Yahya Düzenli
“Tarihsel aidiyet zorlayıcıdır” denir. Oysa bizim
gibi tarihsel aidiyeti oldukça derin ve tahkim edilmiş bir kültürden gelen
toplumun bugünkü haline baktığımızda tarihsel aidiyetin artık kaybolduğunu
görüyoruz. Zorlayıcılıktan öte, her alanda tarihsel aidiyetten kaçışın adeta
kaybedilmiş bir savaşın sonunda sağ kalanların son bir çırpınışla ölümden kaçışı
gibi “kurtuluş” zannedildiği bir zamanda yaşıyoruz. Halbuki hangi ihtiyaçla ve
nereye kaçarsak kaçalım aslında “kendimiz”den kaçıyoruz. Bu bir genetik yokoluştur.
Genetiğinizi bozmadıkça, genetik size oldukça
geniş bir gelenek imkânı sunar. Ancak genetiğiniz bir kez bozuldu mu artık
“başkalaşım” sürecini durdurmak, yeni bir genetik, gen haritası oluşturmak
mümkün olamıyor. Bugün genetik bozulmanın vahim sonuçlarının her alanda ortaya
çıktığına şahit oldukça, ‘nasıl bir dünya’ya doğru gittiğimizi ürpererek görmek
için sıradan bir göz yeterli. Ancak görmek için gözü, duymak için kulağı,
anlamak için idraki olmayanlar için “genetik bozulma”nın bir şey ifade
etmediği, aksine yeni “yaşam alanları” sunduğuna da vurgu yapalım…
Şehir ve mekân… Yâni şehir ve yaşadığımız hayat
tarzı genetik bozulmamızın en belirgin göstergeleri. Yaşama biçimimizdeki
müthiş değişimi görmek için şehirlerimizin hızla değişen, dönüşen yâni bozulan
ve başkalaşan mahiyetine bakmak, nasıl bir savrulma içinde olduğumuzu ifade
için yeterli..
Son on yıllardır “kentsel dönüşüm” denilen
‘kutsal logos’ adına şehirlerimizin nasıl bir tahribata uğradığını gördükçe,
Cengiz, Hülâgü, Haçlılar, vs. gibi istilâcıların şehirlere musallat
olmalarındaki “şehvet ve cinnet”i anlayabiliyoruz.
Şehre tasallutun böyle bir ‘çekici’ tarafı var
demek ki…Bu tasallut ister düşmanca, doğrudan, isterse de “dönüşüm, değişim,
kentsel yapılanma” adı altında olsun, hiç fark etmez… Sonuçları aynı… Tahribat,
yıkım ve adına “şehir” denemeyecek yaşanamaz bir canlılar deposu…
Sözü bugünkü şehir dönüşümlerinin zorunlu bir
sonucu olarak ortaya çıkan “GÜVENLİKLİ SİTE”lere getirmek istiyorum.
“GÜVENLİKLİ SİTE” yeni bir kavram olmanın
ötesinde yeni bir yaşama alanı, hayat tarzı…
Öyle bir hale geldik ki, şehirlerde “tersine
inkılâp” denilen bir yaşama biçiminin vahşice geri döndüğüne, insanın korkudan
ibaret bir varlık ve ‘güvenlik’ ihtiyacının bu korkuya yeni sığınma mekanları
aradığı bir ‘nesne’ haline geldiğini görüyoruz.
Petra Kuppinger Amerikan Antropoloji Derneğinin
dergisindeki “Güvenlikli Siteler”le ilgili yazısında (İdeal Kent dergisinin
çevirisiyle) bu duruma şöyle değiniyor: “Yaşam tarzlarını ve mülklerini
korumak için duvarlar ve kapılar kullanmak fikri yeni bir şey değildir.
Ötekilere ve olası işgalcilere dair somut ya da adı konmamış korkular insanlık
tarihinin değişmez özellikleri olagelmiştir. Ortaçağ Avrupa kentleri ve
çağdaşları, örneğin Çin’de ya da Ortadoğu’da yer alan kentler, yerli ya da
yabancı düşmanlarını engellemek için etkileyici duvarlar ve kapılar inşa etmişlerdir.”
Şehirlerimizde “mahalle”yi hızla terk edip, daha
doğrusu kaybedip, “GÜVENLİKLİ SİTE”lere kaçmanın artık özenilir ve ideal bir
hal aldığını gördükçe, yeni şehir anlayışı ve yapılanmasının da ŞEHİR DEĞİL
GARNİZON olduğunu söyleyelim… Özellikle hiçbir tarih, medeniyet, şehir idraki olmayan,
böyle bir ontolojik temele ihtiyaç hissetmeyen, sadece “arsa, rant ve kâr”
derdinde olan işadamlarının ilgili devlet kurumları, belediyeler ve bazı sivil
toplum kuruluşları oluru ve aracılığıyla şehirlerimizin genetiğini nasıl
bozduklarını görebiliyor muyuz?
GÜVENLİKLİ SİTE’de oturmak artık bir İMTİYAZ.
Surlar arkasında, korumalar eşliğinde, elektronik gözetim aygıtlarıyla evinizin
içine kadar harici denetime tabi tutulmak, adeta bir kobay gibi gözetim altında
şuursuzca bitkisel hayat sürdürmek… 0, olağanüstü bir güven ve zevk veriyor
günümüz insanına.
Tekrar edelim: En vahimi neye sahip olunduğunun
idraki yok ki, neyin kaybedildiğinin idraki olsun.
P. Kuppinger’in diğer batılı şehircilerin
tesbitleriyle zenginleştirdiği konu ile ilgili yazısından alıntılarla devam
edelim:
“Modern ulus devletin güçlenmesine paralel olarak
küçük çaplı savaş tehditlerinin ve yerel eşkıyalık korkusunun azalmasıyla
birlikte gelişmekte olan modern kentte temel vurgu artık kenti duvarlarla
çevrelemek değil, kentte içsel barışı ve düzeni garantilemek üzere kamusal
alanı korumak ve reformlaştırmaktı. Kentin görece güvenli bir yer olduğuna dair
daha önceleri var olan hissiyat, yerini kent mekanlarının tehlike ile
özdeşleştirilmesine bırakmıştı…”
Modern zamanlarda şehir hayatının ideal biçiminin
“GÜVENLİKLİ SİTE”yle kaim olduğuna neredeyse herkes hemfikir. Bu hal “yaşama”
değil “sığınma” psikolojisinin bir ürünü… Diğer canlı mahlûkların sığınma ve
barınma ihtiyaçlarıyla insanın bugünkü GÜVNENLİKLİ SİTE temelindeki sığınma ve
barınma ihtiyacı arasında neredeyse hiçbir fark kalmadı desek çok mu abartmış
oluruz?
Bugün, “idealinizdeki yaşama mekânı, ev nedir?”
diye bir soru sorulsa verilecek cevap büyük çoğunlukla “Güvenlikli Sitede
yaşamak” olacaktır.
Güvenlikli sitede yaşama arzusu, bastırılmış
“terkedilmişlik duygusu”nun “terk etme ihtiyacı”na dönüşmesi olsa gerek…
İnsan yok, komşu yok, komşuluk ihtiyacı yok,
şehir ve mahalle kültürü yok, tarih ve hatıra yok. Ne mutlu “GÜVENLİKLİ
SİTE”lerde yaşayanlara ‘(!) Öyle ya, oturduğunuz site ne kadar elektro güvenlik
aygıtlarıyla korunursa o derece güvenlikte ve itibarlı oluyorsunuz! Tıpkı
laboratuvarda sayısız deneyler sonucu yeni keşfedilen bir mikroorganizmanın
dondurucuda korumaya alınması gibi (!)
P. Kuppinger bu dönüşümün nedenine ilişkin
şunları söylüyor: “Kent mekanlarında gözlenen bu dramatik dönüşümler,
‘ayrışma ve güvenlik eğilimli bir topluma’ doğru gidişe işaret eden kapsamlı
siyasi ve toplumsal değişimlerin yansımalarıdır. Başlıca amacı sokakları,
kamusal meydanları ve bu alanları kullanan kalabalıkları denetlemek olan erken
dönem modern kent politikalarının aksine, yeni eğilim mekânlarının tamamiyle
ayrıştırılması, orta ve üst sınıfların kaleleştirilmiş mekanlar arkasında
koruma altına alınması ve kamusal alanlarla onları kullanan alt sınıf kent
sakinlerinin giderek daha fazla göz ardı edilmesidir. İnsanların denetiminden
mekânların denetimine geçiş yönetişim rejiminde gözlenen kapsamlı değişimlerin
işaretçisidir…”
“.. Dahası, kaygı verici bir biçimde, kentsel
ayrışma ve kapalı alanlar seçkinlerin bizatihi kaçmak istedikleri toplumsal
ayrışma süreçlerini yeniden üretmekte ve hatta bunları daha da hızlandırmaktadır.
Sömürge sonrası metropollerde, halihazırda var olan kayda değer eşitsizlikler
bağlamında, yoksul kitleler daha birkaç on yıl önce verili kabul edilen en
temel kamusal hizmetlerden mahrum bırakılmaya başlandıkça, bu kutuplaşma daha
da patlayıcı hale gelmektedir. Bu talihsiz kısır döngü kırılmadıkça, bu gelişmeler
daha yüksek duvarların inşa edilmesini ve daha gelişmiş güvenlik
teknolojilerinin kullanılmasını bir zorunluluk olarak dayatacaktır..”.
Batıda böyle.. Peki ya bizde? Görmemiş, sonradan
görme, zevksiz, eğitimsiz, estetiksiz şehir yöneticileri, müteahhitler ve
bunlara yol açan siyasilerin marifetiyle birdenbire göğe doğru yükselen bizce
GÜVENLİKSİZ SİTELER’in hali aklımıza tarihî bir olguyu getirdi. O da şu: Hz.
Salih’in Semud kavminin helâki… Teknolojik imkanlar ve varlık
içinde bir hayat süren bu topluluğun varlıklarından kaynaklanan isyanları, Hz.
Salih’in onları uyarılarına aldırmayıp, isyan ederek sapıtmaları ve yüksek
dağlarda yaptıkları ihtişamlı evler-yapılar bugünkü görkemli gökdelenleri,
GÜVENLİKLİ SİTELERİ andırıyordu adeta…Sığındıkları o güvenlikli siteler,
kendilerine yeni bir hayat sunabildi mi? Hayır! Akıbetleri Kur’an’da
anlatılıyor…
Böyle bir akıbetten Allah korusun…
Yabancı unsurları bile bünyesinde eriten,
dönüştüren, yeni bir terkiple orijinalitesine katan, kendine özgü kılan, ‘aidiyet
havzası ve mekanları’ oluşturan bir kültürden gelmemize rağmen, modern
zamanlarda kendini yeniden üretemeyen, ‘şehir idraki’ kaybolmuş bir hale
gelmenin sonucu şehirden kaçarak “GÜVENLİKLİ SİTE”lere sığınmaya mahkûm olduk…
Artık tarihsel kültür ve alışkanlıklarımıza
paydos! Kimse artık “Tanrı misafiri” diye kimsenin kapısını çalamayacak.
İkinci bir emre kadar “komşu komşunun külüne muhtaç olamayacak!”. Özel
üniformalıları “sakıncasız” birisi olduğunuza dair ikna edebilir ve “kimlik
kontrolü”nden geçebilirseniz ‘yüksek güvenlikli surlarla kuşatılmış’ siteye
alınacaksınız.
Modern zamanlarda bu kadar meşakkate katlanmak ve
surları aşmak her fatihe nasip olmaz (!)
Şehirden kaçan insan kendisini Güvenlikli siteye
atıyor! Böylece şehrin koruyamadığı insanı GÜVENLİKLİ SİTE’nin elektronik
gözleri ve kolları koruyacak (!)
Güvenlikli sitelere kaçmakla Batı’daki “İnsan insanın kurdudur”
anlayışının testinden de böylece geçmiş oluyoruz. Yâni bu sözü ispatlamış
oluyoruz!
Mahallenin imha edilip güvenlikli sitelerin inşa
edilmesi şehri kaybettiğimizin alenî ilânıdır!
“Şehir aidiyeti”nden kaçıp güvenlikli sitede yer
arayan insan, bu kaçışla varlık zeminini imha ettiğinin farkında mıdır?
Paylaşımlarınızı sık sık takip etmekteyim . İstanbul ucak biletleri olarak paylaşımlarınızın devamını bekleriz .
YanıtlaSil