duzenliyahya@gmail.com
26 Ekim 2014 Trabzon’un fethi’nin 553. Yıldönümü…
Hamaset dolu ‘kutlama’ların ruhsuzluğunun idrakinde olarak vurgulayalım
ki; kadîm bir tarih, kültür ve derinliği olan bu şehrin Osmanlı medeniyet
dünyasına katılmasının ve büyük roller üstlenmesinin önemine dikkat çekmek
gerekiyor. Ki, bu şehrin yaşayanları, belki “nasıl bir şehirde bulundukları”nın
farkına varırlar.
15. yüzyılda Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilen, yeniden imar ve
inşa edilen üç önemli şehrimiz vardır. Bu şehirler: İstanbul, Saraybosna ve Trabzon’dur. İstanbul 1453’te, Trabzon
1461’de, Saraybosna da 1463’te Osmanlı topraklarına katılmıştır.
İstanbul’un 1204’te Haçlılar tarafından işgalinden kaçan Bizans
Hanedanının kurduğu Trabzon Komnenos İmparatorluğu, 26 Ekim 1461 günü fetihle
birlikte Roma İmparatorluğu’nun kalıntısı son devlet olarak tarihe karıştı.
Böylece Anadolu’nun Malazgirt’le başlayan fethi 390 yıl sonra Trabzon’la
tamamlandı. Selçuklu tarihçisi Prof. Osman Turan “Türkler Selçuklular devrinde Anadolu’yu fethettikleri halde bu
cennet sahillere sahip olmakta çok gecikmişlerdi. Bir yandan yüksek ve sarp
dağlar, öte yandan Haçlı taarruzları buna sebep olmuştur. Bunun ilâhi bir
hikmeti olsa gerek. Zira Hazret-i Peygamber İstanbul’un fethini nasıl Fâtih
Sultan Mehmed’e tebşir etmiş ise, bütün Rum devletleri gibi, bu güzel belde de
sanki O’nun mübarek tarihî kılıcını beklemiş ve bu sâyede Türk-İslâm diyarı
olmuştur.” diyerek bu gerçeğe temas eder.
Bu üç şehrin coğrafyasına baktığımızda şöyle bir sembolik anlam
çıkarabiliriz: İstanbul bir vücudun kalbi gibi Osmanlı coğrafyasının ortasında,
Saraybosna coğrafyanın en batı ucunda, Trabzon da en doğuda medeniyet şehri
olarak adeta payitaht İstanbul’un kalp atışlarının kendilerinde hissedildiği
taç şehirlerdir.
İstanbul’da okunan ezanın dalga dalga yayılarak batıda Saraybosna’da, doğuda
Trabzon’da yankılandığı bir medeniyet coğrafyasının ‘değer taşıyıcı’
şehirleri...
Osmanlı’nın klâsik dönemi olarak ifade edilen 15. ve 16. Yüzyıl, aynı
zamanda Osmanlı medeniyetinin şehir ve mimarîde kemâle ulaştığı, fethettiği
şehirleri “yaşanmaya değer” bir medeniyet iklimine
büründürdüğü dönemdir. Osmanlı'nın bu döneminde fethedilen bölgeleri anlatan
bütün kronikler, Padişahın fetihle birlikte şehirlerin mâmur ve bayındır olması
için “imar ve inşa”sını emir buyurduğunu
yazar. Aşıkpaşa, İbn-i Kemal, Tursun Bey bunlara örnek olarak sayılabilir.
Mesela, erken dönem Osmanlı kroniklerinden Tevarih-i Âl-i Osman’da Oruç Bey, “Çün şehir tamâm oldu”, “evler bünyâd
itdiler”, “Şehri ma’mur itdi” gibi ifadeler kullanır.
Fatih’in de şaheser bir şiirinde söylediği gibi;
“Hüner bir şehir bünyâd itmekdür.
Reâyâ kalbin âbâd itmekdür!”
Fatih Sultan Mehmed’in fetihle birlikte Trabzon’a girişine ilişkin
Bizans tarihçisi Kritovulos şunları söyler: “…Bundan sonra Sultan şehre girdi. Şehri dolaştı, durumunu gözden geçirdi,
güvenliği için tedbirler aldı, bölgenin ve şehrin çeşitli üstünlüklerini,
içindeki binaları ve halkını inceledi. Kaleye ve hükümdar sarayına gitti,
kalenin sağlamlığına ve sarayın yapısına ve haşmetine hayran kaldı ve şehrin
her bakımdan takdire değer olduğuna kanaat getirdi…”
Fethi “bir
milletin, bütün zaman ve bütün mekân plânına hâkim bir kudret ve şahsiyetle atılma
ve yayılma hamlesi” ve “medeniyet ve şahsiyet zaferi” olarak tanımlayan Üstad
Necip Fazıl, fetih yıldönümü anmalarına ilişkin “… sene evvelki medeniyet ve şahsiyet hamlemizi anarken, onu bu
defa sâde mekân plânında değil, zaman plânında da, yâni ruh ve kafa âleminde de
daha ileriye, daha gerçeğe ve şahsiliğe götürmeye mecbur olduğumuzu şuurlandırmalıyız!
Biricik davamız budur! der. Rahmetli muhakkik mimar
Turgut Cansever’in de “fetih nice
kapıları açar” dediği, fethin açtığı kapıdan şehirlilere yüklediği mes’uliyet işte
budur.
Ahmet Davutoğlu da ‘Fetih ve Medeniyet’ başlıklı bir bildirisinde
Osmanlı’nın fetih gerçeğine vurgu yapar: “Osmanlı
bütün tarihi kuşatma azmindeydi. Fetih de o tarihi derinliği taçlandıran ve o
tarihî derinliğe mekân kazandıran bir olguydu. Onun için de fethin karşılığı
bir medeniyet dönüşümüdür…”
Dünyaya “devlet-i
ebed müddet” bir nizam,
batılıların deyimiyle “Pax
Ottomana: Osmanlı barışı” kazandıran üç büyük hükümdarın ayak izlerinin halâ silinmediği medeniyet şehri Trabzon, bugün yazık ki
bu izlerin bile farkında değil. 553 yıllık tarihî hafıza, şehir gerçekliğinden
kopmuş, onu unutmuş. Boşalan hafıza tarihî derinliğini ve yaşanmışlığını
hatırlamıyor.
“Gökyüzü çadırınız olsun” diyen Osman Gazi’nin medeniyet
bânisi üç büyük
evlâdı Fatih’in, Kanuni’nin, Yavuz’un şehri bugün yeryüzünü kuşatan çadırın
altında, nerede olduğunu bilemiyor, kendisini tanıyamıyor.
Bugünkü şehir, tarihî aidiyetin hâlâ peşinde olduğunu anlayamıyor, bu
aidiyetin ayak seslerini işitemiyor.
Tarihî
aidiyet, tarihte özne
olmuş şehirlerimizin süreklilik içerisinde bulunduğu havzada önemini koruması
için önemli bir ihtar ve ikaz olsa gerek. Coğrafyanın sağladığı imkân, tarihi derinlik
ve stratejik konum, bu şehirlerimizin kendi
kalarak devamı için önemli avantajlardır. Oysa birçok tarihî şehrimiz bu potansiyele
sahip iken, ne yazık ki tarih, medeniyet
ve şehir idrakinden nasipsiz siyasîler
ve yöneticiler elinde yıpranmaya, çürümeye, yabancılaşmaya terk edilmişlerdir.
Trabzon bahsettiğimiz bu üç önemli özelliğine rağmen enerjisini modern
zaman şehirlerine musallat alanlarda tüketmektedir. Medeniyetin tecelli mekânı olarak şehirlerimizin bugün şehircilik
ve kentsel dönüşüm, marka kentler, dünya kenti kompleksleriyle ne hale
getirildiğini, nasıl ifsat ve imha edildiğini Trabzon gerçeğinden de okuyabiliyoruz.
553 yıl önce kendisine atfedilen önem, yüklenen ve yükselen mânâ bugün
kayboldu. Bu manâyı anlayacak, kavrayacak bir şehir yöneticisi ve siyasî
göremiyoruz! Şehrin futbol ve folklora kilitlenmiş enerjisinde kaybolan şehir
halkının hafızası da yok oldu. Şehirde safariye çıkan rant avcılarının tarihî derinliğe sahip
Trabzon’u ne hale getirdikleri gözler önünde.
553 yıl önce Fatih’i Trabzon’u fethetmekten vazgeçirmek isteyen
Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan annesi Sara Hatun'u kendisine gönderdiğinde,
Trabzon’u kuşatan sarp yamaç ve ormanlar içinde atından inmiş, terlemiş bir
vaziyette bulur ve “Hay oğul! Bir Turabuzon için bunca
zahmetler çekmek nedür?” dediğinde “Ana! Bu
zahmetler din-i İslâm yolundadır. Kim ahrette Allah huzuruna varıcak hacil
olmayavuz deyüdür…” cevabındaki memuriyet ve mes’uliyeti idrak etmek gerekiyor.
Bugün de bir zamanların medeniyet şehri Trabzon, kendisi için zahmet
çekecekleri, kendisini şehre ait hissedecekleri bekliyor!
Üstad Necip Fazıl’ın 1946 yılında İstanbul’un 500. Fetih yıldönümü
vesilesiyle yazdığı “Fatih Şöyle Dese” başlıklı yazısından bir bölümü şehrimiz
Trabzon’u düşünerek okuyalım:
“Kendi
iddianız ve tabirinizle, İstanbul’un fethinin 500. Yıldönümünü kutlamaya
hazırlanıyorsunuz. Ne yüzle buna hazırlandığınızı, ne bakımdan bu fethin topraklarında irfan ve zevk vârisliği hakkına
liyakat iddia edebildiğinizi sormak isterdim!”
Bu ihtar ve vasiyetle şehrimize bakabiliyor muyuz? Veya bu ihtarın
gereğini yapabiliyor muyuz?
Niçin bu şehirdeyiz veya nasıl bir
şehirdeyiz sorularının cevabını doğru olarak verebilmek için bu şehrin ruhunu,
kadîm tarihini, kimlerin medeniyet havzası olduğunu anlamak lâzım.