22 Nisan 2014 Salı

AB’NİN TRABZON AYASOFYA İLGİSİ VE ‘YERLİLER’İN SESSİZLİĞİ…


Yahya DÜZENLİ

Batı’daki "doğu imajı” ve özel olarak da “İslam ve Osmanlı imajı” asla değişmiyor, değiştirilemiyor. Çünkü inanç ve düşünce kodları böyle bir imaj değişikliğine müsaade etmiyor. Bazı tarihî kırılma dönemlerinde daha da tahkim edilen bu imaj/algı, XIII. yüzyıldaki haçlı seferleriyle birlikte batılıların bilinçaltına kazınamaz bir biçimde yerleşti. Batı, bu imajı algıya dönüştürerek bünyesini bu ‘barbar düşman imajı’yla diri tutuyor. Thierry Hentsc “Hayali Doğu” kitabında “Doğu bizim kafamızda. Bizim kafalarımızın dışında Doğu yok” ifadesiyle buna vurgu yapıyor.

XIII., XV. ve XVIII. yüzyıllarda şiddetlenen batının İslâm nefreti, Oryantalizm adı altında XV. yüzyıldan başlayarak adım adım batı sömürgeciliğinin ‘keşif kolu’ olarak sistemleştirildi. Oryantalizmin icad ettiği “doğu” ve “İslâm” imajı, bugün de tazeliğini koruyor. Kimi zaman fırınlanıyor, donduruluyor. Zamanı gelince de iklim şartlarına uygun olarak servis ediliyor. Oryantalist zihniyet için Doğu'nun, ‘gerçekte’ ne olduğu değil, kendilerinin oluşturduğu ‘kurgu’ önemlidir. Özellikle de Osmanlı, üzerlerine çökmüş bir hayalettir. Batı hâlâ kendi kurgusu altında ürettiği “hayali İslâm” tasarımıyla Doğu, İslâm ve Osmanlı imajının travmasını yaşıyor. Kendi ifadeleriyle “Batı, suskun olan Doğu’yu kendi çıkarlarına uygun bir biçimde şekillendirmiş, bu ötekileştirdiği ve kendinden farklılaştırdığı Doğu’nun hayaletini kendi hazırladığı çerçeveden sunmuştur.” (Cixous)

Batı’nın bu “doğu imajı”nın tezahürleri şehrimiz Trabzon’daki Ayasofya müzesinin geçtiğimiz yıl camiye çevrilmesiyle yeniden ortaya çıktı, bilinçaltı depreşti.

Avrupa Parlamentosu, 16 Ekim 2013 tarihli Türkiye İlerleme Raporu’ndaTrabzon Ayasofya Müzesi’nin yeniden camiye çevrilmesinden duyduğu rahatsızlığı bir cümleyle de olsa raporunda ifade etti. Türkiye’nin siyasi, sosyal, ekonomik, vs. gelişimine ve AB’ye entegrasyonuna ait gözlem niteliğinde, zaman zaman ‘tehdit ve azarlayıcı’ ifadeler de içeren rapor, birdenbire Trabzon Ayasofya’ya niçin vurgu yapıyor dersiniz? Trabzon gibi coğrafyası küçük bir Doğu Karadeniz şehrindeki küçük bir tarihî mabed/müze Avrupa Birliği’ni ilgilendirecek kadar önemli midir?

Önemlidir! Hem de Trabzon’luların fehm ve idrak edemeyeceği kadar anlamlı ve önemlidir!

2013 İlerleme Raporu’nun 23. Faslı olan Yargı ve Temel Haklar bölümünde;

“Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü” ara başlığıyla yapılan Türkiye değerlendirmesinde  “Gayrimüslim cemaatler, ibadet yeri açmada veya mevcut ibadet yerlerini kullanmaya devam etmede ayrımcılık, idari belirsizlik ve birçok engelle sıklıkla karşılaştıklarını bildirmişlerdir. Protestan Hristiyanlar ve Yehova Şahitleri mevcut ibadet yerlerine yasal statü kazandıramamış ya da yeni ibadet yeri inşa etmek için izin alamamıştır.” tespiti yapılıyor ve hemen arkasından konu birden kopuyor, adeta batının bilinçaltındaki genetik ifrazatı ortaya çıkıyor ve şöyle deniliyor:

“Haziran 2013’te Vakıflar Genel Müdürlüğü Trabzon’daki Ayasofya Müzesi’nin cami olduğunu açıklamıştır.”

Görünüşte son derece masum bir cümle. Ancak bu, batının DNA’sında yatan potansiyel cinnetin harekete geçtiği bir nefret ifadesidir. Anlıyoruz ki, bütün bir Avrupa kıtasına yayılan genetik rahatsızlık bu kez Trabzon Ayasofya üzerinden deşifre oluyor. 

Batı’nın genetik rahatsızlığına örnek bir ilave not da şu:

İlerleme Raporu Avrupa Parlamentosu’nda oylanırken sadece tek bir sözlü önerge veriliyor. Önergede “Trabzon ve İznik’teki kiliselerin, Müslümanlara ibadete açılması yönündeki yargı kararının yeniden gözden geçirilmesi” teklifi de kabul ediliyor.

1572 yılında Müslümanların ibadetine açılan mabedin statüsü 441 yıl sonra yeniden gözden geçirilecek??? Böylece haçlı ruhu tatmin ve teskin olacak! Kendileri gibi düşünen derisi yerli zihni yabancı şehir artığı diaspora var oldukça müsterih olsunlar! Zira kendileri zahmet etmeyecek, Trabzon şehir diasporası onlar adına ihaleyi takip edecektir!

Trabzon diasporasının gayretleri sonuç verdi ve Avrupa Parlamentosu’nun 2013 İlerleme raporuna diplomatik bir cümle ile Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesinden duydukları rahatsızlığı, AB’nin ağzından not ettirdiler.

Avrupa Parlamentosu, Anadolu’nun herhangi bir şehrinde bir müze kiliseye dönüştürülseydi/çevrilseydi acaba aynı tepkiyi gösterecek ve yıllık raporlarında yer verecek miydi? Büyük ihtimalle hayır!

Trabzon Ayasofya konusunda son derece duyarlı davranan Avrupa Birliği acaba hiçbir raporunda, Endülüs ve eski Osmanlı coğrafyasında inşa edilmiş camilerin nasıl kiliseye çevrildiğine, eğlence mekânları yapıldığına veya yıkıldığına bir cümle ile değinmiş midir?

Bir hatırlatma: Trabzon’lu ‘ehl-i kitap’ın yakından tanıdığı önemli Osmanlı tarihçisi ABD’li Prof. Heath Lowry ile Ankara’da 27.3.2001’de yaptığımız bir sohbette “Ben yakın zamana kadar denizden Selanik’e baktığımda 38 tane cami minaresi sayıyordum. Bugün bir tane yok. Hepsini imha etmişler.” demişti. Daha niceleri….

 1572 yılında Kilise’den camiye dönüştürülüp “Fatih Vakfı”na dahil olan Trabzon Ayasofya Camii, 392 yıl cami olarak hizmet verdikten sonra, 1958-1964 yılları arasında “restorasyon” bahanesiyle bir oldubittiye getirilip kapatılmıştır. Statüsü Cami olmasına rağmen 55 yıl müze olarak kullanılan Cami 2013 yılında Hükümetin siyasî iradesi ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün çalışmaları sonucu tekrar cami olarak ibadete açılmıştır.

Ayasofya’nın ibadete açılma çalışmaları sürerken, Trabzon ve Trabzon dışındaki “diaspora”nın seferberlik şeklinde “müzeme dokunma” biçimindeki öfke ve karşı kampanyaları sonuç vermemiş, ilgili mahkeme de Ayasofya’nın mülkî statüsünün cami olduğuna karar vermiştir.

Ancak, sadece “doğum yeri” veya “babasının doğduğu kent” Trabzon olan kimi ekalliyetin, oluşturdukları platform, dernek, vakıf, vs.lerle “Ayasofya’da herşey olsun, illâki cami olmasın” ısrar ve inatları, şimdilerde bilinçaltlarında potansiyel bir öfke ve nefret olarak varlığını koruyor.

Daha önce “Müze ve Kilise Diasporası’nın Trabzon Ayasofya Seferi Üzerine…” başlığıyla yazdığım bir yazıya Diasporanın sözcülüğü niteliğinde “Yahya Düzenli’ye Açık Mektup” başlığıyla verilen oldukça uzun cevap üzerine de “Müze ve Kilise Diasporası’nın Ayasofya İhalesi…” başlığıyla ben de uzunca bir yazı yazmıştım. Anlaşılıyor ki, o yazımdaki “Haçlı” ve “Moğol” şeklindeki benzetme ve nitelemelerimden rahatsız olup hücuma geçenlerin tavrı boşuna değilmiş.

Şimdi görüyoruz ki, diasporanın Ayasofya Seferi sınırlarımızı aşarak, Haçlı güruhunun anavatanında yankılanmış ve oradan Avrupa Birliği megafonuyla/patentiyle ses vermiş.

Trabzon Ayasofya, 441 yıldır kilise değil. Peki, bugün Trabzon’da cemaati olmayan bu kilise/müzenin fiziki formunu koruyarak camiye dönüştürülmesi niçin Batıyı rahatsız ediyor. Çünkü, kilise veya müze olarak kaldığı sürece batının tarihsel kin, öfke ve nefretini daim canlı tutacak bir sembol niteliğindedir. Ama üzülmelerine gerek yok. Kendi oluşturdukları “doğu imajı” Trabzon’daki Ayasofya Camii’ üzerinden Müslümanlara nefret ve kinlerini daha da diri tutabilir.

Trabzon, kendi bünyesinin hayatiyetini sağlayan Ayasofya gibi önemli bir organını fark edemese de köklerindeki kin ve nefreti raporlarına yansıtan Avrupa Birliği onu kendisine hatırlatıyor!

Fetih sembolü İstanbul Ayasofya Camii gibi (fetihden yüz sene sonra camiye dönüştürülse de) Trabzon Ayasofya Camii de XVI. yüzyıl Osmanlı coğrafyasının kuzeydoğudaki ‘fetih sembolü’dür. Bu sembolün ‘neye delâlet ettiği’, ‘neleri hatırlattığı’nın, Avrupa Birliği kadar olmasa bile, Trabzon şehri farkında mıdır? Şehrin, AB kadar olsun Ayasofya idraki var mıdır?

Niçin bu soruyu soruyoruz?

Şunun için: Siyasî iktidarın kararlılıkla tekrar camiye dönüştürdüğü Ayasofya, 5 Temmuz 2013 tarihinde açıldığında, kılınan ilk Cuma namazına ne Trabzon’lu Bakanlar, ne zamanın Valisi, ne Milletvekilleri, ne Belediye Başkanları, ne de İktidar Partisinin İl Başkanı katıldı.
Açılışa katılamayan Başbakan'ın, daha sonra Ayasofya’da öğle namazı kılacağını belirlediği tarihte ise tam tekmil oradaydılar. Ancak hâle bakın ki, Başbakan gene yoğun işleri dolayısiyle gelemeyince boşuna(!) beklemiş oldular. Değerli vakitlerini namaz ve bekleyişle harcadıklarına mı yansınlar, Başbakan'a gözükememiş olmalarına mı?
Siyasî iradenin Ayasofya ile ilgili bu önemli kararına rağmen Ayasofya’nın açılışına katılmayan bu siyasiler, 20 Temmuz 2011 tarihinde “Avrupa Olimpik Gençlik Festivali Etkinlikleri” kapsamında Antalya Devlet Opera ve Balesi’nin  Ayasofya’nın duvarındaki fresklerin önünde verdiği adeta bir kilise ayinini andıran konsere katılıyorlar, yüzleri pür neşe dolu bir şekilde müzik keyfi yaşıyor ve solistlere çiçek takdim ediyorlar.

Ne muhteşem bir sanat sevdasıdır bu (!)

Sormak istiyoruz: Kimin değirmenine su taşıdığınızın farkında mısınız ?

Basiret, feraset, idrak, irfan, iz’an bir şehri terkederse ancak bu tablo ortaya çıkabilir.

Anlaşılıyor ki yerlilerin sessizliği ile AB’nin sesi yerine göre değişiyor!
Klâsik cümle ile yazımızı bitirelim: Trabzon Ayasofya’sı Trabzonlulara bırakılamayacak kadar önemli ve anlamlıdır!
(Not: İlgili ve meraklılar söz konusu konserin haber ve fotoğraflarını Trabzon Belediyesi’nin internet sitesinde görebilirler. http://www.trabzon.bel.tr/Gazete/2011/2107Ayasofya.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder