Yahya
Düzenli
Hiçbir
dış etki tek başına bir ülkenin veya bir şehrin yok olması, zafiyete
uğratılması konusunda bütünüyle belirleyici tek etken olamaz. Bir ülkeye, bir
halka, bir şehre dışarıdan yönelen tehlikeler, saldırılar çoğu kez kenetlenmeyi, birlikteliği pekiştirir, mukavemeti doğurur. Ortak değerler
oluşturur. Onun içindir ki, tarihte birçok siyasî yönetici, ülkelerinin
yönetimini elinde tutmak ve birliği sağlamak için mutlaka bir “dış düşman” icad
etmişlerdir. Özellikle antik dönem “site-şehir devletleri” varlıklarını korumak
için böyle bir temel varlık nedenine sahip olmak zorundaydılar.
Bu
konuda Roma İmparatoru Sulla’nın, şehrimiz Trabzon’la ilgili önemli bir sözü
var. Roma’ya karşı M.Ö. 85-86’larda savaşan son imparatorluk olan VI.
Mithridates krallığındaki Trabzon İmparatorluğu,
Roma karşısında yenilince Roma İmparatoru Sulla; “Eyvah, bütün düşmanlarımızı yok ettik. Şimdi imparatorluğu nasıl
koruyacağız?” demiştir.
Roma
İmparatoru’nun bu sözünden, bir şehrin akıbetinin de başka şehirlerin yok oluşunu
hazırlayan şartlarla kaim olduğu gibi bir sonuç çıkarabilir miyiz?
Tıpkı
bazı bakterilerin vücudun sağlığı için önemli bir test malzemesi olmaları gibi,
düşmanlar da bir ülke veya şehrin yaşaması, var olması için önemli ve gerekli
midir?
Konuyu
ülkeden şehre indirgediğimizde… Bir şehir, kendisi hakkında ne karar verilirse
verilsin, sonuçta kendi halkının vereceği kararla kaim olacak veya yok olacaktır.
Kendi halkının uğraşları, önemsedikleri, öncelikleri, enerjisini nereye
harcadığı şehrin akıbetini belirleyici temel etkendir.
Şehirlerin
‘kimlik bilinci’ varsa böyle bir soruya gerek yoktur. Ancak, modern zaman
şehirlerinin kendi kendisini yok ediş cinnetine tutulduğuna, adeta epilepsi
nöbetleri geçirdiğine şahit oldukça ‘karşı bir rakip veya düşman’a ihtiyaç
olmadığını söyleyebiliriz.
Tarihte
yaptıkları kötü işler sonucu helâk
edilen, yok olan şehirler ve bu şehirlerin halklarının akıbetini bugün de
okuyoruz. Kur’an-ı Kerîm’de uyarıcıları tanımadıkları, onların ikazlarına karşı
çıktıkları için“yaptıkları kötü işler” sonucu
yok edilen şehirlerin başında Sodom-Gomore, Medyen, Babil, Eyke, ….. geliyor.
“Yaptıkları kötü işler”in temel karakteri ve muhtevası tüm zamanlar
boyunca değişmese de, modern zamanlarda sergilenen “kötü işler”den bazıları:
Şehirlerini tahrip etmek, ‘kentsel dönüşüm’ kutsal kelimesi adına şehirlerini
başkalaştırmak, tarihselliğine ihanet etmek,
kimliksiz hale getirmek, insanları “yaşanılabilir” bir şehir yerine “kaotik”
bir şehirde yaşamaya mahkûm etmek..
Bugün,
kendi yok oluş sebeplerini bizzat kendisi hazırlayan bir dünyada yaşıyoruz. Giderek
hiçbir vahşi istilâcının yapamayacağı kötülük ve tahribatları kendi şehrine yapmaktan çekinmeyen bir anlayış
şehirlere hakim oluyor. Bu da; başlattıkları “dönüşüm”lerin nerelere
sıçrayabileceği, nerelere kadar gidebileceğine ilişkin başını ve sonunu
belirleyemeyecekleri, hakim olamayacakları bir “çığır”ı açmakla oluyor. Ve
şehirde açtıkları bu “kötülük çığırı” sonraki şehir yöneticilerinin devam
ettirmeye mecbur kaldıkları bir yol
haline geliyor. Cumhuriyetle birlikte başta medeniyet şehirleri olmak üzere tüm
kadîm şehirlerimizin yaşadığı acı deneyimler buna önemli örneklerdir.
Mekânlar,
özellikle de tarihî mekânlar, hangi döneme ait olursa olsun şehrin dokusunun
parçası olmuş, şehirle bütünleşmiş yapılar,
bir organizmaya bağımlı organlar gibi şehirden beslenen, şehrin hayat
verdiği, onların da şehre hayat kazandırdığı vazgeçilmez unsurlardır. Bu hayatî
organları organizma bütününden koparıp yerlerine şehrin bağışıklık sistemiyle
uyuşmayacak, bağışıklık sistemini bozacak, zayıflatacak yapıları yerleştirmek
ortaya yapay, protez şehir ve şehir mekanları çıkarıyor.
Gafletten
kaynaklanan şehir “katliamları”yla ihanetten kaynaklanan “katliamlar” sonuçta
aynı yere çıkıyor. Onun için şehirde bugün ve yarın yaşayacak insanların
yuvalarını bozmakla eşdeğer olan bu “dönüşüm uygulamaları”nın vebali yapanların
üzerinedir, ancak bundan çok daha ağır bedelini ise gelecek nesiller
ödeyecektir.
Maalesef
ülkemizin tüm şehirlerinde başlayan ve giderek bir virüs gibi yayılan “kentsel
dönüşüm” uygulamalarının akıbetinin “hayır”olamayacağını düşünüyoruz.
“Dönüşüm”den
değil, dönüşümün istikametinin ve muhtevasının olmayışından endişe ediyoruz.
İlgili veya ilgisiz hiçbir kurum ve kimsenin müdahil olamadığı bu uygulamalar
karşısında cansız varlıklar gibi donmuş durumdayız.
Bugün
“kentsel dönüşüm” adına yapılanlar böylesine bir “kötülük” ve “endişe”
kaynağıdır.
Onun
için bir şehrin kendisine yaptığı kötülük kadar, kimsenin yapamayacağı
kötülükler işte bu türdendir. Onun içindir ki Üstad Necip Fazıl “Bu yurda her belâ içinden gelir. ‘Hep’leri
hep, hiçin hiçinden gelir!” diyor.
Başlıktaki
cümlemizi failini ekleyerek tekrarlayalım: “Şehir,
kötü yöneticiler eliyle akıbetini kendi hazırlar!”
Bugün
başta yaşadığımız şehir olmak üzere bütün şehirlerimiz böylesine “kötü
yöneticiler”in buyruklarıyla hayata veda etmek üzere…
Yazık
şehirlerimize…
Yazık
buralarda “şehir” vehmiyle yaşayanlara…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder