26 Haziran 2012 Salı

ŞEHİR AKIBETİNİ KENDİ HAZIRLAR...

Yahya Düzenli


Hiçbir dış etki tek başına bir ülkenin veya bir şehrin yok olması, zafiyete uğratılması konusunda bütünüyle belirleyici tek etken olamaz. Bir ülkeye, bir halka, bir şehre dışarıdan yönelen tehlikeler, saldırılar çoğu kez kenetlenmeyi, birlikteliği pekiştirir, mukavemeti doğurur. Ortak değerler oluşturur. Onun içindir ki, tarihte birçok siyasî yönetici, ülkelerinin yönetimini elinde tutmak ve birliği sağlamak için mutlaka bir “dış düşman” icad etmişlerdir. Özellikle antik dönem “site-şehir devletleri” varlıklarını korumak için böyle bir temel varlık nedenine sahip olmak zorundaydılar.

Bu konuda Roma İmparatoru Sulla’nın, şehrimiz Trabzon’la ilgili önemli bir sözü var. Roma’ya karşı M.Ö. 85-86’larda savaşan son imparatorluk olan VI. Mithridates krallığındaki Trabzon İmparatorluğu, Roma karşısında yenilince Roma İmparatoru Sulla; “Eyvah, bütün düşmanlarımızı yok ettik. Şimdi imparatorluğu nasıl koruyacağız?” demiştir. 

Roma İmparatoru’nun bu sözünden, bir şehrin akıbetinin de başka şehirlerin yok oluşunu hazırlayan şartlarla kaim olduğu gibi bir sonuç çıkarabilir miyiz?

Tıpkı bazı bakterilerin vücudun sağlığı için önemli bir test malzemesi olmaları gibi, düşmanlar da bir ülke veya şehrin yaşaması, var olması için önemli ve gerekli midir?

Konuyu ülkeden şehre indirgediğimizde… Bir şehir, kendisi hakkında ne karar verilirse verilsin, sonuçta kendi halkının vereceği kararla kaim olacak veya yok olacaktır. Kendi halkının uğraşları, önemsedikleri, öncelikleri, enerjisini nereye harcadığı şehrin akıbetini belirleyici temel etkendir.

Şehirlerin ‘kimlik bilinci’ varsa böyle bir soruya gerek yoktur. Ancak, modern zaman şehirlerinin kendi kendisini yok ediş cinnetine tutulduğuna, adeta epilepsi nöbetleri geçirdiğine şahit oldukça ‘karşı bir rakip veya düşman’a ihtiyaç olmadığını söyleyebiliriz.

Tarihte yaptıkları kötü işler sonucu helâk edilen, yok olan şehirler ve bu şehirlerin halklarının akıbetini bugün de okuyoruz. Kur’an-ı Kerîm’de uyarıcıları tanımadıkları, onların ikazlarına karşı çıktıkları için“yaptıkları kötü işler” sonucu yok edilen şehirlerin başında Sodom-Gomore, Medyen, Babil, Eyke, ….. geliyor.

“Yaptıkları kötü işler”in temel karakteri ve muhtevası tüm zamanlar boyunca değişmese de, modern zamanlarda sergilenen “kötü işler”den bazıları: Şehirlerini tahrip etmek, ‘kentsel dönüşüm’ kutsal kelimesi adına şehirlerini başkalaştırmak, tarihselliğine ihanet etmek,  kimliksiz hale getirmek, insanları “yaşanılabilir” bir şehir yerine “kaotik” bir şehirde yaşamaya mahkûm etmek..

Bugün, kendi yok oluş sebeplerini bizzat kendisi hazırlayan bir dünyada yaşıyoruz. Giderek hiçbir vahşi istilâcının yapamayacağı kötülük ve tahribatları kendi şehrine yapmaktan çekinmeyen bir anlayış şehirlere hakim oluyor. Bu da; başlattıkları “dönüşüm”lerin nerelere sıçrayabileceği, nerelere kadar gidebileceğine ilişkin başını ve sonunu belirleyemeyecekleri, hakim olamayacakları bir “çığır”ı açmakla oluyor. Ve şehirde açtıkları bu “kötülük çığırı” sonraki şehir yöneticilerinin devam ettirmeye mecbur kaldıkları bir yol haline geliyor. Cumhuriyetle birlikte başta medeniyet şehirleri olmak üzere tüm kadîm şehirlerimizin yaşadığı acı deneyimler buna önemli örneklerdir.

Mekânlar, özellikle de tarihî mekânlar, hangi döneme ait olursa olsun şehrin dokusunun parçası olmuş, şehirle bütünleşmiş yapılar,  bir organizmaya bağımlı organlar gibi şehirden beslenen, şehrin hayat verdiği, onların da şehre hayat kazandırdığı vazgeçilmez unsurlardır. Bu hayatî organları organizma bütününden koparıp yerlerine şehrin bağışıklık sistemiyle uyuşmayacak, bağışıklık sistemini bozacak, zayıflatacak yapıları yerleştirmek ortaya yapay, protez şehir ve şehir mekanları çıkarıyor.

Gafletten kaynaklanan şehir “katliamları”yla ihanetten kaynaklanan “katliamlar” sonuçta aynı yere çıkıyor. Onun için şehirde bugün ve yarın yaşayacak insanların yuvalarını bozmakla eşdeğer olan bu “dönüşüm uygulamaları”nın vebali yapanların üzerinedir, ancak bundan çok daha ağır bedelini ise gelecek nesiller ödeyecektir.

Maalesef ülkemizin tüm şehirlerinde başlayan ve giderek bir virüs gibi yayılan “kentsel dönüşüm” uygulamalarının akıbetinin “hayır”olamayacağını düşünüyoruz.

“Dönüşüm”den değil, dönüşümün istikametinin ve muhtevasının olmayışından endişe ediyoruz. İlgili veya ilgisiz hiçbir kurum ve kimsenin müdahil olamadığı bu uygulamalar karşısında cansız varlıklar gibi donmuş durumdayız.

Bugün “kentsel dönüşüm” adına yapılanlar böylesine bir “kötülük” ve “endişe” kaynağıdır.

Onun için bir şehrin kendisine yaptığı kötülük kadar, kimsenin yapamayacağı kötülükler işte bu türdendir. Onun içindir ki Üstad Necip Fazıl “Bu yurda her belâ içinden gelir. ‘Hep’leri hep, hiçin hiçinden gelir!” diyor.

Başlıktaki cümlemizi failini ekleyerek tekrarlayalım: “Şehir, kötü yöneticiler eliyle akıbetini kendi hazırlar!”

Bugün başta yaşadığımız şehir olmak üzere bütün şehirlerimiz böylesine “kötü yöneticiler”in buyruklarıyla hayata veda etmek üzere…

Yazık şehirlerimize…
Yazık buralarda “şehir” vehmiyle yaşayanlara…
 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder