Yahya Düzenli
duzenliyahya@gmail.com
Büyük ârif Yunus Emre, insanın mâsivâ ve
mâvera önündeki tavrını öylesine kelama döker ki, kelimeler onun dilinde adeta
ete kemiğe bürünür canlanır ve işiteni ürpertir, hayret ve dehşete düşürür.
Onun için de kalbe bir ok gibi saplanır. Onun mısraları içerisinden aldığımız “berceste”lerden
şehre dair birisini daha hatırladık ki mânasına ve derinliğine değme idrak
ulaşamaz.
Diyor ki Yunus: “Ben bu yurtlu degülem, bunda
durup niderem.”
Aslında insanoğlunun yeryüzü
macerasının, varlık ve fânilik idrakinin ifadesi olan bu mısranın aynasında biz
de yaşadığımız şehri seyretmeyi deneyelim. Göreceğimiz odur ki, insanın ait
olduğunu zannettiği şehir ne kadar muhteşem ve ‘yaşanmaya değer’ olursa olsun,
son tahlilde “ötelerden haberci” bir işaret taşıdığını farkederiz.
Yunus’un bu mısrası, insanın şehrine, şehrin
de insana nasıl yabancılaştığına işaret eder. Bu mısrayı ‘yaşamalar alemi’ne
indirgediğimizde; yaşadığı şehre bakıp da “ben
bu şehirli değilim” diyebilmek, öncelikle “ben idraki”ne sahip olmayı ve “şehre ait olmadığı” bilincine götürür
insanı.
Yunus’un mısrası bir karşılaşma, kendini
ve şehrini farketme ve tanımaya götürüyor insanı. “Ben bu yurtlu degülem” diyebilmek için şehrin insana gösterdiği
yüzünde bir tanınmamışlık, yabancılaşma ve başkalaşma olması gerekir.
Modern zamanlar hem insanı hem de insanı
kuşatan eşya, mekân, olay, vs.. her şeyi vahşi, zehirleyici ve öldürücü birer
araç haline getiriyor. Şehirlerimiz “imar, inşa, ihya…” iddialarına rağmen
böylesine bir vahşetle insana, insan da şehre saldırıyor. İnsan ve şehir birbirini
yok etmek için savaşıyor.
“Kentsel dönüşüm” kelime-i mukaddesi
adına şehre giren her iş makinası ölüm kusuyor. Onu tanınmaz ve yaşanamaz hale
getiriyor. Kaybettiği kimlik ve şahsiyetini yeniden ona idrak ettirmek için
inşa etmek yerine, ondan adeta ‘intikam almak’ için vahşet sergiliyor.
Üzerine şehrin inşa edildiği coğrafya
tahrip ve tağyir ediliyor, toprak bile zehirleniyor. Betonun ve demirin modern
zaman şehirlerini göğe tırmanan muhteris ‘babil kuleleri’yle istilâ etmeleri,
insanın ‘yaratılışa müdahale’ ve isyanının tezahürleri olarak karşımıza
çıkıyor.
Rahmetli muhakkik mimar Turgut Cansever,
bu noktada, şehir ve mimari bağlamında
modern zaman fetişlerine ilişkin şunları söylüyor: “Açıktır ki, modern çağ, kendi fetişizmlerinin (şirklerinin) bile
bilincinde olmayan bir trajik bilinçsizlik çağıdır. Teknolojik, iktisadî ve
siyasî güçlerin kölesi olan bu çağ tarih boyunca yaşamış diğer tekâmül
safhalarından çok daha geridedir ve hatta tapındıkları şeyin bilincinde olan
fetişistik kültürlerden bile daha geridedir.”
Cansever, insanın varlık bilinci ve
sorumluluğuna dair de, Yunus Emre’nin dile getirdiği ‘gurbet’ halini ve
esrarını modern çağın kavrayamayacağı ve anlayamayacağına vurgu yapar:
“…
Kaçınılmaz bir şekilde varlık bilincine ve sorumluluğuna uygun davranmak inanın
varoluş sebebidir, şu halde, bu bilinçten yoksun bulunan bu çağın, İslâm mimarisini/şehrini
kavrayamayacağı açıktır.”
Şunu da soralım: Bu bilinci Yunus’un
yaşadığı iklimin insanları kavrayabilmiş midir ki modern dünya kavrayabilsin?
Devam ediyor Cansever:
“İnsana
maddi kudretini büyük ölçüde artırma imkanı bağışlayan makineler onu tabiat ve
varoluşa karşı savaşan birisi durumuna dönüştürmektedir. Öte yandan, teknolojik
gelişme bu küstah savaşçının zaferini sembolize etmektedir. Bu savaşçının
mimarisi ve çok daha ezici, çok daha gizemli makinemsi olan zaferi, bütün mevcudat
tabakalarında “her şeyi kendi yerine koymayı” amaç edinen İslam mimarisinden
açıkça farklıdır.”
Yunus söz konusu mısrasında yüzyıllar
öncesinden bize işte bu bilinci hatırlatıyor.
İnsanoğlu ne zaman ki varlık nedeninden
uzaklaştı, ilk tezahür olarak kendine ve şehrine yabancılaştı, kendini ve
şehrini tahrip etmeye başladı. Onun için Yunus, aslında ‘künhüne vakıf’ olduğu
için “Ben
bu yurtlu degülem, bunda durup niderem.” diye feryâd ediyor.
Şehrine karşı sorumluluk taşıyanların onun
bu feryâdını ihtar bilmek ve şehri yeniden idrak etmek gibi bir mükellefiyeti
var.
Önümüzde böylesine yolumuzu aydınlatan
kandiller olmasına rağmen halâ şehrimizi ve kendimizi yok etmek için çabalayıp duruyoruz.
Bu modern zamanlara mahsus bir ruh halidir ve ‘cinnet geçirme’dir.
İnsanın şehirde yaşama ve yeryüzünde
bulunmaya ilişkin varlık nedenini Yunus Emre bize ihtar ediyor ama biz idrak
edebiliyor muyuz?
Yunus’un bu esrarlı mısrasındaki soruyu
bir de şöyle soralım: Yeryüzünde insanın
ve şehrin anlamı ne? Burada niçin varız?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder