duzenliyahya@gmail.com
Önceki yazımızda “Şehadetinin 90. Yılında Trabzon ve TBMM
hâlâ suskun” diye başlık atmış ve “Ali
Şükrü Bey’i hatırlamak ve şahsiyetiyle yüzleşmek” şeklinde devam ederek,
90. ölüm yıldönümü vesilesiyle bu büyük şehid-i muazzez’i konu edinmiştik. Ali
Şükrü Bey’e dair düşüncelerimize devam ediyoruz.
90 yıl önce “fail-i malûm” ve
“fail-i meşhur” bir cinayetle şehid edilen I. Meclis’in Trabzon Milletvekili
Ali Şükrü Bey’le ilgili sis henüz dağılmış değil. Şahsiyeti, fikirleri ve
şehadetine dair esrarengiz suskunluk ise henüz bozulmuş değil. Bu konuda şehadetinin
90. yılında Trabzon basınında birkaç yazı çıktı. O’nun sadece “kronolojik hayatı”ndan başka kıymet
ifade etmeyen, adeta bir ilkokul öğrencisinin “biyografi ödevi” şeklinde birkaç yazı…Veyahut kıymetli bir eşyayı
çalıp saklamak isterken etrafına bakıp da, korku içinde “acaba bir gören oldu mu?” tedirginliğiyle serpiştirilen
“malûmatfuruşluk”lar…
Kimse onun davası’nın “niçin”ine, iddiasına, muhtevasına, muhalif
olduklarına, savunduklarına girme, onları bugüne taşıma cesaretini
gösteremiyor. Taraftar olanların ürkek, karşı olanların küstah tavır
takındıkları Ali Şükrü Bey, 90 yıl sonra şahsiyetiyle hâlâ tesirini devam
ettiriyor.
Dün olduğu gibi bugün de Ali Şükrü Bey’in inandığı, yılmadan mücadele
ettiği, taviz vermediği ve bu yolda ölümü selâmladığı davasına bağlı olduğunu
iddia eden geniş kitleler var. Biz bu geniş kitlelerin, özellikle de
siyasîlerin, Trabzon’da ve ülke genelinde bu yıl da müthiş bir “sükût çukuru”na
girdiklerine şahit olduk.
Trabzon Milletvekillerinin ne
TBMM’de ne de medyada O’nunla ilgili hiçbir cümlesini göremedik. Bu hal, ya
müthiş bir gafletin, veya müthiş bir korkunun tezahürüdür. Türkiye’nin
Dersim’lerden, Ergenekonlardan, mafyalardan, çetelerden barsaklarını temizleme
hamlesine girdiği bu günlerde, tüm TBMM ile birlikte özellikle Trabzon’un
siyasîleri, tek parti iktidarlarına rağmen hâlâ Ali Şükrü Bey’le ilgili
“konuşma oruçları”nı bozmuyorlarsa ortada bir ‘şahsiyet problemi’ var demektir.
Daha açık söyleyelim: Ali Şükrü Bey’in duruşunu örnek alacak “çap”ta bir
Trabzon milletvekili henüz gelmemiştir! Yâni, ortada bir DNA ayrılığı, gen farklılaşması/mutasyonu
var demektir.
Ne demek istiyoruz?
Şunu: Ali Şükrü Bey, bütün
özellikleriyle davasına inanmış ve adanmış “Trabzon insanı”nın genetik
özelliklerini şahsında taşıyan ve temsil eden şahsiyet sahibi bir mücadele
adamıydı. Ali Şükrü Bey’i kabullenenlerin de düşman olanların da “şahsiyeti”ne
ilişkin söyledikleri onun nasıl bir “duruş adamı” olduğunu gösteriyor. O,
hayatıyla da şehadetiyle de, Trabzon’a adeta şu mesaj vermişti: “İnanılan
değerler uğruna şartlar ne kadar zor ve meşakkatli, engeller de ne kadar yüksek
ve muhkem olursa olsun, mutlaka verilmesi gereken bir mücadele var. Bu bir
medeniyetin varoluş ve yokoluş davasıdır. Ben bu mücadeleye inandım ve hayatımı
adadım. Bedelini de şehadetle ödedim!”
Üstad Necip Fazıl’ın
cümleleriyle; “…Sadece iman ve mukaddesat safındaki bu kahraman çocuğunu, sırf mahrem
renkleri ve gizli manaları sezdiği ve bu yüzden muhalefete geçtiği için vahşice
öldürttüler!”
Peki bugünün Trabzon’u O’nun
hayatını da şehadetini de böyle okuyabiliyor mu?
Maalesef O’nun fikri ve ruhî
genleriyle bugünün Trabzon insanının genleri birbiriyle uyuşmuyor. Bu DNA farklılaşması
sadece şehrimize mahsus bir şey de değil. Tüm şehirlerimize, ülkemize sirayet
etmiş bir doku bozulması, şahsiyet iltihaplanması
var. Tarihî hafıza ve geleneğin silinme
ve yeni bir “hafıza ve gelenek icadı”na doğru savrulma ve sapma durumudur
bu.
Artık (eski deyimle) "emval ve erzak iştahı”nın hiçbir varlık, endişe ve iddiasına yer bırakmadığı savrulma zamanlarında “kendi kalabilmek”, hafızasına sahip çıkabilmek, farklı bir DNA ve şahsiyet istiyor.
Ali Şükrü Bey işte bu
“şahsiyet gen”inin nasıl olması
gerektiği’ni göstermiş ve 90 yıl önce şehadetle aramızdan ayrılmıştı.
Yazık bugünkü Trabzon’un
haline ! Yazık siyasilerin u hallerine! Şehrin futbol takımı için seferberlik
ilan eden, takımı yenildiğinde sanki meydan muharebesi kaybetmişçesine kriz
geçirenlerin Ali Şükrü Bey’den habersiz olmaları veya O’ndan bahsetmemeleri
gayet tabii… Söyledik ya; bir genetik
başkalaşma sözkonusu…
Medeniyet şehirlerinin ve
şahsiyetlerinin hayat verdiği “gen”ler çatlıyor, çürüyor, başkalaşıyor…
Ancak; Dün’ün Trabzon’u Ali
Şükrü Bey’in şehadeti karşısında nasıl bir tepki vermişti?
Bu soruyu soralım ve 1918
yılında Trabzon’da çıkan ve 6 yıl gibi uzun bir süre yayınına devam eden İstikbal gazetesi’nden seçtiğimiz
kesitlerle Ali Şükrü Bey’in şehadetine nasıl tepki verildiğine bakalım.
Hemen belirtelim ki; İstikbal
Gazetesi Trabzon’lu Faik Ahmet Barutçu tarafından çıkarılıyordu. Barutçu,
önceleri Ali Şükrü Bey’in katledilmesiyle ilgili şiddetli yayınlar yapmasına
rağmen, daha sonra 1939 yılında CHP’den milletvekili olmuş ve uzun süre
milletvekilliğini sürdürmüş, Başbakan Yardımcılığı yapmıştır.
İşte Barutçu’nun
çıkardığı İSTİKBAL Gazetesinden Ali Şükrü Bey’le ilgili 30 Mart 1923 ile 14
Haziran 1923 tarihleri arasındaki nüshalardan seçtiğimiz kesitlerden bazıları:
30 Mart 1923
tarihli Gazete’den:
“İstanbul’da, sanki o daima millet
hesabına çalışmak için müesses matbaanda Karakol cemiyetinin bilmem milli
kongrelerin neşriyatını gizli gizli tab ederken milleti uyandırmak, üstümüze
bir hayulâ gibi yıkılmak üzere kopup gelen büyük tehlikeden haberdar etmek için
daima tehlikeli ve daima şerefli vazifelerden hoşlanan ruhunun ilhamatını en
yüksek bir hiss-i necabet ve fedakarî
ile yerine getirmeye uğraşırken ve nihayet İstanbul Meclisinin
İngilizler tarafından basılıp seddedilmesi üzerine kendini derhal Anadolu’ya
sıcak şefkat dolu gördüğün Ankara’ya atarken BİR GÜN GELİP NÂMERD İNSANLAR
ELİYLE VE EN FECÎ BİR ÂKIBETLE ŞEREF DOLU HAYATINA VEDA EDECEĞİNİ HATIRINDAN
GEÇİREBİLİR MİYDİN?
Azîz Şehîd, bu âkıbeti belki son
zamanlarda düşünüyordun ve belki de yine hiç düşünemiyordun. Fakat biz MENSUP
OLDUĞUN VİLAYET HALKININ MEVCÛDİYYETİNİ sarsan bu MEL’UN VE MENFUR SÛ-İ KASD
ihtimalini fikrimizden hayalimizden geçirebilir mi idik?....
“Senin ulviyete suûd eden büyük, temiz
ruhuna tekarrübe çalışıyoruz. Bu dakika seni, senin kanını aramaktan hiçbir
zaman fâriğ olmayacak olan memleketinin heyecanını görsen, sana olan hürmetinin
merbutiyetinin derecesini anlardın!”
1 Nisan 1923
tarihli Gazete’den:
“ Memleket şimdi mebuslarının, azîz ve
büyük şehid Ali Şükrü’nün kanını arayan mebusların teşebbüsatına kuvvetü’z-zahr
olarak neticeye muntazır bulunuyor.
Trabzon şimdi azîz mebusunun cesed ve katillerini istiyor. Trabzon şimdi
mebuslarının ve muhterem Meclisin emniyetini istiyor.”
Ali Şükrü Bey’in
cesedinin toprağa gömülü olarak Çankaya sırtlarında bulunması üzerine İstikbal
Gazetesi sahibi Faik Ahmet Barutçu “FACİA KARŞISINDA” başlıklı yazısında
şunları söyler:
“Ali Şükrü’nün şehadeti
memleketde yeni bir sahife açıyor. Büyük vatanperver şimdi büyük ve
şâyân-ı hürmet bir şehiddir. O ŞEHADETİYLE DE MİLLETİN HÜRMETİNİ, MİLLETİN
HAKİMİYETİNİ TE’YİDE HİZMET ETMİŞ oluyor. Bu milletin hürriyetine, hakimiyetine
el dokundurmayacak, bu uğurda icab eden her şeyi yapabilecek, saltanat-ı
şahsiyyeye bazı silahsız haydutların hürriyet düşmanlarının açıktan
istedikleri, bağıra bağıra istedikleri
hakimiyet-i şahsiyyeye boyun eğmeyecek çok kahraman, çok fedai bir millet
olduğunu onun şehadeti bütün yâr ve ağyâr nezdinde isbata vesile teşkil edecek
bir yeni devir açıyor. ALİ ŞÜKRÜ’YÜ ŞEHİD EDENLER, ONA EN AZİZ, EN ŞÂYÂN-I
HÜRMET MEVKİ-İ EBEDÎYİ TEMİN ETMİŞLERDİR.
Mübarek Şehid! Senin arkanda ölmeyen,
hürriyetini öldürmeyecek olan, senin namını unutdurmayacak olan koca bir millet
var. Müsterih ol!”
Dikkat edilsin!
Bu cümleler, daha sonra CHP’nin tek parti diktatörlüğünde Başbakan Yardımcılığı
yapmış bir şahsın kaleminden çıkıyor.
Gene aynı
tarihli İstikbal Gazetesi’nde yayınlanan Vakfıkebir
Belediye Reisi Ali ile Vakfıkebir
Müftüsü Ali’nin çektikleri telgraf:
“Ali Şükrü Bey’in katli manidar
olmakla katillerinin ve onların saik ve müşevviklerinin ve cinayet yuvasının
imhası için ne yapılması lazım ise, bilâ-fütûr ve ehemmiyetle meseleyi takip
mercûdur. Hemşehrimiz olmak dolayısıyla en ziyade biz Vakfıkebirliler ve mebusu
bulunduğu Trabzonlular ve mülhakâtı ahâlisi şehidin
hukuku için HER fedakârlığa âmâdedir. Katilleri ve Saikleri her kim olur
ise olsun hükûmet zâhire ihraç etmeli ve kahr u tedmîr eylemelidir.
Şehidin cesed-i mübarekini isteriz.
Katil ve müşevviklerini lâhd-i sükûnı ebediye isâl edinceye kadar çalışacağız.
Setre hiçbir kuvvet hâil olamaz. Bütün
halk teessüründen hâl-i galeyandadır. Kalbimizin cerîha, teessürümüzün
izalesi bu icraat neticesine bakıyor.
Envâ-ı şenâet ve denâetlerle mâilî
olduğunu bildirdiğimiz, mazisi mülevves Osman Ağa gibi bir rüsvây ve onu taht-ı
himayesine alanları ilelebed tel’inden geri durmayacağız. Giresun gibi zengin
bir memleketin servetini kemiren ve bu defa da hayatımıza kast eden denî ve
alçak tıynetli Topal Osman kendi gibi bed-tıynet olan mahmîlerini de pençe-i
adalete tevdi ve teslim etdiriniz. Cevaba muntazırız. Hudaya emanet olunuz.”
Altında
Vakfıkebir Belediye Reisi ve Müftü’sü ile birlikte Eşraftan Hacıhasanzâde
Sabri, Birincizade Hacı Hafız, Bahadırzade Hafız Keleş, Mustafa ve Şarlı’dan
Uzunzade Arif, Ali, Mehmed, Hasan, Mustafa ve Hafız Hakkı imzaları da bulunan bu
beyanâttaki duygular ve sahiplenişe rağmen Ali Şükrü Bey’in davası bugün
Trabzon’da maalesef unutulmuş durumda.
3 Nisan 1923 tarihli Gazete’den:
Altında Erzurum
Meb’usu Hüseyin Avni, Burdur Mebusu Mehmed Akif, Lazistan Mebusu Abidin, Rize
Mebusu Ziya Hurşit’le birlikte 25 milletvekilinin imzası bulunan bir taziye
şöyledir:
“Ankara, 2 Nisan. Fikr-i ictihad
arkadaşımız Trabzon’un büyük oğullarından Ali Şükrü Bey kardeşimizin facia-i
şehadeti hasebiyle kalbimizin, ruhumuzun derinliklerinden gelen en mukaddes bir
hareket ve heyecanla muhterem Trabzonlulara arz-ı taziyet eyleriz.
Fikr-i ictihad yolunda ilk kurbanı
Trabzon’un vermesi, mücahede-i milliyenin pişdarlarından bulunan mübarek
vilayetiniz için mübarek bir mazhariyetdir. Bu münasebetle mebuslarınıza
gösterdiğiniz çok büyük muzaheret ve alakadarlığınız vatanımızın nâil-i
hürriyet ve refah olması emrinde en yüksek bir esâs-ı istinâddır. Böyle
münevver ve fedâkâr bir milletin vekili bulunmak elhak şâyân-ı iftihardır. Samimi
hürmetlerimizin kabulünü rica eyleriz.”
Sanki, Mehmed
Akif, Hüseyin Avni ve 23 arkadaşı, 90 yıl sonra bugün TBMM’deki Trabzon
milletvekillerine sesleniyor. Ancak ne okuyan, ne anlamak isteyen var!
Trabzon’la
birlikte ülkenin her tarafından müthiş bir infial ve tepkiyi ifade eden birçok beyanatlar,
telgraflar ve mesajlar da İstikbal Gazetesi’nde yayınlanır.
4 Nisan 1923
tarihli İstikbal Gazetesi’nde Trabzon Belediye Reisi Hakkı ve Müdafaa-i Hukuk
Reisi Barutçuzade Hacı Ahmed’in Ali Şükrü Bey’in hanımına çektikleri telgraf şöyledir:
“Şehid-i Muhterem Ali Şükrü Bey
Zevcesi Hanımefendi’ye. Mel’un ve menfur bir cinayete maruz kalan fakat vatanı
uğrunda hayat ve şeref-i ebedîye kavuşan çok kıymetli zevceniz fedakâr millet
mebusumuz Ali Şükrü Bey kardeşimizin facia-i şehadetiyle dil-hûn olarak şehid-i
mağfurun takdirkâr ve minnetdar milletine vedîa bıraktığı muhterem refîka-i
hayatına ve sevgili yavrularına karşı vazîfe-i milliye ve vicdâniyyemizi
der-hâtır ederek na’şını Trabzon’a istediğimiz mübârek şehidimizin nam-ı
mübecceline lâyık bir âbidesini Trabzon’un sînesinde yükseltmek için
müsaadelerinizi niyaz ederiz ve bütün Samim-i kalbimizle ve kurumayan
gözyaşlarımızla sizlere taziyet eyleriz.”
Ali Şükrü Beyin
cenazesinin Trabzon’a getirilmesi ve defnine dair 11 Nisan 1923 tarihli
İstikbal Gazetesi’ndeki uzun bir yazıdan kesitler alıyoruz:
“Dün Trabzon, büyük evlâdı Ali
Şükrü’nün mübarek naşı huzurunda, emsalsiz bir tuğyan ve galeyan içinde bir
kere daha yerinden oynadı…Çarşı ve pazara giden bir ferd yoktu. Evinden çıkan
doğru iskeleye koşuyordu. Dün Trabzon sanki seyyal bir mevcudiyet halinde
mübarek şehidin ulviyete suud eden ruhuna doğru yükselmek, akıp gitmek
istiyordu… Ali Şükrü Bey’n mübarek naşını, fedakar ve takdirkâr kayıkçılarımız
omuzları üstünde iskeleden indirmek istediler… Kemal-i hürmetle iskeleden aşağı
indirdiler… Muhterem tabut sancaklara sarılmış idi. Diğer bir sancak üzerine,
“Şehid-i muhterem-i Vatan Ali Şükrü Bey’in ruhuna fâtiha” yazılı olduğu halde…
Muhterem nâş, iskeleye yanaşdığı sırada bütün halkın ellerini kaldırarak
Fâtihalar okuduğunu ve beyaz mendillerle göz yaşlarını silmekte oldukları
görülüyordu…Yâ Rab! O ne müteheyyic manzaraydı. Halk, muhterem şehid mebusun
naşına ve tehâlükle sarılıyor, sanki bağrına, sanki ruhuna basmak istiyordu.
Adım atmak, yürüyebilmek imkansızdı. Halk bir kitle-i seyyâle gibi akıyordu…. Büyük meydan omuz omuzu
sökemeyecek suretde lebaleb dolmuş idi… Millet, kalbinde tutuşan alevi sanki
Ali Şükrü’nün tabutunu bağrına basmakla söndürmek istiyormuşcasına ileri
atılıyor, mübarek şehidin na’şını elleri üstüne almak istiyordu…
Ali Şükrü Bey’in na’şı karaya çıkarıldıktan
sonra, orada hazırlanmış, yüksek bir mevkie kondu… Mübarek şehidimizin naşına
refaket eden mebus, Necati Beyefendi ileri doğru birkaç adım atarak, işte
emanetinizi tevdi ediyoruz diye söze başladı.. Necati Bey’in nutkuna Belediye
Reisi Hakkı Bey mukabele eylediler… Nutku müteakip şehidin ruhuna Fatihalar
ithaf olunarak ihtifal programı mucibince oradan hareket edildi… Belediye
önündeki kalabalık muhteşem bir alay halinde göze çarpıyor ve halbuki, henüz
cenaze, İskele caddesinden gözükmemiş bulunuyordu. Trabzon bugünkü gibi büyük
bir kalabalığın tezahüratına şahit olmamıştı… Muhterem şehidin na’şı Belediye
önünde halı ve sancaklarla tefriş edilmiş bir mevkie konduktan sonra, cenaze
namazı kılındı. Namazı, saf teşkil imkanı olmaması yüzünden herkes olduğu yerde
kılmaya mecbur oldu. Beraberinde kıpırdamak imkansız bir halde idi. Ve böyle
bir namaz Trabzon’da ilk defa kılınıyordu. Namazı müteakip Faik Ahmet Bey,
ihzar olunan masanın üzerine çıkarak heyecanlı bir nutuk irad ettiler. Faik
Ahmet Bey, günlerden haftalardan beri devam eden teessür, mübarek şehid
na’şının, hürriyetinizi seviniz, onun için ölünüz, diyen vakur ihtişamı
karşısında en had noktasına vardığını en yakıcı şiddetini bulduğunu söylemek
suretiyle başladı…Nutkunun sonunda Ali Şükrü’nün mübarek na’şı huzurunda
hürriyet ve hakimiyet için halkı yemine davet ederek yükselen “Vallahi”
sedaları arasında, na’şa dönüp müsterîh ol, senin eserini takip edecek koca bir
millet var, demiş ve teessür ve heyecan içinde aşağı inmiştir.
Faik Ahmed Bey’in nutkunu, Lazistan
mebusu Abidin Bey’in nutku takip etmiştir… Bundan sonra cenaze alayı aynı
tertip dahilinde Boztepe’ye doğru ilerlemeye başladı. Büyük şehid için
memlekete nazır ve hakim bir tepede bir makber ihzar edilmiş idi… Mübarek na’ş
buraya kadar hürmetkar kafilenin iyadi-i tebcil ve ihtiramında naklolundu. Merhumun
zavallı pederi de iki büklüm bu kafile önünde ilerliyordu… Nutuklardan sonra, şehid-i
mazlumun mübarek na’şı makbere-i mahsusasına indirilmiş, hoş-elhân hafızların
hatm-i şerifleriyle merasime nihayet verilmiştir.”
Aynı haberin
devamında “Tabutun Arkasında” başlığı altında şunlar yazıyordu: “Dün Trabzon fikir ve ictihadın gömülmek
istendiği bir tabutun arkasında yürüdü. Kadınıyla çocuğuyla, genciyle
ihtiyarıyla, bütün bir memleket, o büyük tabutun kudsiyyeti etrafında ağladı.
Kalplerinin en samimi noktalarından kopup gelen ve en temiz ve ulvî heyecanıyla
halk, büyük tabutun etrafında bir hale-i ihtiram teşkil ederek gösterdiği ulvî
alâka ile şahsın değil, idealin perestişkârı
olduğunu tekrar te’yid etdi.
Ali Şükrü’nün tabutu ve bu tabutun
taşıdığı mana, Trabzon’un en uzak köşelerinden bile akıp gelen heyecanın
ulvileştirdiği bir mabed gibi idi. Dün koca bir memleketin inleyerek omuzlarında
taşıdığı bu büyük ölü, fikrin tabuta giremeyeceğine, öldürülmek istenildikçe ne
büyük bir ibdâ kabiliyeti kazandığına ulvî bir misal olmuşdu.”
Böylesine
muhteşem bir törenle tüm Trabzon’un seferber olduğu Ali Şükrü Bey’le ilgili
ateşli nutuklar ve yazılardan sonra ne olmuştur?
“Ankara’nın
hışmı”yla kısa bir zaman sonra herkesin kimyası
bozulmuştur.
Dünkü Trabzon’un
Ali Şükrü Bey’i ile Bugünkü Trabzon’un Ali Şükrü Bey’ini mukayese edin !
Bu kesitler, Dün
O’nun “Ulvîliklere yükselen temiz ruhuna yaklaşmaya çalışan”
Trabzon’u ile Bugünün Trabzon’u arasındaki TEPKİ farklılığı, tepkilerin
nerelerde yoğunlaştığı ve GEN BOZULMASI’nı ortaya koymaya yetmez mi?
Trabzon ne yazık
ki kendisi uğruna feda-i can edenleri unuttu. Kaybettiği değerler hafızasından
silindi.
Trabzon’la
birlikte hafızası adeta “protez”leştirilen siyasiler, yöneticiler, aydınlar,
kültür-sanat-iş çevreleri de Ali Şükrü Bey’i ve davasını unuttu.
Dünya tarihinin, yerel
coğrafyalardan hareket ederek “yeniden dizayn” edildiği ve yazılmaya başladığı
21. yüzyılın ilk çeyreğinde, Ali Şükrü Bey Hadisesi, aydınlandığı ve sebepleri
anlaşıldığı takdirde siyasî tarihimizde sahih bir aydınlanmanın başlangıcı
olacaktır.
Gün gelecek, bu
“büyük şehid”, şehadetiyle yakın tarihimizin “büyük hesaplaşması”nı
başlatacaktır!
Ali Şükrü Bey’e
şehadetinin 90. yılında bir kez daha rahmet, Trabzon’a da onu anlama yolunda idrak,
basiret ve feraset diliyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder