1 Eylül 2009 Salı

ALİ ŞÜKRÜ BEY'İ MAHİR İZ'DEN DİNLEMEK...

Yahya DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com

Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı ve Birinci Büyük Millet Meclisi’nde Trabzon milletvekili olan Şehid-i muazzez Ali Şükrü Bey, cumhuriyet dönemi “siyasi cinayetler ve suikastler” tarihimizin en önemli şahsiyetidir.

Öyle bir şahsiyet ki !!!

O’nun şahsiyetini bir de Mahir İz’in “Yılların İzi” isimli hatırâtından dinleyelim. “Trabzon Meb’usu Ali Şükrü” başlığıyla, bizzat gördüğü, müşahade ettiği öyle muhteşem bir Ali Şükrü Bey portresi çiziyor ki Mahir İz; biz bu tablodan Trabzon’lu bir siyasî şahsiyetin “nasıl olması” gerektiğini çıkarıyor ve bugünün siyasîlerinin ‘siyasî kimlikleriyle birlikte şahsiyetlerini test edecekleri, örnek alacakları abideleşmiş bir “duruş adamı”nı görüyoruz.

Mahir İz (1895-1974) Bey; Birinci Büyük Millet Meclisi Zabıt Kalemi’nde çalışmış, o günlerin olaylarına bizzat şahit olmuş, gizli celselerde bulunmuş ve yaşadıklarını “hâtırât” haline getirmiş önemli şahsiyetlerden birisidir. Kendisine rahmet dileyerek, hâtıratının Ali Şükrü Beyle ilgili oldukça önemli kısımlarını o akıcı üslubuyla iktibas edelim:

“Ben söylediğim sözü bilirim !”

“Ali Şükrü Bey, İstanbul Meclis-i Meb’usân’ından Birinci Büyük Millet Meclisi’ne iştirak edenlerdendi. Bahriye binbaşılığından emekli olmuştu. İstanbul Donanma Cemiyeti İkinci Reisiydi. İlgiltere’de okumuştu.

Meclisin açıldığı ay içinde, bir gün, meclis’de riyâset makamında Gümüşhane meb’usu Hasan Fehmi Bey bulunuyor ve celseyi idare ediyordu…

Bir kanun müzakeresi sırasında söz isteyenleri riyâset divânı yazmaya başladı. Neticede Reis Hasan Fehmi Bey; “Efendim, ondört kişi söz aldı, isimlerini okuyorum” dedi. Daha liste tamamlanmadan, gözlüklü ve Osmanlı bıyıklı genç bir zât salon kapısının sağ tarafındaki orta köşesinden haykırdı. “Reis Bey! Söz istiyorum. Ben üçüncü olarak söz almıştım, sekizinci sırada okudunuz, lütfen listeyi tashih buyurun” dedi. Reis: “Efendim ! Biz burada divan katipleri beylerle üç kişiyiz, sizden daha iyi görürüz, listede yanlışlık yoktur” deyince; “Reis Bey! Ben söylediğim sözü bilirim. Dikkat etmiştim, üçüncü olarak söz aldım, hakkımı istiyorum” dedi. Reis bunun üzerine: “Ali Şükrü Bey! Müzakereyi ihlâl ediyorsunuz, hakkınızda nizamnâme-i dahiliyi tatbik edeceğim” dedi. Ali Şükrü, hak istemeye devam edince: “Rica ederim Ali Şükrü Bey ! obstrüksiyon (tıkanlıklığa sebep olma) yapıyorsunuz, hakkınızda….” Derken Ali Şükrü Bey salonu terk etmişti.

Ben o zaman sonradan zabıt müdîri olan mümeyyiz Zeki Bey’e: “Bu zâta dikkat edelim, küçük bir hakkını korumak isteyen bu zât ileride çok mesele çıkartacaktır” demiştim. Öyle de oldu. “

Mahir İz Bey, Hilâfetin kaldırılmasına ilişkin teklifin Büyük Millet Meclisi’nde gizli celsede müzakeresiyle ilgili de şunları yazıyor:

“ Hilâfetin lağvı lüzûmuna dâir olan teklifin müzâkeresine gizli celsede başlanmıştı. Çok hararetli müzakereler oldu, gece yarısına kadar devam etti. Teklif eden tarafın sözcüsü Bahriye Vekili İstiklâl Mahkemesi Reisi İhsan Bey’di. Buna muhalif olan karşı tarafın da kendiliğinden meydana çıkan sözcüsü Trabzon Meb’usu Ali Şükrü Bey’di. Muhâlifler, söz sıraları gelince kürsüye çıkıp fikirlerini söylediler, mes’elenin müdafaasını yaptılar. Ancak Ali Şükrü Bey kürsüye belki onbeş kere çıktı.

“Ben bu işin fedâisiyim !”

Artık vakit çok geç olmuş, herkes de yorulmuştu. Fakat Ali Şükrü Bey ayakta hatibi dinliyordu. O sırada yine kürsüye yaklaşarak konuşan hatibe cevap vermek üzere söz istedi ve kürsüye yaklaşmaya başladı. O anda, Mersin meb’usu Selâhaddin Bey’in her zaman oturduğu kürsüye yakın ilk sırada ortada Raûf Bey oturuyordu. Önüne doğru gelen Ali Şükrü Bey’i belinden tutarak: “Şükrü! Yeter, yeter! Şükrü, artık söz alma!” deyince, Ali Şükrü Bey birdenbire Raûf Bey’e dönerek: “Raûf ! Ben bu işin fedâisiyim, anladın mı?” dedi ve kürsüye çıktı…”

Mahir İz Bey, hâtıratının burasında bir dipnot düşerek şunları ilâve eder: “Ali Şükrü Bey’in iddiası şuydu. Bütün dünyadaki İslâm âlemi tekmîl rûhuyla, vicdâniyle Makam-ı Hilâfet’e bağlıydı. Bu kuvveti ihmal etmek adeta bir hiyanet-i vataniye idi. Hâfi celsede Ali Şükrü Bey’in Rauf Bey’e dönerek: “Ben bu işin fedaisiyim, anladın mı?” demesi, bu büyük kuvvetin alemşumûl tesirine inandığı içindi. İngilizlerin yıpratmak istedikleri bu kuvvet idi. Bu parçalanınca, kavmiyet üzerine kurulan milliyet mefhumu, dinleri müşterek milletler üzerinde yavaş yavaş tesirini gösterecek ve istenen parçalanma hâsıl olacaktı.”

Devam ediyor Mahir İz:

“O sırada ben, zabıt müdîri Zeki Bey’e: “Ali Şükrü Bey bu gece idâm fetvâsını eliyle imzâ etti.” Dedim. Nitekim o sözüm de çıktı.

Ali Şükrü Bey, “Tanyeri” adıyla bir gazete çıkarıyordu. Balıkesir meb’usu Hasan Basri Çantay Bey de yazı işleri müdîri idi. Gazetede şiddetli makaleler çıkıyordu. Hatta ordu müfettişi olup, o sırada meb’us bulunan Mersinli Cemal Paşa da makalelerini oraya veriyordu. Ali Şükrü Bey, Amerika Cumhurreislerinin terceme-i hallerini yazıyor, zaman zaman nasıl riyasetten feragat ettiklerini gösteriyor ve bu suretle adeta ‘demokrasi’ dersleri vermek istiyordu. Bütün hüviyetiyle meydana atılan hararetli bir Halk Partisi muhalifi idi. İşte bu esnada karşısına Topal Osman çıkarıldı…

Topal Osman’ın yüzelli neferi bulan çetesi, Çankaya’da resmi muhafız kıt’asının teşekkülünden evvel, orada Mustafa Kemal Paşa’yı koruma vazifesini görüyordu. Sonra bir muhafız taburu teşekkül etti. Kumandanlığına da İsmail Hakkı (Tekçe) tayin edildi. Onlar da Çankaya’nın diğer tarafında mevzi aldılar. Artık Osman Ağa’nın çetesine lüzum kalmamıştı. Fakat kimse buna ses çıkarmaya cesaret edemiyordu. Meclisin polisi, komiseri bile tabancasını kapıda bırakmak suretiyle meclise girebilirken, bu çete efradı, pürsilah hatta küçük bombalarıyla ‘sellemehüsselam’, yani hiç kimseden izin almak lüzumunu hissetmeden doğrudan doğruya meclise giriyorlar ve toplantı salonunun kapısını açıp içeriye birkaç kişi toplu halde bakabiliyorlardı. Bu çete, şehirde nizam ve intizamı, hem de nizamiye askeri kışlasında askeri disiplini bozacak tavırlar takınmaya başladı. Elbette bu gayr-i tabii hal devam edemezdi. Galiba “bir taşla iki kuş vurulsun” diye Ali Şükrü Bey’in izale-i vücudu Topal Osman’a havale edildi…”

Önceki yazılarımızda yazdığımız üzere, Ali Şükrü Bey, Topal Osman ve çetesi tarafından boğdurularak şehid ediliyor.

Devam ediyor Mahir İz:

“İş Meclis’e aksetti, Meclis büyük bir heyecan içindeydi. Bu atmosferde havayı koklayan çeteden pür-silah boş on kişi Meclis müzakere salonu kapısından eğilip içeri bakıyorlardı. Her zaman haklı gördüğü bütün hadiselerde, o tiz ve keskin sesiyle gürleyen Erzurum Meb’usu Hüseyin Avni Bey söz istedi. O sırada İcra Vekilleri Reisi olan Rauf Bey, kürsüden izahat veriyordu. Hüseyin Avni Bey: “Rauf Bey! Katilleri biz sizden istiyoruz” deyince Rauf Bey: “Katilleri mutlaka Meclis-i Ali’ye getireceğim” dedi ve bu sözü o kadar samimi ve o kadar candan söyledi ki, sanki katiller hapishanede elinin altındaydı…”

Cinayetin Topal Osman ve çetesi tarafından işlendiği ispatlandıktan sonra Topal Osman çatışmada öldürülüyor ve cesedi meydanda asılıyor. Çetesi de dağıtılıyor.

Cenaze ve iki mizaç hususiyeti…

Mahir İz, duygulu bir şekilde şöyle devam ediyor:

“Ali Şükrü Bey’in, ‘kurb-ı Zü’l-Celâl’e tayerân eden mübarek ruhunun na’şı Hacı Bayram Camii’ne getirildi. Meclis’teki bütün memurlar ve belki diğer devlet dairelerinin memurları arasında yalnız ben, derin bir üzüntü içinde cenâzeye iştirak ettim. Hayatımda ilk taşıdığım tabut da, mübârek şehid merhûm Ali Şükrü Bey’inki idi. Umulmayan büyük bir kalabalıkla cenâze teşyi’ edildi..”

Mahir İz, o akşam evine gider ve kendi deyimiyle “büyük bir teessür (ızdırap) içinde” ‘Şehid-i Millet Ali Şükrü Bey’in Rûh-ı Mübecceline” adını verdiği (4 Nisan 1339 Rûmî, 1923) bir mersiye yazar.

Sonra…. Sonrasını da kendisinden okuyalım:

“Sabahleyin erkenden Tâceddin Dergâhı’na gidip Mersiye’mi Mehmed Âkif Bey’e gösterdim. Merhum faziletkar üstadım Akif Bey şiiri sessizce okudu ve durdu, düşündü. Ben “Tanyeri” gazetesinde neşrini istemiştim; Akif Bey, “şimdilik dursun” dedi. Emrine ittiba ettim. Cenab-ı Hak, Ali Şükrü Bey merhumu Cennât-ı âliyâtında müstağrak-ı gufran buyursun, âmin.”

Biz de Mahir İz Beyin duasına iştirak edelim ve şunu söyleyelim ki:

Ali Şükrü Bey’in en yakın arkadaşlarından olan İstiklâl Marşı Şairi Mehmed Âkif’in “mizâc hususiyeti”nden kaynaklanan “teskin edici” tavrı ile, olayla ilgili Meclis kürsüsündeki konuşmalarıyla Meclisi titreten Erzurum Milletvekili Hüseyin Avni Bey arasındaki “duruş farkı”na işaret edelim. Teessüfle belirtelim ki; Birinci mecliste Ali Şükrü Beyin bir diğer yakın arkadaşı olan Karesi mebusu Hasan Basri Çantay’ın, Sebilürreşad sahibi Eşref Edib’in ve yakınında bulunan bazı “dostları”nın da Ali Şükrü Bey’in katline dair suskunlukları da oldukça mânidardır !

Kader… Böyle olması gerekiyordu ve oldu.

Tüm Trabzon’lular gibi özellikle de Trabzon’un milletvekilleri, şahsiyetli “siyasî duruş”unun bedelini hayatıyla, yâni şehadetle ödeyen Ali Şükrü Bey’i örnek alabilir mi dersiniz ?

(Günebakış, 2 Eylül 2009)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder