10 Temmuz 2012 Salı

ŞEHİRDEN KAÇIP "GÜVENLİKLİ SİTE"LERE SIĞINMAK...



Yahya Düzenli

“Tarihsel aidiyet zorlayıcıdır” denir. Oysa bizim gibi tarihsel aidiyeti oldukça derin ve tahkim edilmiş bir kültürden gelen toplumun bugünkü haline baktığımızda tarihsel aidiyetin artık kaybolduğunu görüyoruz. Zorlayıcılıktan öte, her alanda tarihsel aidiyetten kaçışın adeta kaybedilmiş bir savaşın sonunda sağ kalanların son bir çırpınışla ölümden kaçışı gibi “kurtuluş” zannedildiği bir zamanda yaşıyoruz. Halbuki hangi ihtiyaçla ve nereye kaçarsak kaçalım aslında “kendimiz”den kaçıyoruz.  Bu bir genetik yokoluştur.

Genetiğinizi bozmadıkça, genetik size oldukça geniş bir gelenek imkânı sunar. Ancak genetiğiniz bir kez bozuldu mu artık “başkalaşım” sürecini durdurmak, yeni bir genetik, gen haritası oluşturmak mümkün olamıyor. Bugün genetik bozulmanın vahim sonuçlarının her alanda ortaya çıktığına şahit oldukça, ‘nasıl bir dünya’ya doğru gittiğimizi ürpererek görmek için sıradan bir göz yeterli. Ancak görmek için gözü, duymak için kulağı, anlamak için idraki olmayanlar için “genetik bozulma”nın bir şey ifade etmediği, aksine yeni “yaşam alanları” sunduğuna da vurgu yapalım…

Şehir ve mekân… Yâni şehir ve yaşadığımız hayat tarzı genetik bozulmamızın en belirgin göstergeleri. Yaşama biçimimizdeki müthiş değişimi görmek için şehirlerimizin hızla değişen, dönüşen yâni bozulan ve başkalaşan mahiyetine bakmak, nasıl bir savrulma içinde olduğumuzu ifade için yeterli..

Son on yıllardır “kentsel dönüşüm” denilen ‘kutsal logos’ adına şehirlerimizin nasıl bir tahribata uğradığını gördükçe, Cengiz, Hülâgü, Haçlılar, vs. gibi istilâcıların şehirlere musallat olmalarındaki “şehvet ve cinnet”i anlayabiliyoruz.

Şehre tasallutun böyle bir ‘çekici’ tarafı var demek ki…Bu tasallut ister düşmanca, doğrudan, isterse de “dönüşüm, değişim, kentsel yapılanma” adı altında olsun, hiç fark etmez… Sonuçları aynı… Tahribat, yıkım ve adına “şehir” denemeyecek yaşanamaz bir canlılar deposu…

Sözü bugünkü şehir dönüşümlerinin zorunlu bir sonucu olarak ortaya çıkan “GÜVENLİKLİ SİTE”lere getirmek istiyorum.

“GÜVENLİKLİ SİTE” yeni bir kavram olmanın ötesinde yeni bir yaşama alanı, hayat tarzı…

Öyle bir hale geldik ki, şehirlerde “tersine inkılâp” denilen bir yaşama biçiminin vahşice geri döndüğüne, insanın korkudan ibaret bir varlık ve ‘güvenlik’ ihtiyacının bu korkuya yeni sığınma mekanları aradığı bir ‘nesne’ haline geldiğini görüyoruz.

Petra Kuppinger Amerikan Antropoloji Derneğinin dergisindeki “Güvenlikli Siteler”le ilgili yazısında (İdeal Kent dergisinin çevirisiyle) bu duruma şöyle değiniyor: “Yaşam tarzlarını ve mülklerini korumak için duvarlar ve kapılar kullanmak fikri yeni bir şey değildir. Ötekilere ve olası işgalcilere dair somut ya da adı konmamış korkular insanlık tarihinin değişmez özellikleri olagelmiştir. Ortaçağ Avrupa kentleri ve çağdaşları, örneğin Çin’de ya da Ortadoğu’da yer alan kentler, yerli ya da yabancı düşmanlarını engellemek için etkileyici duvarlar ve kapılar inşa etmişlerdir.”

Şehirlerimizde “mahalle”yi hızla terk edip, daha doğrusu kaybedip, “GÜVENLİKLİ SİTE”lere kaçmanın artık özenilir ve ideal bir hal aldığını gördükçe, yeni şehir anlayışı ve yapılanmasının da ŞEHİR DEĞİL GARNİZON olduğunu söyleyelim… Özellikle hiçbir tarih, medeniyet, şehir idraki olmayan, böyle bir ontolojik temele ihtiyaç hissetmeyen, sadece “arsa, rant ve kâr” derdinde olan işadamlarının ilgili devlet kurumları, belediyeler ve bazı sivil toplum kuruluşları oluru ve aracılığıyla şehirlerimizin genetiğini nasıl bozduklarını görebiliyor muyuz?

GÜVENLİKLİ SİTE’de oturmak artık bir İMTİYAZ. Surlar arkasında, korumalar eşliğinde, elektronik gözetim aygıtlarıyla evinizin içine kadar harici denetime tabi tutulmak, adeta bir kobay gibi gözetim altında şuursuzca bitkisel hayat sürdürmek… 0, olağanüstü bir güven ve zevk veriyor günümüz insanına.

Tekrar edelim: En vahimi neye sahip olunduğunun idraki yok ki, neyin kaybedildiğinin idraki olsun.

P. Kuppinger’in diğer batılı şehircilerin tesbitleriyle zenginleştirdiği konu ile ilgili yazısından alıntılarla devam edelim:

“Modern ulus devletin güçlenmesine paralel olarak küçük çaplı savaş tehditlerinin ve yerel eşkıyalık korkusunun azalmasıyla birlikte gelişmekte olan modern kentte temel vurgu artık kenti duvarlarla çevrelemek değil, kentte içsel barışı ve düzeni garantilemek üzere kamusal alanı korumak ve reformlaştırmaktı. Kentin görece güvenli bir yer olduğuna dair daha önceleri var olan hissiyat, yerini kent mekanlarının tehlike ile özdeşleştirilmesine bırakmıştı…”

Modern zamanlarda şehir hayatının ideal biçiminin “GÜVENLİKLİ SİTE”yle kaim olduğuna neredeyse herkes hemfikir. Bu hal “yaşama” değil “sığınma” psikolojisinin bir ürünü… Diğer canlı mahlûkların sığınma ve barınma ihtiyaçlarıyla insanın bugünkü GÜVNENLİKLİ SİTE temelindeki sığınma ve barınma ihtiyacı arasında neredeyse hiçbir fark kalmadı desek çok mu abartmış oluruz?

Bugün, “idealinizdeki yaşama mekânı, ev nedir?” diye bir soru sorulsa verilecek cevap büyük çoğunlukla “Güvenlikli Sitede yaşamak” olacaktır.

Güvenlikli sitede yaşama arzusu, bastırılmış “terkedilmişlik duygusu”nun “terk etme ihtiyacı”na dönüşmesi olsa gerek…

İnsan yok, komşu yok, komşuluk ihtiyacı yok, şehir ve mahalle kültürü yok, tarih ve hatıra yok. Ne mutlu “GÜVENLİKLİ SİTE”lerde yaşayanlara ‘(!) Öyle ya, oturduğunuz site ne kadar elektro güvenlik aygıtlarıyla korunursa o derece güvenlikte ve itibarlı oluyorsunuz! Tıpkı laboratuvarda sayısız deneyler sonucu yeni keşfedilen bir mikroorganizmanın dondurucuda korumaya alınması gibi (!)

P. Kuppinger bu dönüşümün nedenine ilişkin şunları söylüyor: “Kent mekanlarında gözlenen bu dramatik dönüşümler, ‘ayrışma ve güvenlik eğilimli bir topluma’ doğru gidişe işaret eden kapsamlı siyasi ve toplumsal değişimlerin yansımalarıdır. Başlıca amacı sokakları, kamusal meydanları ve bu alanları kullanan kalabalıkları denetlemek olan erken dönem modern kent politikalarının aksine, yeni eğilim mekânlarının tamamiyle ayrıştırılması, orta ve üst sınıfların kaleleştirilmiş mekanlar arkasında koruma altına alınması ve kamusal alanlarla onları kullanan alt sınıf kent sakinlerinin giderek daha fazla göz ardı edilmesidir. İnsanların denetiminden mekânların denetimine geçiş yönetişim rejiminde gözlenen kapsamlı değişimlerin işaretçisidir…”

“.. Dahası, kaygı verici bir biçimde, kentsel ayrışma ve kapalı alanlar seçkinlerin bizatihi kaçmak istedikleri toplumsal ayrışma süreçlerini yeniden üretmekte ve hatta bunları daha da hızlandırmaktadır. Sömürge sonrası metropollerde, halihazırda var olan kayda değer eşitsizlikler bağlamında, yoksul kitleler daha birkaç on yıl önce verili kabul edilen en temel kamusal hizmetlerden mahrum bırakılmaya başlandıkça, bu kutuplaşma daha da patlayıcı hale gelmektedir. Bu talihsiz kısır döngü kırılmadıkça, bu gelişmeler daha yüksek duvarların inşa edilmesini ve daha gelişmiş güvenlik teknolojilerinin kullanılmasını bir zorunluluk olarak dayatacaktır..”.

Batıda böyle.. Peki ya bizde? Görmemiş, sonradan görme, zevksiz, eğitimsiz, estetiksiz şehir yöneticileri, müteahhitler ve bunlara yol açan siyasilerin marifetiyle birdenbire göğe doğru yükselen bizce GÜVENLİKSİZ SİTELER’in hali aklımıza tarihî bir olguyu getirdi. O da şu: Hz. Salih’in Semud kavminin helâki… Teknolojik imkanlar ve varlık içinde bir hayat süren bu topluluğun varlıklarından kaynaklanan isyanları, Hz. Salih’in onları uyarılarına aldırmayıp, isyan ederek sapıtmaları ve yüksek dağlarda yaptıkları ihtişamlı evler-yapılar bugünkü görkemli gökdelenleri, GÜVENLİKLİ SİTELERİ andırıyordu adeta…Sığındıkları o güvenlikli siteler, kendilerine yeni bir hayat sunabildi mi? Hayır! Akıbetleri Kur’an’da anlatılıyor…

Böyle bir akıbetten Allah korusun…

Yabancı unsurları bile bünyesinde eriten, dönüştüren, yeni bir terkiple orijinalitesine katan, kendine özgü kılan, ‘aidiyet havzası ve mekanları’ oluşturan bir kültürden gelmemize rağmen, modern zamanlarda kendini yeniden üretemeyen, ‘şehir idraki’ kaybolmuş bir hale gelmenin sonucu şehirden kaçarak “GÜVENLİKLİ SİTE”lere sığınmaya mahkûm olduk…

Artık tarihsel kültür ve alışkanlıklarımıza paydos! Kimse artık “Tanrı misafiri” diye kimsenin kapısını çalamayacak. İkinci bir emre kadar “komşu komşunun külüne muhtaç olamayacak!”. Özel üniformalıları “sakıncasız” birisi olduğunuza dair ikna edebilir ve “kimlik kontrolü”nden geçebilirseniz ‘yüksek güvenlikli surlarla kuşatılmış’ siteye alınacaksınız.

Modern zamanlarda bu kadar meşakkate katlanmak ve surları aşmak her fatihe nasip olmaz (!)

Şehirden kaçan insan kendisini Güvenlikli siteye atıyor! Böylece şehrin koruyamadığı insanı GÜVENLİKLİ SİTE’nin elektronik gözleri ve kolları koruyacak (!)  Güvenlikli sitelere kaçmakla Batı’daki “İnsan insanın kurdudur” anlayışının testinden de böylece geçmiş oluyoruz. Yâni bu sözü ispatlamış oluyoruz!

Mahallenin imha edilip güvenlikli sitelerin inşa edilmesi şehri kaybettiğimizin alenî ilânıdır!

“Şehir aidiyeti”nden kaçıp güvenlikli sitede yer arayan insan, bu kaçışla varlık zeminini imha ettiğinin farkında mıdır?

1 yorum:

  1. Paylaşımlarınızı sık sık takip etmekteyim . İstanbul ucak biletleri olarak paylaşımlarınızın devamını bekleriz .

    YanıtlaSil