duzenliyahya@gmail.com
Tabulaştırılan
kavramların zihinleri bulandırıp yönlendirdiği ve ifsat ettiği bir dünyada
yaşıyoruz. Adeta kurgu filmlerdeki siber saldırılar gibi kavramlar
zihinlerimizi istilâ etmekle kalmayıp, hepimizi oluşturduğu illüzyon dünyasının
figürleri, hatta kurbanları haline getiriyor. Zihnimiz kavram’la karşılaşmadan
“her şeyden önce söz vardı!” doğru! Ama söz artık hakikatin vasıtası değil!
Sözün kavramlaştığı, kavramın da kutsallaştığı, bununla kuşatıldığımız modern
zamanlarda kavramların hakimiyeti altında kıvranıyoruz, can çekişiyoruz.
Yazımıza böyle bir
girişle başlamamız, kavramların önce ‘şifa’ dağıtan bir vasıta olarak ortaya
çıkıp, nihayetinde öldürücü bir silâh olarak kullanılabilmesine dikkat
çekmektir. Üzerinde duracağımız kavram “Kentsel Dönüşüm.” Sadece kavram değil
şüphesiz; taşıdığı, getirdiği büyük bir bedel var. Kavramların ‘kullanıma göre’
masum veya meş’um olduğunun idrakindeyiz. Bir münekkidimizin söylediği gibi "akıl susmuş ve mefhumlar cehennem! Bir
raks içinde tepinip duruyor. Sloganlar yönetiyor insanları.… Bir kıyametin
arifesinde miyiz acaba?..”
Uygulamalarıyla masumiyetini
kaybetmiş bir organik kavram olarak ‘kentsel dönüşüm, kutsallaştırılmış bir
tabu-kavram olarak şehirlerimizi kavuruyor!
Kent ne? Dönüşüm ne?
Kavramın tarihî de yok! Tarihsiz ama talihli bir kavram! Talihli yâni tahripçi
bir kavram: Kentsel dönüşüm!
Lûgatler dönüşüm’ü
“olduğundan başka bir biçime girme, tahavvül, başka bir durum alma” olarak
tanımlıyor.
Son yıllarda şehir
deyince hemen çağrışım yapan, evrâd ve ezkâr haline gelen “kentsel dönüşüm”…
Marjinal bir tepki
mi veriyoruz? Şehirlerimizi istila eden gecekondu sefaletini görmüyor muyuz?
İnsanların insanca bir yaşama mekânına sahip olmalarını istemiyor muyuz? Bütün
bu gerekçelerle başlatılan ‘kentsel dönüşüm’e niçin muhalefet ediyoruz?
Şehirlerimiz
gecekondulardan temizlenip ıslah mı ediliyor, yoksa kulekondularla işgal mi ediliyor?
Herkesin öldürücü
zehiri âb-ı hayat olarak içtiği bir dünyada bu yöndeki feryâd ve ikazlar yankı
bulabilir, anlaşılabilir mi?
Bu soru bize rahmetli
muhakkik mimar Turgut Cansever’i hatırlattı.
Cansever, ‘iskelet
tarlası’na çevrilen şehirlerimiz için ömrü boyunca çırpındı, feryâd etti.
Feryâdını duyan mı oldu? Tekliflerine itibar eden var mıydı? En çok da
kendilerini “muhafazakâr” olarak tanımlayanlar onu kahretti.
Cansever her şeyi
söyledi, idraklerin hakikate yönelmesi için yüksek sesle haykırdı. Köklerin
beslediği, geleneğin yön gösterdiği yeni bir “şehir ve medeniyet idraki”ne
davet etti, yazdı, konuştu, çizdi ama ne yazık ki kafasında ‘kulak görünümlü’
bir organ taşıyanlar onu duymadı, anlamadı. Onların anlamadığı ve
anlayamayacağı bir tarih, şehir ve medeniyet galaksisine davet ediyordu.
Kimleri? İlgilileri, Şehircilik Bakanlığını, belediyeleri, hükümeti, mimarları,
müteahhitleri, hatta tarihçileri, sosyologları… Ancak gözün görmemeye, kulağın
duymamaya, dilin konuşmamaya, zihnin anlamamaya memur ve mecbur olduğu bir
iklimde o ‘fildişi kulesi’nden feryâd eden bir münzeviydi.
Bu halde fâni
âlemdeki görevini yerine getirerek göçtü.
En çok da kentsel
dönüşüm denilen modern zaman alametlerine itiraz etti. ‘Yeni şehirler’ teklif
etti. Ama “şehir ve medeniyet idraki” olmayanların onu anlamaları kabil
değildi. Kaybolan idrak bir daha da geri gelmez! Çünkü onu, tarihî bir malzeme
olarak bile çağrıştıracak her şey yok edildi, yok ediliyor!
Kentsel dönüşüm bir
idrak değil bir işgal! Modern zaman şehir musibetlerinin en öldürücülerinden!
Kentsel dönüşüme
dair bu öfkemiz bize Trabzon’lu bir hikmet adamının annesinin bir sözünü
hatırlattı. Öyle bir söz ki idrakimize mıh gibi çakılıyor. Diyor ki:
“Çocukluğumda
annemle ahıra inmiştim. Baktım ki sığırlardan birisinin kulağının yarısı yok.
Anneme; “bu sığırının kulağına ne oldu?”
dedim. Annem: “Fare yedi onu” dedi.
Ben de: “Anne nasıl yedi onu ki bu sığır
hiç bağırmadı mı, hiç anlamadı mı?” Annem bu sefer dedi ki: “Fare ofura ofura (üfleyerek) yer oni da
sığır anlamaz oni. Hoşina bile gider.”
Bu örneği kendi anneme
anlattığımda annem de tasdik ederek “Bizim
zamanımızda yaz başı sığırları ahırdan çıkardığımızda, yürüyemezlerdi.
Tırnaklarını fareler kemirmiş olurdu. Tırnakları kemirilen sığırlar hiç aldırış
etmezlerdi!”
Farenin sığırların
kulaklarını ve tırnaklarını kemirdiği bu hadise aslında dehşet verici. Bir organı
kemirilen canlı tepki vereceğine, bundan haz duyuyor!
Farelerle ilgili biraz araştırma yapınca; ağızlarındaki
tükürük salgısı bütün canlılarda narkoz etkisi yaptığı için kemirilme sırasında
bunu hiç hissetmezler, burun, dudak, kulak ve parmaklarını kemirerek yerler.
Bu hâdise bana şehirlerimizin “kentsel dönüşüm” macerasını, daha doğru maraziliğini hatırlattı.
Şehirlerimiz, (artık
kalmamış kimliklerine rağmen) kentsel dönüşüm’le tedrîcen kemirilerek elimizden
alınıyor, kayboluyor. Bu hal, farenin sığırların kulağını üfürerek kemirip
onların da hoşuna gittiği gibi, bizim de hoşumuza gidiyor, haz alıyoruz. Fare
üfürürken kemirdiğinde adeta bu üfürme sığırda narkoz tesiri yapıyor ve sığır
da kıpırdamadan duruyor.
Yukarıdaki misalde
olduğu gibi, kentsel dönüşümle üfürülen hava insanımızda narkoz tesiri yapıyor,
sonra narkoza alışıp, bağımlı hale geliyor, daha sonra da mazoşist-hedonist bir
karaktere bürünerek bu kemirmeden müthiş bir haz duyuyoruz.
Bir işgalci gibi
önce şehirlerimize “gecekondu ıslahı” yla giren, sonra şehrin kalmayan ruhuna
musallat olup AVM’lerle, Rezidanslarla, Konut kuleleriyle şehirleri işgal eden
muhterislerin doymak bilmez iştah ve ihtirasları karşısında çaresiz biçimde
şehrin tüm organları kemiriliyor!
Bir işgalci gibi
önce şehirlerimize “gecekondu ıslahı” sloganıyla giren, sonra zaten şehrin kalmayan
kimliğine musallat olup AVM’lerle, rezidanslarla, konut kuleleriyle şehirleri
işgal eden muhterislerin doymak bilmez iştah ve ihtirasları tarafından -biz
çaresizce seyrederken- şehirlerimiz kemiriliyor!
Rant muhterisleri
üfürdükleri “kentsel dönüşüm” uyutmacası ile şehirleri tahrip ediyor, yiyip
bitiriyor, bize de bu halden zevk almak kalıyor!
Bir Latin atasözü ‘harabeleri de harap ettiler’ der.
Üstad Necip Fazıl’ın
bir yazısının sonundaki şu sorusuyla bitirelim: “Sıhhati ölümde aramak mıdır yol?”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder