duzenliyahya@gmail.com
Şehirlerimiz
ruhsuzlaştı… Kadavra haline geldi…
“Kentsel
dönüşüm” denen “kutsal icraat” adına da can çekişmesi tamamlanmadan öldürücü
darbe indiriliyor…
Barbarlığın
şekli ve muhtevası değişti, artık ‘barbar’ istilâsına gerek yok,. Modern
zamanların şehir istilâ ve işgalleri, şehirlerin “kentsel dönüşümü” büyüsüyle
bu şekilde gerçekleştiriliyor. Ülkenin Başbakanının bile “şikâyet” ettiği bu
hal, Başbakana rağmen, yerel yönetimler eliyle sürdürülüyor.
Geçtiğimiz
günlerde Başbakan, İstanbul’un silueti ile ilgili olarak “Dikey binalar İstanbul’un siluetini yok ediyor” diyen bazı
milletvekillerinin itirazlarına karşılık İstanbul’da yükselen ‘Onaltı Dokuz’
isimli projeyi eleştiriyor ve “Benim
haberim yoktu, firmayı uyardım, dinlemediler. Her geldiğimde binaları sayamam
ki, yıldızları saymak mümkün mü? Gözüm kulağım olun, birlikte önleyelim” cevabını
veriyor.
Başbakan
“Benim her yapılandan haberim olması mümkün değil. Bir bakıyorum bina
yükselmiş. Benim gözüm kulağım olun, belediye başkanlarını ve beni uyarın.
Zeytinburnu'nda tartışma konusu olan o binaların sahibiyle konuştum. Tıraşlayın
dedim, özellikle rica ettim. Çok da yakından tanıdığım biri. Yapacaklarını beklerken,
hiçbir şey yapmadılar. O nedenle çok kırıldım, 5 yıldır konuşmuyorum” diyor.
Çok ilginç, hatta traji-komik bir hadise!
Şehrin sadece silueti mi bozuluyor, yoksa bütün bir
ruhu mu kayboluyor?
Ülkenin Başbakanı bile şehrin siluetinin, estetik
kimliğinin bozulması karşısında böylesine çaresiz kalabiliyorsa, artık “şehrin
helâki” gerçekleşmiştir demektir.
Anlaşılmayan ve tezat oluşturan şu: Şehrin imar ve
inşasından sorumlu olan kim? Öncelikle Başbakan mı, Şehrin Belediye Başkanı mı,
veya diğer yetkililer mi?
Burada iki müthiş gerçek ortaya çıkıyor: Ya, “rant
adına” her türlü çirkinlik, kirlilik, şekilsizlik, kaos vs. tercih ediliyor. Ya
Şehrin Belediye Başkanı ve yöneticilerinin “şehir” diye bir dertleri yok.
Veyahut da “şehrin irfan, idrak ve inşa”sına ilişkin bir tarih ve medeniyet
tasavvuru yok!
Hangisi dersiniz: Üçü bir arada.
Öncelikle şehirden sorumlu olanlar belediye
başkanları değil midir? Belediye başkanları Başbakan’ın şikayet ettiği bu
“ucube”lere nasıl ruhsat vermişlerdir? Bugüne kadar hiçbir ilgilinin dikkatini
çekmemiş midir bu yapılar?
Başbakan devam ediyor şikâyetlerine: “Benim nereden haberim olsun. Bunları
gördükçe kahroluyorum. Her İstanbul'a geldiğimde binaları sayamam ki,
yıldızları saymak mümkün mü? Ben kültürümüze uygun bir mimariden yanayım, bunu
her yerde söylüyorum. Ankara'da da şehrin dokusuna uymayan bir yapılaşma var.
İstanbul'da da böyle. Dikey yapı benim onaylamadığım bir şey, yatay bina
yapılmasından yanayım. 4 kat yer altında 4 kat yer üstünde olmalı."
Başbakan,
Zeytinburnu’nda yükselen ve şehrin siluetini bozan kulelere gösterdiği tepkide “Sahibiyle konuştum. Tıraşlayın dedim. Ama
hiçbir şey yapmadılar. O yüzden çok kırıldım, 5 yıldır da konuşmuyorum” diyor.
O
başbakan ki İstanbul gibi bir medeniyet şehrinin Belediye Başkanlığını yapmış
birisidir.
Birkaç
gün sonra, İstanbul’un siluetine saldıran kulelerin sahibi “Proje bittikten sonra traşlama yapılamaz. Böyle bir şey teknik olarak
mümkün değil. Bizim ne ruhsatımızda ne de imarımızda hiçbir sıkıntı yok.
Yaptığımız proje tamamen aldığımız imar ruhsatına uygundur.” cevabını
veriyor.
Başbakanın
“sitemi” de verilen cevap da işin vahametini, dehşetini anlatmaya yetiyor!
İşte
buna (Üstad Necip Fazıl’ın deyimiyle ‘felix culpa’) “mes’ut cinayet” denir!
Gülelim
mi, ağlayalım mı, çıldıralım mı?
Kulelerin
sahibi Kendinden, yaptıklarından bu kadar emin. Bundan sonra ortaya çıkacak
kulelerin de artık “imar ve ruhsat”a uygun olacaklarını anlıyoruz (!)
Organizmanın
ruhu katledildikten sonra “tıraşlama” da ‘ölü pudralama’ veya ‘mumyalama’ anlamına geliyor!
Tarih
ve medeniyetin tecelligâhı bir şehir, “bir sengine yekpare acem mülkünün feda”
edildiği İstanbul, tarihi yarımada böylesine istilâ ediliyor ve Başbakan bile
çaresiz kalıyorsa, şehirlerimizi kime emanet edeceğiz?
Kulelerin
sahibi projenin imar planına uygun ve ruhsatlarında bir sıkıntının olmadığını
söylediğine göre, SUÇLU KİM? Başta
Belediye Başkanı ve onun emri altındaki diğer ilgililer ile kendisinin mevzuata
uygun proje yaptığını söyleyen ve adeta “en masum” olarak ortaya çıkan
kulelerin sahibi değil mi?
‘Modern
zaman araçlarıyla’ yapılan böyle bir katliam ve barbarlık, Moğollar ve Haçlılar
da dahil olmak üzere tarihin hiçbir devresinde şehirlerimizde yaşanmamıştır
desek mübalâğa etmiş olmayız.
Ülkemizin
en önemli tarih ve medeniyet şehrinin silueti bozuluyor, görüntü kirliliğinin
de ötesinde şehir çirkinleşiyor, yaşanamaz hale geliyor… Belediye buna aldırış
etmiyor, müdahale etmiyor, tam aksine ortaya çıkan mızrak şeklindeki kulelere
ruhsat veriyor.
Galiba
şehirlerimizin yegâne sahibi, ranttan başka hiçbir değer tanımayan işadamları,
müteahhitler! Çünkü toprağın-yapının kıymetini en iyi onlar biliyor (!)
Aman
Allah’ım!
İlk
anda, Başbakan şikâyetlerinde ‘doğru söylüyor’
diyebilirsiniz ama buna hakkı var mıdır? Bu bir çaresizliğin ifadesi
değilse bir kabulün, onayın, tasvibin değişik bir ifadesi değil midir?
On
yıldır, Cumhuriyet tarihinde ‘dokunulamayacaklar’a kadar müdahale eden bir
Başbakan ve iktidar, eğer kendi belediyelerinde bu çirkinliklere müdahale
edemiyor ve izin veriyorsa ortada müthiş bir tezat ve kaos var demektir.
Ey
şehrim!
Sahipsiz
kaldın!
Barbarlar
kimlik ve siluet değiştirdi! Güzeli çirkin, doğruyu yanlış, iyiyi kötü gören bir idrak iltihabı şehirlerimizi istila etti!
Bunlara karşı seni sahiplenecek salih ve sahih yöneticiler yok artık!
Şehirlerimizin
böylesine sahipsizce imhasına karşı ciğer yangınımıza sadece Üstad Necip
Fazıl’ın mısraları cevap veriyor:
“Soğu
ey terli kemik, soğu ey yanık tuğla!
Fabrikam,
mühendisin kaçtı, ya dur ya patla!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder