Yahya DÜZENLİ
Tuhaf bir
ülkede yaşıyoruz; daha doğrusu insanların, her yeni vukuatıyla sınır
tanımaksızın bütün kıymetleri dejenere etmekte mahir olduğu bir zavallılar
ülkesinde... Gün geçmiyor ki, iltihaplı idrakler idrak
ehli nasbedilmiş olmasın, irtifaı düşük bir fikir ve sanat ikliminde arz-ı
endam etmesinler!
Üstad
Necip Fazıl’ı sağlığında, ne yazık ki, bir türlü “kabullenemeyen” ve reddetmeyi
ise âli menfaatleri bakımından “faydalı” bulmayan çeşitli zümreler,
bilinçaltlarındaki ifrazatları Üstad âlem-i bekâ’ya intikal ettikten sonra
değişik vesilelerle kusmuşlardı.
Bugünlerde
ise bir istismar ve menfaatlenme söz konusu.
Niyet
okumuyoruz; niyetlerin amellere bakarak okunacağı trajik bir olaya değinmek
istiyoruz.
“Yeni
Türkiye’nin Gazetesi” Star, “Necip Fazıl Kısakürek’in mirasını yaşatmak”
amacıyla (!) “STAR NECİP FAZIL
ÖDÜLÜ VERİYOR” başlığıyla duyurduğu haberde “nesillerin
üstadı şair ve düşünce adamı Necip Fazıl Kısakürek adına edebiyat ödülü ihdas
ediyor. Ödül için ilk jüri toplantısı dün Star Medya binasında
gerçekleştirildi.” diyor ve adeta müşterileri ucuzluk kampanyasına
çağırarak market rafına davet ediyor.
Üstad’ın
hâtırasına hakaret ancak böyle olabilir!
Star
Gazetesi’nin, Üstad’ın fikir ve sanat karakterine bağlı dost ve takipçilerinden
hiç kimseyle istişarede bulunmaksızın, üstelik aileyi ve Büyük Doğu Yayınlarını
dışarıda tutarak, alelacele işe girişmesi, yangından mal kaçırır gibi tuhaf ve
açıkgözce yapılmış bir başlangıç...
Ve kamuoyu,
“bu Gazete, hangi fikir, hak ve
ehliyetle böyle bir işe kalkışıyor” diyemeden Jüri açıklanıyor. Adeta kutsal bir konsül. Jüride kimler yok
ki! (Rasim Özdenören, Beşir
Ayvazoğlu, Osman Konuk, Turan Karataş,
Fatih Andı, Hicabi Kırlangıç, İbrahim Kiras) İçlerinde iyi niyetli
olanlar bulunduğunu mahfuz tutarak söyleyelim ki, Üstad hakkında rezervli,
mesafeli, O’nun henüz “bir idol olduğu”ndan hakkında konuşmanın erken olduğu”nu
söyleyenlerden (Beşir Ayvazoğlu), Üstad’ın siyasi görüşlerini benimsemediğini
yazılı bir mektupla kendisine bildiren Rasim Özdenören’e (20.5.1978), Üstad
hakkında tek bir kelime yazmamış, konuşmamışlara kadar kimler yok ki! Birkaç
gün yapılan bu “flaş flaş flaş”
yayına bazı payandalar da bulunuyor ve “Oooo Necip Fazıl Ödülü çok iyi olur,
harika!” cinsinden mikrofonlar da konuşturuluyor.
Bir de
bakıyoruz birkaç gün sonra ödüller açıklanıyor. Öyle bir tezgâh ki insanın beyni
donuyor!
Star gazetesi
meydan muharebesi kazanmış muzaffer bir edayla ve sirkatin söyleyen merd-i
kıpti tarzı ile ödülleri açıklıyor: “Gazetemiz Star tarafından bu yıl ilk kez
düzenlenen Necip Fazıl Ödülleri’ni kazananlar belli oldu. Şiirde Hüseyin
Atlansoy, hikayede Güray Süngü, fikir araştırmada Gülru Necipoğlu ve İsmail
Erünsal ödüle layık görüldü. Necip Fazıl Saygı Ödülü ise Nuri Pakdil’e
verildi.”
Jüri,
ödüle lâyık görülenleri açıkladıktan sonra, kendisine de ödül verilen uzun süre
ortalarda görünmeyen Nuri Pakdil’in böyle bir ödülü kabul etmeyeceğini tahmin
ederken, birdenbire Star gazetesine yaptığı açıklama ile şaşkınlık meydana
getirdi. Nuri Pakdil’i güya yeniden hayata kazandıranlar onu kullanmakla
kalmayıp, onu da tezgâhın bir malzemesi haline getirdiler.
Pakdil,
yaptığı yazılı açıklamada ödülü almasını traji-komik bir gerekçeyle, “hiçbir ödülü kabul etmeme” ilkesini
saklı tutarak, Üstad’ın “aziz hatırasına
saygı”nın gereği kabul ettiğini belirterek “…Aslında, geç kalınmış
olmakla birlikte, Star gazetesinin üstad adına böyle bir ödül ihdas etmesini
de, çok güzel bir kadirşinaslık örneği olarak alkışlıyor ve kutluyorum. Bu
vesile ile Star gazetesinin değerli yöneticilerini, sayın jüri üyelerini ve tüm
kamuoyunu devrimci bilinçle selamlıyorum.” diyor.
Üstad’ın hâtırasına saygısızlık edenlerden ödül
almanın ve bu ödülü meşrulaştırmanın Üstad’ın hatırasına nasıl bir saygı ifade
ettiğine mânâ veremiyorum. Ödül
verenlerin sanki böyle bir meşruiyeti veya Üstad adına böyle bir tasarruf
yetkileri varmış gibi, Nuri Pakdil ödülü adeta “kutsuyor” ve karşısında ‘klâs
bir duruş’la “devrimci bilinçle selâma” duruyor!
Diğer ödül verilenler bir yana “Üstad’ın aziz
hatırasına saygı”nın bir gereği bu ödül hiç olmazsa Nuri Pakdil tarafından geri
çevrilebilirdi. Çünkü Pakdil’in “Üstad’a olan saygısı”ndan dolayı bu tarzda
düşünmesi doğru olmakla beraber, işin ayağa düşürülmesi endişesiyle ödülü
reddedebilirdi!
Meğer gücü ne kadar yüksekmiş ödülün!
Bu ödül
tezgâhı ve ödüllerin verildiği isim ve eserleri görünce Üstad’ın hatırasına,
fikrine, davasına yapılmış en büyük saygısızlıklardan biriyle karşı karşıya
olduğumuzu görüyoruz. Ayrıntılarına girmek istemiyorum.
Fikir, sanat ve edebiyat dünyamızın sefaleti şuradan belli ki; sun’i
biçimde ihdas ve icad edilen “ödül müessesesi” giderek kiliseleşiyor. İstediklerini
aforoz ediyor, istediklerine de endülijans dağıtıyor. Suyun “bu yakası” da
eserleri ve kalitesiyle değil, bu “ödül ritüel”liyle varoloşunu anlamlandırmaya
başladı (!)
Bu güruh’a, Üstad’ın fikir ve sanat adamının takdir beklemediğine ve onun “daimi bir isyan halinde ve ideal hayatı
arama cehdinde” olduğuna vurgu yapan şu ifadelerini hatırlatalım:
- «Üç şey gerçek sanatkârı şerefsiz kılar: Fransız Akademisine âzâ kabul edilmek, (Lejyon d’onör) nişanıyla lûtuflandırmak, zamanenin münekkidi tarafından övülmek…”
Üstad’ın vasiyetine, fikrine, hatırasına saygı diye bir edep ölçüsü tanımayan bu gürûh niçin böyle bir ÖDÜL İCAD VE İHDAS ETME şehvetine kapı aralamıştır?
1. Şair, fikir adamı
ve sanatçı NASBETME, yandaşlarına kıymet, şöhret ve meşruiyet kazandırmak için
Necip Fazıl ismini kullanma.
2. Yunus Nadi, Abdi İpekçi, Nazım
Hikmet veya Simavi Ödülleri gibi şuuraltında “sola benzeme kompleksi”yle meşhur
isimleri kullanma ukdesi.
3. Başta Başbakan
olmak üzere iktidara şirin görünme. Çünkü ödül töreninde muhtemeldir ki
Başbakan da bulunacak ve önünde tazime duracaklar. Başbakanla göz teması
onlarda sihir etkisi yapacaktır.
4. En önemlisi de Üstad’ın
ismini itibarsızlaştırma, ayağa düşürme.
Üstad’ın
fikrine, anlayışına, irfanına, davasına zıt “ödül” mantığı ve ödül verilen
isimler ve eserlerin kalitelerine de demeli! Ödül verilen eserlerin
bazılarındaki muhtevaların Üstad’ın fikir dünyasıyla asla uyuşmayan nitelikte
olduğuna da vurgu yapalım. Hiçbir kriterin söz konusu olmadığı bir
“paslaşma”nın sonucu mu verildi? diye sormak istiyoruz.
Şunu
söyleyelim ki; ‘kerametleri kendilerinden menkul’, nasıl nasbedildikleri meçhul
seçici jürinin kifayet ve ehliyetsizliği bir tarafa, ödül verilen kişi/eserlere
baktığımızda edebiyatımıza malolmuş hiçbir yönlerinin bulunmadığına ve verilen
ödüllerin bir anlamda Üstad’ın fikri ve şiiriyle istihza anlamına da geldiğine
de vurgu yapalım.
İdrakin bu
seviyesizlikte süründüğü fikir ve sanat takdir edicilerinin samimiyetsizlikle
malûl “ödül tezgahı”…
Hâlâ Üstad’ın ismi üzerinden geçinmeyi
kendisine ahlâk/sızlık edinmiş güruhların varlığı fikir ve ahlak sefaletine ne
güzel örnek teşkil ediyor!
Rahmetli
Üstad’ın 1940’larda “Dava mı rezalet mi?” başlığı altında yazdığı bir
yazısındaki şu cümleleri sanki bugünlere nazar ederek yazılmış gibidir: “İtiraf
etmek lazım ki memleketimizde idrak seviyesi hâlâ, gaz tenekelerini birbirine
çarparcasına çıkarılan kof şamatalardan üstün bir ses cevherine takılabilmek
istidadında değil… Karanlığın bile tenezzül etmiyeceği bayağılığı, bu dava
kılıklı rezalette seyredin!”
Üstad’ın
kendi deyimiyle tam bir cenin-i sakıt olarak nitelendirebileceğimiz bu
girişim, tasarlanmış, üzerinde derin düşünülmüş bir “Necip Fazıl’ı itibarsızlaştırma operasyonu”dur.
Şunu
söyleyelim ki; Necip Fazıl’ın zâtı ve ismi her türlü itibarsızlaşmaya müsaade
etmeyecek kıymettedir. Böyle bir ödül ihdasının bir diğer mânâsı; Necip Fazıl
artık tarihsel bir dönemde arkeolojik bir malzeme olarak kaldığı, artık
fikirleri ve şahsının da “müzelik” hale geldiği ve sadece hâtıralarda yerini alacağıdır.
Onun için de adına “ödül” tesis etmek onu yâdetmenin (yâni unutturmanın) en iyi
yoludur(!)
Bazı
kamu kurumları, Belediyeler, kuruluşlar,
vs.’nin olur olmaz her yere (parklara, iş merkezlerine, caddelere, vs.) Üstad’ın
adını koymaları da Üstad’ın adının itibarsızlaştırılmasına yönelik bir çabadır.
Bunu yapanlar, yaptıklarının bile farkında değiller!
"Lâfımın dostusunuz, çilemin yabancısı" diyen Üstad'ın dil,
tarih, fikir, sanat, şiir hassasiyetleri ve taviz vermez duruşuyla tam
anlamıyla tezat teşkil eden bu teşebbüsten dolayı STAR GAZETESİ’ni tebrik
ediyoruz! Üstad’ın sağlığında küfür cephesi’nin beceremediği itibarsızlaştırmayı,
Üstad’ın ismini pazara sürerek becerdiniz ve ÖDÜL AVCILARInın ekmeğine yağ
sürdünüz!
İlk defa Üstad’ın eliyle ve
Büyük Doğu’yla varlık ifade eden bazı edebiyatçıların hayatları mübalâğalı ve
taşra medhiyesi biçiminde dizi haline getirip abartılır ve olmayan misyonları
kendilerine yüklenirken, Üstad’ın isminin bu şekilde istismar edilmesi oldukça
manâlıdır! Eğer Üstad adına “bir şey” yapılacaksa en başta eserlerine yönelik,
O’nun inanış, duyuş, ölçülendiriş ve muhtevasını konu edinen büyük
prodüksiyonlar niçin düşünülmemektedir? Şüphesiz böylesine bir şeyin üstesinden
gelmek zor!
Üstad’ın mükemmel(!) bir
zamanlamayla adına ödüller ihdas etme
bahanesi ve tezgâhıyla itibarsızlaştırılması asla affedilecek bir durum
değildir! Aslına bakılırsa bu teşebbüs kendilerini
itibarsızlaştırma teşebbüsüdür.
“Bizim
zamanımızda küfürden bir buzdağı vardı. Titreyen nefeslerimizle bu küfürden buzdağını
erittik. Şimdi ise geç geçebilirsen çamurdan!” diyen Üstad’ın
vefatından sonra da fikrî tasarrufu devam ediyor. Üstad’ın erittiği buzdağında
oluşan çamur hızla yayılmaya devam ediyor. Hiçbir fikir, dava, ahlâk, hürmet,
haşyet hissi taşımadan, müthiş bir hazımsızlık, edep ve haya sınırlarını aşan bir saygısızlıkla hem de.
Yüzyılımızın
kıvrandığı, coğrafyaların yerinden koptuğu ve sınırların yeniden çizilmeye
başlandığı, merkezinde de Türkiye’nin mutlaka muharrik ve fail olarak başrolü
alması gerektiği bir devrede, Üstad’ın müthiş bir mükellefiyet idrakiyle “İslâm’ı
Yenilemek” başlığıyla İdeolocya Örgüsü’ne ek olarak kaleme aldığı manifesto
niteliğindeki yazısında geçen şu tarihi tesbiti hatırlıyoruz:
“İslâm,
500 yıl kılıcını elinde tutan Türkiye'de bozuldu ve her yerde altüst oldu. Bu,
ancak Türkiye'de düzelirse her yerde sağlığa kavuşabileceğine ait ilahi bir
ihtar... İslâm’ı yenileyecek olan nesil, bu ruh ve madde felaketleri
Türkiye'sinde son ve som, hepçi ve bütüncü tepki halinde zuhur etmekle
mükellef... Bunca zevalin ardından ancak kemal çığırı açılabilir...”
Bu tarihî ihtarı yapan ve mes’uliyet idrakini telkin eden Üstad’ın
davasına yapılacak en büyük saygısızlık “yerli görünümlü” ödül koyucular ve
jüriden geliyor!
Üstad’ın “En
ulvi tecrit ve manalandırmalara çok defa en süfli teşhis ve maksatlandırmalar
musallat olur..” hikmetinin yeri de tam burası.
Yazıklar
olsun Üstad’ın hatırasına bu denli saygısızlık yapanlara!
Yazıklar
olsun Üstad’ı kendi kışır idraklerine hapsedenlere!
Yazıklar
olsun Üstad adına narsist ruhunu tatmin etmek isteyenlere!
Ödüllerin
verildiği adreslere bakınca bu ödüllerin söz konusu Jüriye yakıştığı kaydını düşerek yazımızı Üstad’ın mısralarıyla
bitirelim:
“Geçenler
geçti seni, uçtu pabucun dama!
Çatla
Sodom Gomore, patla Bizans ve Roma!”
Daha ne söyleyelim!
Ne yaptığınızın, nelere
sebep olduğunuzun ve olacağınızın farkında mısınız?
Yapılacak en hayırlı iş;
Üstad’ın fikrine ve davasına saygısı olan herkesin bu hadiseye tepki vermesi,
jürinin lağverilmesi ve “Necip Fazıl Ödülleri”nin iptal edilmesidir.
Yüzü olanlar utanır !
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder