1 Ocak 2013 Salı

“BİLGE-HİKMET SAHİBİ” ŞEHİR YÖNETİCİSİ VAR MI?


Yahya Düzenli
duzenliyahya@gmail.com

Şehir yöneticileri mi bilge-hikmet sahibi olmalı, bilgeler mi şehir yöneticisi olmalı? Bu soruyu Eflatun’un Devlet’indeki meşhur sözüne atfen soruyoruz : “Ya hükümdarlar filozof yahut da filozoflar hükümdar olmalıdır. Böyle olmazsa devlet ve insanlık için mutluluk beklenemez.” Bir başka şekli de “eğer böyle olsaydı kentlerin yüzü aydınlık olurdu” biçimindedir.

Eflatun’un bu sözünden yola çıkarak şehirlerimize bakacak olursak; tüm şehirlerimizi kastederek soralım: Belediye Başkanı veya Vali, hangi şehir yöneticisi bu anlamda bir bilgeliğe sahiptir? Hiçbiri. Eğer sahip olsalardı şehirlerimiz bugün kasvetiyle yaşanamaz halde olur muydu?

Bilgi ile irfanın birbirinden koptuğu, bilginin ‘alınıp-satılıp-stok edilebilen bir meta’ haline geldiği, irfanın ise unutulduğu bir çağda yaşıyoruz. Onun için de sadece görülen, tartılan, ölçülen, hacme konu bir biyolojik canlının insan olarak kabul edildiği modern zamanlarda, hikmete ve irfana yer yok. Şehirlerimiz de bu canlıların cetvel ve pergelle çizdiği maketlerden ibaret.

Bilgi ve birikimin hikmete döküldüğü, hikmetin de marifete dönüştüğü idrak seviyesi… Bu idrak ve irfan olmayınca şehirlerimizin ne hale geldiğini, yüzünün nasıl karardığını görüyoruz.  

Ülkemizde şehir yöneticileri hikmeti kaybedeli epey seneler oldu. Bırakınız şehir yöneticilerini aydınların, bilim adamlarının, siyasetçilerin… toplumda tefekkür adamı olarak bilinenlerin hikmetle ilgileri kalmadı. Hikmetle yâni hakikatle,  irfanla, idrakle, tefekkürle…

Nasıl böyle bir genelleme yapabiliyoruz?

Hikmet bir yolculuk. Hakikate doğru yola çıkma. Onu kalbî bir vakıa olarak hissederek arama yolculuğu. Bu yolculuk ancak marifet sahibi ârif şehir yöneticileriyle gerçekleştirilebilecek meşakkatli bir uğraş. Günümüzde bu meşakkate talip bir şehir yöneticisi tasavvur etmek bile mümkün değil.

Bir de Kınalızâde Ali Çelebi’nin Ahlâk-ı Alâî’sinden “hikmet” tarifini okuyalım: “Hikmet eşyâyı lâyık ne ise eyle bilmek ve ef’âli lâyık nice ise eyle kılmaktır.” Böylesine bir kuşatıcı idrake sahip şehir yöneticilerini arıyoruz.

Hikmet, alt alta bilge anekdotları sıralama, ezberleme değil. Bilgiye sahip olma değil, hakikatin bilgisini barındıracak, ona hazırlanan havzaya sahip olma… Yâni aklın ötesinde kalbin hudutlarında dolaşma… Ehl-i hikmet; ehl-i kalb, ehl-i dil, ehl-i irfan, ehl-i idrak, ehl-i ihsan, ehl-i insaf…

Bu vasıflara sahip bir şehir yöneticisi görebiliyor muyuz şehirlerimizde? Göremediğimiz için de şehirlerimiz yüzlerine bakılamayacak halde. Hikmeti “kaynağı ne olursa olsun mü’mine ait” bir değer olarak gören Peygamber ölçüsüne rağmen hikmetin terk edilişinin sonucu, yaşadığımız haldir.

Üstad Necip Fazıl’ın 1939’da yazdığı ve burada birkaç kez hatırlattığımız “Belediye Reisi” başlıklı yazısı işte tam da bu hakîm şehir yöneticilerine işaret eder. Üstadın, birçok kez iktibas yaptığımız o kitabeleştirilmesi gereken yazısından iki paragraf :

“…Şehirlerimizin plânını yaptırmışız, ne çıkar? Önce o plânları başarıya götüreceklerin şahsiyet plânını yaptıralım! Belediye Reisi örneğini, mafsal mafsal, kemik kemik bütün teşrihiyle belirtmedikçe, temel davalarımızdan biri olan umran işini kökünden yakalayamayız. 

Sadece kıymetli bir idare adamı vasıflarına malik bir belediye reisinin, bir şehri güzelleştirebileceğini umar mısınız?

Belediye reisinde bu zaviyeden vücudu gereken ana vasıf, san’at terbiyesi ve bediî anlayıştır. Ruhunda bediî ölçüsünü taşımayan belediye reisinden imar ve san’at cephesinden iş beklemek, çerçeveciye resim ısmarlamaktan farksız... Belediye reisinde iktisadî, içtimaî, ahlâkî, idarî kıymetler, bir resim işinde, muşamba, boya, fırça ve çerçeve gibi, malzeme haddini aşmayan şeyler... Bütün bu malzeme, bediî idrâk emrinde toplanacak, o da bütün bir dünya görüşü ve inanış şeklinin tarh tarh örülü bahçesi içinde fıskiye gibi duracak...”

Dillerde nakarat şeklinde tekrarlamaya değil, şehirlerine adanmışlık vebaline davet eden Üstad’ın bu yazısı, şehre dair her şeyi hülâsa ediyor. Hikmet işte budur. Hissederek kavrama, yaşama, ifna olma…

Hikmetin şehirden şehrin de hikmetten kaçtığı, ne hikmet sahiplerinin şehir yöneticisi olduğu ne de şehir yöneticilerinin hikmet sahibi olduğu kaos zamanlarındayız. Böyle zamanların en önemli özelliği ‘neyin yok olduğu’nun artık hissedilmemesidir.  

Büyük ârif İsmail Hakkı Bursevî’nin “talib-i irfan geysun” dediği “şehir hırkası”na talip şehir yöneticilerini Tanzimat’tan, yâni “büyük yabancılaşma” kavşağından beri bekliyoruz.

Biz de Bursevî  gibi “N’iderler kalbi irfân olmayınca. N’iderler kasrı sultân olmayınca.”  diyerek yok olan “ârif-hakîm şehir yöneticileri”ni bekliyoruz.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder