Yahya Düzenli
duzenliyahya@gmail.com
Şehir yöneticileri
mi bilge-hikmet sahibi olmalı, bilgeler mi şehir yöneticisi olmalı? Bu soruyu Eflatun’un
Devlet’indeki meşhur sözüne atfen soruyoruz : “Ya hükümdarlar filozof yahut da filozoflar hükümdar olmalıdır. Böyle
olmazsa devlet ve insanlık için mutluluk beklenemez.” Bir başka şekli de “eğer böyle olsaydı kentlerin yüzü aydınlık
olurdu” biçimindedir.
Eflatun’un bu sözünden
yola çıkarak şehirlerimize bakacak olursak; tüm şehirlerimizi kastederek
soralım: Belediye Başkanı veya Vali, hangi şehir yöneticisi bu anlamda bir
bilgeliğe sahiptir? Hiçbiri. Eğer sahip olsalardı şehirlerimiz bugün kasvetiyle
yaşanamaz halde olur muydu?
Bilgi ile irfanın
birbirinden koptuğu, bilginin ‘alınıp-satılıp-stok edilebilen bir meta’ haline
geldiği, irfanın ise unutulduğu bir çağda yaşıyoruz. Onun için de sadece görülen,
tartılan, ölçülen, hacme konu bir biyolojik canlının insan olarak kabul
edildiği modern zamanlarda, hikmete ve irfana yer yok. Şehirlerimiz de bu
canlıların cetvel ve pergelle çizdiği maketlerden ibaret.
Bilgi ve birikimin
hikmete döküldüğü, hikmetin de marifete dönüştüğü idrak seviyesi… Bu idrak ve
irfan olmayınca şehirlerimizin ne hale geldiğini, yüzünün nasıl karardığını
görüyoruz.
Ülkemizde şehir
yöneticileri hikmeti kaybedeli epey seneler oldu. Bırakınız şehir
yöneticilerini aydınların, bilim adamlarının, siyasetçilerin… toplumda tefekkür
adamı olarak bilinenlerin hikmetle ilgileri kalmadı. Hikmetle yâni hakikatle, irfanla, idrakle, tefekkürle…
Nasıl böyle bir
genelleme yapabiliyoruz?
Hikmet bir yolculuk.
Hakikate doğru yola çıkma. Onu kalbî bir vakıa olarak hissederek arama
yolculuğu. Bu yolculuk ancak marifet sahibi ârif şehir yöneticileriyle
gerçekleştirilebilecek meşakkatli bir uğraş. Günümüzde bu meşakkate talip bir
şehir yöneticisi tasavvur etmek bile mümkün değil.
Bir de Kınalızâde Ali
Çelebi’nin Ahlâk-ı Alâî’sinden “hikmet” tarifini okuyalım: “Hikmet eşyâyı lâyık ne ise eyle bilmek ve ef’âli lâyık nice ise eyle kılmaktır.”
Böylesine bir kuşatıcı idrake sahip şehir yöneticilerini arıyoruz.
Hikmet, alt alta
bilge anekdotları sıralama, ezberleme değil. Bilgiye sahip olma değil,
hakikatin bilgisini barındıracak, ona hazırlanan havzaya sahip olma… Yâni aklın
ötesinde kalbin hudutlarında dolaşma… Ehl-i hikmet; ehl-i kalb, ehl-i dil,
ehl-i irfan, ehl-i idrak, ehl-i ihsan, ehl-i insaf…
Bu vasıflara sahip
bir şehir yöneticisi görebiliyor muyuz şehirlerimizde? Göremediğimiz için de
şehirlerimiz yüzlerine bakılamayacak halde. Hikmeti “kaynağı ne olursa olsun mü’mine
ait” bir değer olarak gören Peygamber ölçüsüne rağmen hikmetin terk edilişinin
sonucu, yaşadığımız haldir.
Üstad Necip Fazıl’ın 1939’da yazdığı ve burada birkaç kez hatırlattığımız “Belediye Reisi” başlıklı yazısı işte tam da bu hakîm şehir yöneticilerine işaret eder. Üstadın, birçok kez iktibas yaptığımız o kitabeleştirilmesi gereken yazısından iki paragraf :
“…Şehirlerimizin
plânını yaptırmışız, ne çıkar? Önce o plânları başarıya götüreceklerin şahsiyet
plânını yaptıralım! Belediye Reisi örneğini, mafsal mafsal, kemik kemik bütün
teşrihiyle belirtmedikçe, temel davalarımızdan biri olan umran işini kökünden
yakalayamayız.
Sadece
kıymetli bir idare adamı vasıflarına malik bir belediye reisinin, bir şehri
güzelleştirebileceğini umar mısınız?
Belediye
reisinde bu zaviyeden vücudu gereken ana vasıf, san’at terbiyesi ve bediî
anlayıştır. Ruhunda bediî ölçüsünü taşımayan belediye reisinden imar ve san’at
cephesinden iş beklemek, çerçeveciye resim ısmarlamaktan farksız... Belediye
reisinde iktisadî, içtimaî, ahlâkî, idarî kıymetler, bir resim işinde, muşamba,
boya, fırça ve çerçeve gibi, malzeme haddini aşmayan şeyler... Bütün bu
malzeme, bediî idrâk emrinde toplanacak, o da bütün bir dünya görüşü ve inanış
şeklinin tarh tarh örülü bahçesi içinde fıskiye gibi duracak...”
Dillerde nakarat
şeklinde tekrarlamaya değil, şehirlerine adanmışlık vebaline davet eden
Üstad’ın bu yazısı, şehre dair her şeyi hülâsa ediyor. Hikmet işte budur. Hissederek
kavrama, yaşama, ifna olma…
Hikmetin şehirden
şehrin de hikmetten kaçtığı, ne hikmet sahiplerinin şehir yöneticisi olduğu ne
de şehir yöneticilerinin hikmet sahibi olduğu kaos zamanlarındayız. Böyle
zamanların en önemli özelliği ‘neyin yok olduğu’nun artık hissedilmemesidir.
Büyük ârif İsmail
Hakkı Bursevî’nin “talib-i irfan geysun” dediği
“şehir hırkası”na talip şehir yöneticilerini Tanzimat’tan, yâni “büyük yabancılaşma”
kavşağından beri bekliyoruz.
Biz de Bursevî gibi “N’iderler
kalbi irfân olmayınca. N’iderler kasrı sultân olmayınca.” diyerek yok olan “ârif-hakîm şehir
yöneticileri”ni bekliyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder