade edilemeyecek olanı bir cümleye, bir
mısraya sığdıran, adeta kalbe saplanan bir hançer gibi tesir eden ‘kelâm
öz’leri vardır. Bu kelâm sahipleri, “Allah’ın
sır hazinesi Arş’ın altındadır ve anahtarı şairlerin diline verilmiştir.” buyuran
Hz. Peygamber’in bu mutlak kelâmından pay alanlardır.
İşte büyük ârif
Yunus Emre’nin bir mısraı var ki, bizim Medeniyet tasavvurumuza bağlı şehir
idrakimizin kök ifadesini verir. Aynı zamanda
bir seyyah-ı ârif de olan Yunus Emre’nin uğradığı her mekâna, her şehre
bir kere bakıp dile döktüğü mısraların her biri aynı medeniyet tasavvurunun
ayrı ayrı şehirlere/mekânlara dağılmış ‘resm’ini ifade eder.
Yunus Emre’nin
o müthiş mısraı şu: “Bir mekâna varmışam
ki ol benim yurdum degül!”
Âriflerin
kasdettiği, keşfettiği “şehr”in ne olduğu üzerinde derinleşmeden söyleyelim ki;
Yunus şehr için feryâd etmektedir. Tıpkı “kasdım
budur şehre varam, feryad ü figan koparam” mısraında olduğu gibi.
Feryâdından da anlaşılıyor ki ne taşıdığı derdi anlayan, ne de feryâdına kulak
veren var. Kendisinden dört yüzyıl sonra
(XVII. Yüzyıl) Niyazi-i Mısrî anlayabiliyor ondaki derdi. Ve mukabele ederek cevap
veriyor adeta:
“Can
ilidir vasfettiğim derd ile ta’rif ettiğim.”
XIII. yüzyılda
söylenmiş bu müthiş mısranın mekân ve zamanı aşmış mânâ derinliğinin bugünkü
duruma göre yorumu; öncelikle günümüzün modern zaman şehirlerinin kendisine yabancılaşmasına işaret eder. Birçok
tedaileri (çağrışımları) olan Yunus Emre’nin bu mısrasına bakıldığında hem
içinde yaşadığımız şehrin hem de gördüğümüz-gittiğimiz şehirlerin nasıl ‘dönüşüp
başkalaştığını’ görürüz.
Şehrinden
yıllarca ayrı kalmış olan insanın hasretle şehrine dönüp, gördüğü şehir
karşısında yaşadığı şaşkınlık ve idrak tutulması ancak “bir mekâna varmışam ki ol benim yurdum degül!” mısrasıyla ifade
edilebilirdi.
Bıraktığım
şehir bu değil! Bize bırakılan şehir bu şehir değil! Bize emanet edilen şehir
bu şehir değil! Çünkü şehir ‘kendisi olmaktan’ çıkmış.
Bu şehrin ruhu
bizim şehrimizin ruhu değil. Mekânları ruh üflemiyor, kaos üretiyor!
Medeniyet
şehrinde hissedemiyorsunuz kendinizi! Yâni vardığınız şehir artık sizi “yaşanmaya değer hayat”a davet etmiyor, o
hayattan kesitler sunmuyor!
Visalin firkat olduğu
dem işte bu demdir. Yâni ‘kavuşmanın ayrılık olduğu’ zaman.
Bugün, sureti
yok edile edile genleri tahrip edilen şehirlerimizin ne hale getirildiğini,
adeta ‘vird’ haline gelen ‘kentsel dönüşüm’ denilen ‘kutsal ibadet’ adına nasıl
katliama uğratıldığını göremiyoruz, anlayamıyoruz.
Yaşadığımız mekân ‘bizim yurdumuz/şehrimiz” olmaktan çıktı! Kadîm dönemlerde medeniyetin mümessili şehirlere saldıran Moğol ve haçlılar yerine şimdilerde hani ya bir tabu ya da totem haline getirilen ‘kentsel dönüşüm’ ‘kelime-i kutsalı’ ile saldırılıyor. Fakat bu saldırı ihya ve imar olarak sunuluyor. Bu katliamı görebilmek, anlayabilmek ve hissedebilmek için Yunus’taki hissiyata sahip olmasak da onun “ol benim yurdum değil!”ine vakıf olmak gerekiyor.
Yaşadığımız mekân ‘bizim yurdumuz/şehrimiz” olmaktan çıktı! Kadîm dönemlerde medeniyetin mümessili şehirlere saldıran Moğol ve haçlılar yerine şimdilerde hani ya bir tabu ya da totem haline getirilen ‘kentsel dönüşüm’ ‘kelime-i kutsalı’ ile saldırılıyor. Fakat bu saldırı ihya ve imar olarak sunuluyor. Bu katliamı görebilmek, anlayabilmek ve hissedebilmek için Yunus’taki hissiyata sahip olmasak da onun “ol benim yurdum değil!”ine vakıf olmak gerekiyor.
Ülkemizde Cumhuriyetle
birlikte siyasî rengi ve zihniyeti ne olursa olsun tüm iktidarların adeta
ittifak ettiği şey: şehir imarı adına yapılan şehir katliamları, imhalarıdır.
Durum bugün de
değişmedi. Şehre ilişkin söylemleri ve anlayışı ‘bu yaka’dan gözükse de
yaptıkları‘öte yaka’yı besleyen, tahrip ve katliamdan başka bir şey olmayan
“yerli” iddialı “yabancılaştırıcı” siyasî zihniyet.
Siyasî
iktidarın “olmayan” şehir idrakinden, olmayan “medeniyet tasavvuru”ndan ve
olmayan “tarih farkındalığından/derinliği”nden bahsediyoruz. Bunlar olmayınca
da şehir adına şehre saldıran “kentsel dönüşüm” istilâcıları önünde coğrafyamızın
müktesebatı yok ediliyor. O hale getiriliyoruz ki vücuduna sokulan bıçağın
acısını duymayan bir insan gibi, bünyesine saldıran, organlarını tahrip eden
kentsel dönüşüm aygıtlarının tahribatını da hissedemiyoruz.
Çünkü “şehir
idraki”ni kaybettik, “mekân duygusu” diye bir hassamız kalmadı! Her alanda
çürütücü ve tahrip edici bir “akıl ve idrak tutulması” yaşıyoruz.
Yunus’un
mısraından ilham alarak “bir mekâna varmışam
ki, ol şehir benim şehrim” diyebilecek miyiz?
Zannetmiyorum!
Keşke Yunus’un “yaşadığımız
şehrin bizim şehrimiz olmadığı” kelamının ilham ettiği idrakten bir iz
taşıyabilsek!
Yine Yunus’tan
mısralarla bitirelim:
“Yunus Emre'm, bilmedi halin senin hiç kimseler
Halimi arz etmeye bir merd-i irfan isterim”
Halimizi arz
etmeye irfan sahibi iktidarlar gerekiyor. Şehrin, insanın, kimliğimizin
uğradığı bu fesadı anlatmaya, anlamaya ve önlemeye “muktedir” iktidarlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder