15 Eylül 2009 Salı

ŞEHRİN "AİDİYET KODLARI"NA DÖNMESİ...

Yahya DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com

Bazı şehirleri ait oldukları medeniyet bütününden koparmaya, onu kültürel-toplumsal birikimini terkettirmeye, tarihsel derinliğini unutturmaya sarfedilen enerji çoğu zaman tersine dönüşür. Unutturulmaya çalışılan hatırlanmaya, yok edilmeye çalışılan varolmaya, vazgeçirilmeye çalışılan da sahiplenilmeye başlar. Büyük toplumsal kırılmaların/dönüşümlerin yaşandığı bir ülkede, dünya görüşü endeksli hafıza kaybı operasyonları birkaç nesilde başarılı olsa da, medeniyet şehirleri kendilerini yeniden idrak edecek bünyeyi, ‘küllerinden yeniden doğan’ efsanevi varlık gibi oluşturmaya başlarlar.

Onun içindir ki, barbarların/istilâcıların ilk yaptıkları şey işgal ettikleri şehrin tarihsel kimliğini yansıtan “alamet”leri, simgeleri yok etmek olmuştur. Bunlar kimi zaman mabedler, kimi zaman tarihî mezarlıklar, kimi zaman toplumsal yaşama mekânlarıdır. Tarihte yaşanan büyük Moğol istilâları ve günümüzde yaşanan Irak istilâsını bu anlamda düşünebiliriz. Bütün bunlar “tarihsel kodları silme”ye yöneliktir. Saldırılan, istilâ edilen, yok edilmek istenen bu “kod”lardır.

Bu istilalar bazen önce kültürel yok edişle başlayıp fiili yok edişe dönüşür. Bazen de her iki yok ediş biçimi eşzamanlı olarak uygulanır.

Demek istediğimiz odur ki; bir medeniyet şehri ne kadar tahrip ve yok edilirse edilsin “kendi kodları”nı muhafaza ettiği DNA’yı, kök hücreyi ortaya çıkarabilme kabiliyetine sahiptir. Yâni şehir, suyun yatağı ne kadar engebeli olursa olsun o yatakta akması gibi “kendi aidiyet kodları”nı arar.

Şehrin “kendi kodları”ndan kastımız; ait olduğu tarihsel eksen ve dünya görüşünün “yaşanmaya değer mekân” haline getirdiği “aidiyet kodları”dır. Medeniyet kodlarıdır. Bu kodlar, yüzyılların süzgecinden geçerek damıtılmış kodlardır.

Şehrimizin, binlerce yıllık birikiminden sonra “medeniyet şehri” olma iradesinin depreştiği ve bunun gerçekleştiği zamanlardan bugüne kadar yaşadığı kaoslara, tahribatlara rağmen “kendi kodları”nı ona hatırlatacak “alamet”lerin halâ varolması, onun modern zamanlarda da “kendi kodları”ndan çıkaracağı bir “şehir tasarımı” olduğuna da işaret ediyor. Bu tasarımın şifreleri şehrin “aidiyet kodları”nda gizlidir. Eski deyimle “mündemiç”tir.

Bu anlamda Trabzon; “kendi kodları”nı saklayan, onları tanıyan, onların farkına varan ve o kodlarından yeni değerler üretme potansiyeli taşıyan bir şehirdir.

Tanpınar “Beş Şehir”de bir medeniyet şehri için önemli bir cümle kullanır. O cümle: “Bir başkent daima başkenttir. Ne kadar susturulursa susturulsun yine konuşur.” Bu muhteşem cümle her şeyi anlatıyor. Şehrimize bu manâda baktığımızda, şehrimiz varlığını üzerinde yaşayanlarda ve muhataplarında “özenilecek” bir çekiciliğe büründürdüğü oranda kendisine karşılık bulabilecektir.

“Daima konuşan” şehir, susturulamayan şehirdir.
Kendi kodlarını güncelleyebilen şehirdir.
Aidiyet kodlarından yeni tasarımlar çıkarabilen şehirdir.
Kendin kopmayan, korkmayan ve kaçmayan şehirdir.

Şehrin “kendi kodları” onun tarih bilincini taşır. Tarih bilincini unutan şehrin gelecek tasavvurundan bahsedemeyiz. Bu anlamda Turgut Cansever, “şehir, bugünü ve yarını ifade etmek zorunluluğunu yerine getirebilecek güçtedir; onun, bu zaruretten sıyrılmış olduğunu tasavvur edemeyiz.” der. Şüphesiz ki bütün bunlar, kendisini şehrinden sorumlu görenleri ilgilendiriyor. Bu sorumluluk, ihale edilemeyen, ertelenemeyen bir sorumluluktur.

Bulunduğu, daha doğrusu kendisini “ait hissettiği” şehri için “buralıyım !” diyebilmek ne büyük bir iddiadır ! Ve bu iddianın nasıl bir sorumluluk ve mükellefiyeti yüklenmeyi ihtar ettiğinin farkında mıyız acaba?

“Trabzon’luyum!” derken, nasıl bir tarih bilinci, medeniyet idraki, şehir kültürü ve sorumluluk taşımamız gerektiğinin şuurunda mıyız? Yoksa hayatımızın, “yaşadığımız şehir”i sadece kemirilecek nesne gören bir parazit hayatından farksız olduğunun farkına bile varamayız ! Hatta bu parazit hayatı sadistçe “sürdürülmesi gereken bir zevk” bile verebilir !

Böylesine “çetin bir iştir” Trabzon’luyum diyebilmek, diye düşünürüz.

“Aidiyet kodları” diye bir meselesi ve derdi olan “basiret ehli” ne şehrin yeniden idrak ve inşası, imar ve ihyası için çok iş düşüyor !

Şehrin ne olduğu, orada “yaşanmaya değer bir hayat” sürme iradeniz yoksa, Hz. Mevlâna’nın “Sarayda gece, sultanlar uykuda! Zindanda gece, mahkûmlar uykuda!” sözlerinde olduğu gibi “gaflet”in kahredici duyarsızlığıyla yaşamaya/sürünmeye devam ederiz.

Kendilerini “şehrin sahibi” görenler, şehrin enerjisini “kendi kodları”ndan uzaklaşma yolunda tüketmeye çalışsalar da, bu çabalar medeniyet şehirlerinin “kendi aidiyet kodlarına dönme”lerini hızlandıracaktır.

Medeniyet şehirlerinin “susturulamayan konuşma”ları, “medeniyet kodları”nı göremeyenlerin anlayacakları türden bir konuşma değildir.

Şehir, kendi kodlarına dönmeye çabaladıkça, onun yürüyüşünü engelleyecek görünen ve görünmeyen maniaları yollarına döşeyecekleri de tanıyabilmesi gerekiyor. Tanpınar’ın “daima” dediği kentler, tarihsel sürekliliğini kaybetmeyecek şehirlerdir. Ve onlar bu maniaları aşacak donanıma sahiptirler.

Şehrimiz Trabzon’un da, yaşadığı altüst oluşlar, dönüşümler, işgaller ve ‘kendine yabancılaştırma’ operasyonlarına rağmen halâ “kodlarını muhafaza” edebildiğine inanıyoruz. Her ne kadar enerjisi “zorla” fizikî reflekslerde tüketilmek istenirse istensin kendi kodlarının farkındadır. Bu kodları “doğru okumak” için tercümana ihtiyacı yoktur. Kendi aidiyet kodlarını okuyabilmek iradesine sahiptir.

Şehrimiz Trabzon’u tahayyül ederek gene Tanpınar’la bitirelim: “En büyük meselemiz budur; mazi ile nerede ve nasıl bağlanacağız; hepimiz bir şuur ve benlik buhranının çocuklarıyız; hepimiz Hamlet’ten daha keskin bir ‘olmak ve olmamak’ davası içinde yaşıyoruz. Onu benimsedikçe hayatımıza ve eserimize daha yakından sahip olacağız. Belki de sadece aramak ve bütün kapıları çalmak kâfidir…”

Kendimize, yâni “şehrimize” doğru aramak, aslında “kendi kodlarımıza dönmek”tir.

(Günebakış, 16.09.2009)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder