duzenliyahya@gmail.com
Kim ne söylerse söylesin, insanın kahrolacağı, şehirlerimizin katledileceği
“Kentsel Dönüşüm” adlı “kentsel mezalim” için ilk kazma, Van depreminden sonra,
“iktidarı kaybetme pahasına yapacağız” diyen
Başbakan tarafından vuruldu. Bu hamasi cümlenin hiçbir derinliği, iddiası,
muhtevası yok. Çünkü şehir ve medeniyet davasında “neyi yapacağı”nın da “neyi
yıkacağını”n da farkında olmadan söylenmiş bir söz, bir bünye refleksi…
Tarihte önemli olaylara düşülen tarih gibi bu “kentsel dönüşüm”e de tarih
düşün. Bu tarih yeni bir Ekim Devrimi
olarak, Başbakanın “Kentsel Dönüşüm Süreci”ni başlattığı 5 Ekim 2012.
Galip zannımız odur ki, gelecek nesillerin şimdiden “mevt”leri için uygun
şehir tabutluklarına ilk çivi çakıldı. Ülkemiz genelinde 7 milyon binayı
kapsayacak “büyük ekim devrimi” İstanbul Esenler’de törenle başladı.
Başbakan burada yaptığı konuşmada “Yeni hayat alanlarını, yeşile önem veren
bir anlayışla inşa edeceğiz. Yeni yeşil alanlara ihtiyacımız var. Mevcut
güvensiz yapıları, can ve mal güvenliği bulunan yeni yapılarla değiştireceğiz.
Kentsel dönüşüm de bunu sağlayacak. Rant odaklı değil, insan odaklı bir projeyi
hayata geçirmek istiyoruz. Sağlık merkezleri, parkları ile yepyeni yaşam
alanları yaratacağız" demiş.
Sadece bu cümleler bile nasıl bir “şehir akıbeti”ne doğru gittiğimizi ifadeye
yeter. Sormak gerekiyor: Bu cümlelerde bir şehir ve medeniyet idraki, ihyası,
inşası var mı?
Avrupa’da 1900’lü yılların
sıkışmışlığının, dünya savaşları sonrasının aciliyet teorilerinin öngördüğü
şehirlerden farkı nedir? “Güvenlik”, “yeşil alan”, “sağlık merkezleri”,
“parklar” gibi vaatler modern şehir teorisyenlerinin 100 sene evvel bahsettiği
konulardı. Mesela, meşhur Fransız şehirci-mimar Le Corbusier’in söyledikleri
tamamen bunlardı. Hatta o bile kuzey Afrika ve Osmanlı şehirlerinden çok şey
öğrenmişti.
Sonraki 100 senede geçen
tartışmalar, itirazlar ve bahsi geçen vaatlerin insan-çevre ilişkisinde yeterli
olmadığı, insanın yeni hapishanelere kapatıldığı ve toplumsal mühendisliğin
farklı bir cephesi olarak insanlara yaşayacağı çevreyi dayatma anlamına gelen
yeni mahpuslar yaratma projelerine yönelik uyarılar 2012 Türkiye iktidarının
neredeyse hiç duymadığı, bîhaber olduğu
meseleler.. Batı Avrupa ve Amerika bile bu yetersizliği görerek yeni
yönelişlere girmişken, Türkiye iktidarı güç zehirlenmesini yaşıyor ve kentsel
dönüşümü pragmatik ve mekanik bir meseleye dönüştürüyor; 100 sene öncesinin
toplumsal-çevresel önerilerini dayatıyor. Amerika’nın sadece gökdelenlerini
görenler, oradaki ev stokunun yüzde sekseninin bir ve iki katlı bahçeli ahşap
evlerden oluştuğundan da bîhaberler.
İnsanın eşref-i mahlukat olarak
yaşayacağı çevrenin bir mühendislik meselesi olmadığı, “güvenlik”, “park” gibi
ihtiyaçların insanın çevresini oluşturmada onlarca başlıktan yalnızca ikisi
olduğu aşikar. Uzağa gitmeye gerek yok. Acaba Turgut Cansever yeni yerleşmeler
konusunda ne diyordu? Şimdi tekrar soruyoruz: İktidarın kentsel dönüşümle
ilgili cümlelerinde bir şehir ve medeniyet idraki, ihyası, inşası var mı?
Sadece soruyoruz.
Resmi literatürde “kentsel dönüşüm” olarak yer alan şehirlerimizde
“kentsel mezalim” veya “kentsel katliam”a dönüşen ve bunu öğünerek tüm
şehirlerimize yaygınlaştıran, Tanzimatla “yabancılaşmaya hayranlıkla” koşan, Cumhuriyetle
“tarih ve medeniyetine nefret”le devam eden zihniyet, 1930-40’lı yılların CHP
iktidarları eliyle tarihî şehirleri ve şehir mekânlarını yıkımla işe başladı.
1950’lerden 2000’lere kadar “yaptıklarının neye sebep olduğu”ndan
habersiz biçimde katliamlarına gafletle devam eden DP, AP, ANAP ve diğer siyasî
dönemlerinin ardından, AKP’nin iktidar olduğu on yıllık dönemde her türlü imkan
ve kaynakla hızla devam eden şehir katliamlarına, bu kez “kentsel dönüşüm” adı
altında yeni bir meşruiyet gerekçesi uyduruldu.
İddiaları, renkleri, dilleri farklı da olsa yaptıkları aynı
olan, tarih, medeniyet ve
şehir idraki bulunmayan zihniyet nihayet bütün imkânlarıyla yeni bir
“kentsel mezalim”e başlıyor.
Prof. S. Ökten’in “şimdi tam bir
kaos, tam bir kıyamet” olarak tanımladığı bu şehir katliamları veya
mezalimleri karşısında bütün bir ülke çaresiz. TOKİ marifetiyle uzun süredir
devam eden bu “şehir mezalimleri”, (her istilacı gibi) yapanların
tekebbürlerini artırıyor. Şehirlerimiz melezleşmiyor; “melezleşme” nin, “kaos”un çok ötesinde bir
katliâma maruz kalıyor..
Bu öyle bir katliâm ki; yapanların “ihya” ettiklerini zannettikleri
şehirler “imha” ediliyor. Öyle bir imha ki, şehirlerimiz bir daha dirilmesi
mümkün olmayan bir ölümle katlediliyor.
“Güç zehirlenmesi”ne tutulmuş bir iktidarın tarih, medeniyet, şehir, irfan, idrak, zevk
diye hiçbir ölçü tanımadığı, elindeki “TOKİ terminatörü”yle bütün tepkileri yok
ettiği “kıyamet zamanları”ndayız.
Peki, ne yapacağız?
Şablonlardan ibaret reçeteler tavsiye etmeyeceğiz. Her zaman olduğu gibi
sadece büyük muhakkik mimar merhum Turgut Cansever’i işaret ediyoruz. Bu kadar.
Ancak, dilini ve idrakini kaybetmiş bir zihniyetin Cansever’i okuması ne yazık
ki artık mümkün değil!
O halde? Onu da 1946 yılında “Yeniden Keşfolunmak” başlıklı yazısında 66
yıl önce bugüne işaret eden Üstad Necip Fazıl söylesin:
“Cebimizde olduğu halde farkına varmadığımız,
unuttuğumuz ve bilmediğimiz bir şeyi keşfetmek, başkalarının ceplerindeki
şeyleri keşfetmekten çok daha zor. Gelin de, cebinizdeki delikten astarın dikiş
yerine kaymış kasa anahtarını, dışarıda İstanbul'dan Şimal Kutbuna kadar her
tarafta arayın; hem bulamayacak, hem de her aradıkça bir kat daha kaybetmiş
olacaksınız.
Bizim bütün davamız ve devamız, bu misal içinde
hülasâlanıyor.
Biz, herşeyimizi, herşeyimizi yeni baştan keşfetmek
ve herşeyimizle, herşeyimizle yeni baştan keşfolunmak zorundayız.
…...
Nasrettin Hoca'nın teker teker üzerlerine işedikten
sonra, 'Buna değmiş, buna değmemiş!'diye yine teker teker yediği meyvalardan,
öz meyvalarımızdan, hiçbirine hiçbir şey değmemiş olduğunu keşfetmek...
Sürek avına çıkar gibi, bütün madde ve ruh
kıymetlerimizi çepçevre sardığımız, bunların tahlilini, terkibini, nisbetini, mukayesesini
yaptığımız ve her şeyi bir kıymet hükmüne bağladığımız gündür ki:
Keşfolunmuş olacağız!
Keşfolunmanın arkasından da kurtulmuş olmak
gelecektir..”
Mevzumuzla kayıtlı olarak söyleyelim ki; öncelikle
şehrimizi keşfetmek ve kurtarmak… Bu da “Kentsel Dönüşüm” denen mezalimi önlemekle
mümkün.
Başbakan’ın, o her fırsatta şiirlerinden mısralar
okuduğu Üstad’ın bu cümleleri üzerinde biraz da Çevre ve Şehircilik Bakanlığı düşünse
keşke. “Keşke” diyoruz çünkü, ne Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, ne de ilgili
diğer bakanlıklar, siyasiler, bürokratlar, teknik adamlar böyle bir idrake
sahip değiller.
İçim elvermiyor ama gene Üstad’ın şu mısraları
boğazıma düğümlendi:
“Geçenler geçti seni uçtu pabucun
dama!Çatla Sodom Gomore, patla Bizans ve Roma!”
Böyle bir akıbetten Allah’a sığınıyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder