Yahya Düzenli
“Siyasetname” türündeki eserler kültür
geleneğimizin önemli klâsiklerindendir. Tarihî süreçte yazılmış çok sayıdaki
siyasetnamelerden ilk aklımıza gelenlerden bazıları; İmam Ebu Yusuf’un “Kitab-ül Harac”ı, İmam-ı
Gazali’nin “Nasihat-ül Mülûk”ü, Nizamülmülk’ün “Siyerü'l-Mülûk-Siyasetname”si,
Mâverdî’nin “Ahkâmü’s Sultaniye”si, Yusuf Has Hacîb’in “Kutadgu Bilig”i, Koçi
Bey’in “Risale”si, Keykavus’un “Kâbusnâme”si, Gelibolulu Mustafa Âli’nin
“Nasihatü’s Selâtin”i, Defterdar Sarı Mehmet Paşa’nın “Nesayih’ül Vüzera
Ve’l-Ümera”sı’dir.
Devlet adamlarına, yöneticilere
“nasihatlar-öğütler-öneriler”i ihtiva eden siyasetnameler dünya işlerinin
yürütülmesine ilişkin, adalet, ahlâk, muamelât ve her türlü uygulamaya, doğru
yoldan ayrılmamaya dair ikaz ve ihtarları da ihtiva eder. Bugünkü deyimle
siyasî, sosyal ve ekonomik hayata ilişkin önerilerle doludurlar. Ayrıca ülke ve
şehir yönetiminin nasıl bir basiret, feraset, irfan, idrak ve sanat
gerektirdiğine dair tavsiyeleri yaşanmış olaylar, hikayeler, hikmet
sahiplerinin sözleriyle anlatırlar.
Siyasetnamelerin en önemli özelliği; dünyanın
fâniliğine-geçiciliğine aldanmamaya, bâki olanı ihmal etmemeye dikkat
çekmektir. Onun için de başta âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler olmak üzere,
yazıldıkları devirden önceki Hz. Âdem
zamanına kadar geçmiş Peygamberlerden, sahabe-i kiramdan, ehl-i irfan ve ehl-i
hikmetten bol miktarda örnekler verirler.
Siyasetnameler bir nevi “doğru yaşama
kılavuzu”dur. Devlet adamları için kaleme alınmalarına rağmen, herkes için
“bilgi-hikmet ve irfan” kaynağı olma niteliğini halen sürdürmektedirler.
Kütüphanelerimizin raflarında dilimize çevrilmeyi bekleyen kültürümüzün
klâsiklerinden biri olan İbn-i Fîrûz’un “Gurretü’l-Beyzâ”sı
KTÜ Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.
Dr. Mücahit Kaçar tarafından orijinal metin, transkript ve güzel bir
sadeleştirme ile çevrilerek birbirinden güzel eserleri ortaya çıkaran Büyüyen
Ay Yayınevi tarafından “Adaletin Aydınlığında” alt başlığıyla yayınlandı.
Eserin aslı Mısır Sultanı Ebu Sait Çakmak için
1439’da “Dürretü’l Garra-fî
Nesayihü’l-Mülûk ve’l-Vüzerâ” adıyla yazılmış ve eser türkçeye ilk defa
Kanuni Sultan Süleyman döneminde Abdüsselâm b. Şükrullah tarafından “Tuhfetü’l-Ümera ve Minhatü’l-Vüzera” ismiyle
çevrilmiş. Daha sonra eser Abdüsselâm el-Amasî tarafından aynı isimle tercüme edilmiş.
“Gurretü’l-Beyzâ” eserin İbn-i Fîrûz tarafından yapılmış diğer tercümesidir.
Tuhfetü’l-Ümerâ ve Minhatü’l-Vüzera da
gene Büyüyen Ay yayınevi tarafından (alt başlığı Siyaset Ahlâkı) A.Mevhibe
Coşar tarafından tercüme edilerek ‘siyasetname’ olarak yayınlandı.
Gurretü’l Beyzâ’nın girişinde, eseri
hazırlayan Kaçar İbn-i Firûz hakkında ayrıntılı bilgi bulunmadığını ifade
ediyor. Asıl adı Mehmet Bey b. Firûz Ağa el-İslâmbulî olan İbn-i Fîrûz Sultan
III. Selim döneminde XVI-XVII. Yüzyıllarda
yaşamış Osmanlı müderris âlimlerinden.
“Osmanlı Müellifleri” yazarı Bursa’lı Mehmet
Tahir, İbn-i Fîruz’dan bahsederken “Sultân
Selîm-i Sâni muâsırı siyâset-i şer’iyyeye vâkıf bir zât olup şehrîdür.” diyerek zamanının yönetim
bilimlerine vukufiyetine ve ‘şehirli’ olduğuna vurgu yapar.
İbn-î Fîrûz her cümlesi hikmetle yüklü bu
siyasetnamesinde şehirlere ilişkin önemli mesajlar da bulunuyor. Yazımızın
sınırları çerçevesinde söz konusu İbn-i Fîruz’un “Gurretü’l-Beyza”sından şehre
ilişkin birkaç iktibas yapalım.
İbn-i Fîruz, Gurretü’l-Beyza isimli
siyasetname türündeki eserinde Hz. Hızır’dan bahisle şunları anlatıyor: “Hızır peygamber, bir padişaha şöyle nasihat
etti: ‘Ey Padişah, bir gün senin bu şehrinden geçtim. Burayı büyük bir şehir
olarak gördüm. İnsanlar kalabalık, nimetler çeşitli ve çoktu. Üç yüz yıl
ortadan kaybolup tekrar gelip baktım ki şehirden eser kalmamış, üstünde
gemilerin yüzdüğü bir deniz olmuş. Beş yüz yıl gezip döndükten sonra gördüm ki
deniz de çekilmiş, yeşil bir ada olmuş; bir sürü insan toplanıp bunu üç yüz
yılda imar ettiler. Beş yüz yıl sonra tekrar gelip gördüm ki bir güzel şehir olmuş,
safran ve kâfur yetişmiş, dünyada eşi yok. Beş yüz yıl daha gezip tekrar geri
geldiğimde seni bu şehirde saltanat ve kudret sahibi gördüm. Demek ki ey
sultan, senden önce bu şehri senden çok daha fazla imar eden ve ardından burayı
varislerine terk edip ölen sultanlardan ibret al. Ey sultan, bu alçak dünyaya
aldanma; çünkü bu alçak ve vefasız dünya gaddar ve hilecidir. Daimi kalınacak
yer değildir. “
Bu güzel anlatım, şehir yöneticilerinin
şehirleriyle ilgili “nasıl bir sorumluluk ve duyarlılık” taşımaları gerektiğine,
aslolanın bırakılan ‘eser’ olduğu ve içindekilerle birlikte dünyanın fâniliğine
vurgu yapıyor.
İbn-i Fîrûz, şehrin imar ve halkın
huzuruna ilişkin de şunları söyler: “ Bil
ki, eski padişahlar, bütün gayretleriyle şehirlerini imara çalışırlardı. Çünkü
vilayetin imar edilmesiyle halkın mutlu ve memnun olacağını bilirlerdi. Aynı
zamanda âlimlerin sözlerinin doğruluğuna şüphe olmadığına inanırlardı. Hikmet
sahiplerinin sözü budur ki: ‘Din melikle, melik ordu ve askerle, asker malla,
mal vilayetin imarıyla, vilayetin imarı da halka adalet sağlamakla olur.’
Gurretü’l-Beyzâ’dan yöneticilere bir
nasihatle yazımızı tamamlayalım: “Hikmet
sahipleri; ‘Sultanların şu üç şeyi yerine getirmesi gerekir: Birincisi: şehrin
imar edilmesine gayret etmektir. Çünkü memleketin iki şeyle harap olacağı
söylenmiştir. Bunlar ya sultanın gücünün olmaması veya zalimlerin halka
zulmetmesidir. İkincisi; halka şefkatle muamele etmek ve aralarında adaletle
hükmetmektir. Üçüncüsü de; büyük işleri layık olmayan kimseye vermemektir. Çünkü
bu işleri layık olmayana vermek memleketin harap olmasına sebeptir.” demişlerdir.”
İbn-i Fîruz’un nasihatlerinin (çoğu
şehirlerinden ve şehirlilerinden habersiz) şehir yöneticilerimize tesir etmesi
temennisiyle kitapta geçen “hikmet ehli
demiştir ki; kitap kâtibin ilmine işaret eder” sözünden hareketle eserin
müellifine rahmet niyaz ederek, yayıncısını ve her iki nüshanın mütercimlerini
tebrik ediyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder