17 Haziran 2014 Salı

“NECİP FAZIL ÖDÜLLERİ” İSTİSMARI! -Bir itibarsızlaştırma operasyonu-


 Yahya DÜZENLİ

Tuhaf bir ülkede yaşıyoruz;  daha doğrusu insanların, her yeni vukuatıyla sınır tanımaksızın bütün kıymetleri dejenere etmekte mahir olduğu bir zavallılar ülkesinde... Gün geçmiyor ki, iltihaplı idrakler  idrak ehli nasbedilmiş olmasın, irtifaı düşük bir fikir ve sanat ikliminde arz-ı endam etmesinler!

Üstad Necip Fazıl’ı sağlığında, ne yazık ki, bir türlü “kabullenemeyen” ve reddetmeyi ise âli menfaatleri bakımından “faydalı” bulmayan çeşitli zümreler, bilinçaltlarındaki ifrazatları Üstad âlem-i bekâ’ya intikal ettikten sonra değişik vesilelerle kusmuşlardı.

Bugünlerde ise bir istismar ve menfaatlenme söz konusu.

Niyet okumuyoruz; niyetlerin amellere bakarak okunacağı trajik bir olaya değinmek istiyoruz.

“Yeni Türkiye’nin Gazetesi” Star, “Necip Fazıl Kısakürek’in mirasını yaşatmak” amacıyla (!)  “STAR NECİP FAZIL ÖDÜLÜ VERİYOR”  başlığıyla duyurduğu haberde “nesillerin üstadı şair ve düşünce adamı Necip Fazıl Kısakürek adına edebiyat ödülü ihdas ediyor. Ödül için ilk jüri toplantısı dün Star Medya binasında gerçekleştirildi.” diyor  ve adeta müşterileri ucuzluk kampanyasına çağırarak market rafına davet ediyor.

Üstad’ın hâtırasına hakaret ancak böyle olabilir!

Star Gazetesi’nin, Üstad’ın fikir ve sanat karakterine bağlı dost ve takipçilerinden hiç kimseyle istişarede bulunmaksızın, üstelik aileyi ve Büyük Doğu Yayınlarını dışarıda tutarak, alelacele işe girişmesi, yangından mal kaçırır gibi tuhaf ve açıkgözce yapılmış bir başlangıç...

Ve kamuoyu, “bu Gazete, hangi fikir, hak ve ehliyetle böyle bir işe kalkışıyor” diyemeden Jüri açıklanıyor. Adeta kutsal bir konsül. Jüride kimler yok ki! (Rasim Özdenören, Beşir Ayvazoğlu, Osman Konuk,  Turan Karataş, Fatih Andı, Hicabi Kırlangıç, İbrahim Kiras) İçlerinde iyi niyetli olanlar bulunduğunu mahfuz tutarak söyleyelim ki, Üstad hakkında rezervli, mesafeli, O’nun henüz “bir idol olduğu”ndan hakkında konuşmanın erken olduğu”nu söyleyenlerden (Beşir Ayvazoğlu), Üstad’ın siyasi görüşlerini benimsemediğini yazılı bir mektupla kendisine bildiren Rasim Özdenören’e (20.5.1978), Üstad hakkında tek bir kelime yazmamış, konuşmamışlara kadar kimler yok ki! Birkaç gün yapılan bu flaş flaş flaş yayına bazı payandalar da bulunuyor ve “Oooo Necip Fazıl Ödülü çok iyi olur, harika!” cinsinden mikrofonlar da konuşturuluyor.
  
Bir de bakıyoruz birkaç gün sonra ödüller açıklanıyor. Öyle bir tezgâh ki insanın beyni donuyor!

Star gazetesi meydan muharebesi kazanmış muzaffer bir edayla ve sirkatin söyleyen  merd-i kıpti tarzı ile  ödülleri açıklıyor: “Gazetemiz Star tarafından bu yıl ilk kez düzenlenen Necip Fazıl Ödülleri’ni kazananlar belli oldu. Şiirde Hüseyin Atlansoy, hikayede Güray Süngü, fikir araştırmada Gülru Necipoğlu ve İsmail Erünsal ödüle layık görüldü. Necip Fazıl Saygı Ödülü ise Nuri Pakdil’e verildi.”

Jüri, ödüle lâyık görülenleri açıkladıktan sonra, kendisine de ödül verilen uzun süre ortalarda görünmeyen Nuri Pakdil’in böyle bir ödülü kabul etmeyeceğini tahmin ederken, birdenbire Star gazetesine yaptığı açıklama ile şaşkınlık meydana getirdi. Nuri Pakdil’i güya yeniden hayata kazandıranlar onu kullanmakla kalmayıp, onu da tezgâhın bir malzemesi haline getirdiler.

Pakdil, yaptığı yazılı açıklamada ödülü almasını traji-komik bir gerekçeyle, “hiçbir ödülü kabul etmeme” ilkesini saklı tutarak, Üstad’ın “aziz hatırasına saygı”nın gereği kabul ettiğini belirterek “…Aslında, geç kalınmış olmakla birlikte, Star gazetesinin üstad adına böyle bir ödül ihdas etmesini de, çok güzel bir kadirşinaslık örneği olarak alkışlıyor ve kutluyorum. Bu vesile ile Star gazetesinin değerli yöneticilerini, sayın jüri üyelerini ve tüm kamuoyunu devrimci bilinçle selamlıyorum.” diyor.

Üstad’ın hâtırasına saygısızlık edenlerden ödül almanın ve bu ödülü meşrulaştırmanın Üstad’ın hatırasına nasıl bir saygı ifade ettiğine mânâ veremiyorum. Ödül verenlerin sanki böyle bir meşruiyeti veya Üstad adına böyle bir tasarruf yetkileri varmış gibi, Nuri Pakdil ödülü adeta “kutsuyor” ve karşısında ‘klâs bir duruş’la “devrimci bilinçle selâma” duruyor!  
Diğer ödül verilenler bir yana “Üstad’ın aziz hatırasına saygı”nın bir gereği bu ödül hiç olmazsa Nuri Pakdil tarafından geri çevrilebilirdi. Çünkü Pakdil’in “Üstad’a olan saygısı”ndan dolayı bu tarzda düşünmesi doğru olmakla beraber, işin ayağa düşürülmesi endişesiyle ödülü reddedebilirdi!
Meğer gücü ne kadar yüksekmiş ödülün!
Bu ödül tezgâhı ve ödüllerin verildiği isim ve eserleri görünce Üstad’ın hatırasına, fikrine, davasına yapılmış en büyük saygısızlıklardan biriyle karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Ayrıntılarına girmek istemiyorum.  

Fikir, sanat ve edebiyat dünyamızın sefaleti şuradan belli ki; sun’i biçimde ihdas ve icad edilen “ödül müessesesi” giderek kiliseleşiyor. İstediklerini aforoz ediyor, istediklerine de endülijans dağıtıyor. Suyun “bu yakası” da eserleri ve kalitesiyle değil, bu “ödül ritüel”liyle varoloşunu anlamlandırmaya başladı (!)

Bu güruh’a, Üstad’ın fikir ve sanat adamının takdir beklemediğine ve onun “daimi bir isyan halinde ve ideal hayatı arama cehdinde” olduğuna vurgu yapan şu ifadelerini hatırlatalım:

“Bir Fransız edibi, bu ince hikmeti şöyle ifadelendiriyor.

- «Üç şey gerçek sanatkârı şerefsiz kılar: Fransız Akademisine âzâ kabul edilmek, (Lejyon d’onör) nişanıyla lûtuflandırmak, zamanenin münekkidi tarafından övülmek…”
Üstad’ın vasiyetine, fikrine, hatırasına saygı diye bir edep ölçüsü tanımayan bu gürûh niçin böyle bir ÖDÜL İCAD VE İHDAS ETME şehvetine kapı aralamıştır?


1.      Şair, fikir adamı ve sanatçı NASBETME, yandaşlarına kıymet, şöhret ve meşruiyet kazandırmak için Necip Fazıl ismini kullanma.

2.      Yunus Nadi, Abdi İpekçi, Nazım Hikmet veya Simavi Ödülleri gibi şuuraltında “sola benzeme kompleksi”yle meşhur isimleri kullanma ukdesi.

3.      Başta Başbakan olmak üzere iktidara şirin görünme. Çünkü ödül töreninde muhtemeldir ki Başbakan da bulunacak ve önünde tazime duracaklar. Başbakanla göz teması onlarda sihir etkisi yapacaktır.

4.      En önemlisi de Üstad’ın ismini itibarsızlaştırma, ayağa düşürme.

Üstad’ın fikrine, anlayışına, irfanına, davasına zıt “ödül” mantığı ve ödül verilen isimler ve eserlerin kalitelerine de demeli! Ödül verilen eserlerin bazılarındaki muhtevaların Üstad’ın fikir dünyasıyla asla uyuşmayan nitelikte olduğuna da vurgu yapalım. Hiçbir kriterin söz konusu olmadığı bir “paslaşma”nın sonucu mu verildi? diye sormak istiyoruz.

Şunu söyleyelim ki; ‘kerametleri kendilerinden menkul’, nasıl nasbedildikleri meçhul seçici jürinin kifayet ve ehliyetsizliği bir tarafa, ödül verilen kişi/eserlere baktığımızda edebiyatımıza malolmuş hiçbir yönlerinin bulunmadığına ve verilen ödüllerin bir anlamda Üstad’ın fikri ve şiiriyle istihza anlamına da geldiğine de vurgu yapalım. 
İdrakin bu seviyesizlikte süründüğü fikir ve sanat takdir edicilerinin samimiyetsizlikle malûl “ödül tezgahı”…

Hâlâ Üstad’ın ismi üzerinden geçinmeyi kendisine ahlâk/sızlık edinmiş güruhların varlığı fikir ve ahlak sefaletine ne güzel örnek teşkil ediyor!

Rahmetli Üstad’ın 1940’larda “Dava mı rezalet mi?” başlığı altında yazdığı bir yazısındaki şu cümleleri sanki bugünlere nazar ederek yazılmış gibidir: “İtiraf etmek lazım ki memleketimizde idrak seviyesi hâlâ, gaz tenekelerini birbirine çarparcasına çıkarılan kof şamatalardan üstün bir ses cevherine takılabilmek istidadında değil… Karanlığın bile tenezzül etmiyeceği bayağılığı, bu dava kılıklı rezalette seyredin!” 

Üstad’ın kendi deyimiyle tam bir cenin-i sakıt olarak nitelendirebileceğimiz bu girişim, tasarlanmış, üzerinde derin düşünülmüş bir Necip Fazıl’ı itibarsızlaştırma operasyonu”dur.

Şunu söyleyelim ki; Necip Fazıl’ın zâtı ve ismi her türlü itibarsızlaşmaya müsaade etmeyecek kıymettedir. Böyle bir ödül ihdasının bir diğer mânâsı; Necip Fazıl artık tarihsel bir dönemde arkeolojik bir malzeme olarak kaldığı, artık fikirleri ve şahsının da “müzelik” hale geldiği ve sadece hâtıralarda yerini alacağıdır. Onun için de adına “ödül” tesis etmek onu yâdetmenin (yâni unutturmanın) en iyi yoludur(!)

Bazı kamu  kurumları, Belediyeler, kuruluşlar, vs.’nin olur olmaz her yere (parklara, iş merkezlerine, caddelere, vs.) Üstad’ın adını koymaları da Üstad’ın adının itibarsızlaştırılmasına yönelik bir çabadır. Bunu yapanlar, yaptıklarının bile farkında değiller!

"Lâfımın dostusunuz, çilemin yabancısı" diyen Üstad'ın dil, tarih, fikir, sanat, şiir hassasiyetleri ve taviz vermez duruşuyla tam anlamıyla tezat teşkil eden bu teşebbüsten dolayı STAR GAZETESİ’ni tebrik ediyoruz! Üstad’ın sağlığında küfür cephesi’nin beceremediği  itibarsızlaştırmayı, Üstad’ın ismini pazara sürerek becerdiniz ve ÖDÜL AVCILARInın ekmeğine yağ sürdünüz!

İlk defa Üstad’ın eliyle ve Büyük Doğu’yla varlık ifade eden bazı edebiyatçıların hayatları mübalâğalı ve taşra medhiyesi biçiminde dizi haline getirip abartılır ve olmayan misyonları kendilerine yüklenirken, Üstad’ın isminin bu şekilde istismar edilmesi oldukça manâlıdır! Eğer Üstad adına “bir şey” yapılacaksa en başta eserlerine yönelik, O’nun inanış, duyuş, ölçülendiriş ve muhtevasını konu edinen büyük prodüksiyonlar niçin düşünülmemektedir? Şüphesiz böylesine bir şeyin üstesinden gelmek zor!
Üstad’ın mükemmel(!) bir zamanlamayla adına ödüller ihdas etme bahanesi ve tezgâhıyla itibarsızlaştırılması asla affedilecek bir durum değildir! Aslına bakılırsa bu teşebbüs kendilerini itibarsızlaştırma teşebbüsüdür.
“Bizim zamanımızda küfürden bir buzdağı vardı. Titreyen nefeslerimizle bu küfürden buzdağını erittik. Şimdi ise geç geçebilirsen çamurdan!” diyen Üstad’ın vefatından sonra da fikrî tasarrufu devam ediyor. Üstad’ın erittiği buzdağında oluşan çamur hızla yayılmaya devam ediyor. Hiçbir fikir, dava, ahlâk, hürmet, haşyet hissi taşımadan, müthiş bir hazımsızlık, edep ve haya sınırlarını aşan bir saygısızlıkla hem de.
Yüzyılımızın kıvrandığı, coğrafyaların yerinden koptuğu ve sınırların yeniden çizilmeye başlandığı, merkezinde de Türkiye’nin mutlaka muharrik ve fail olarak başrolü alması gerektiği bir devrede, Üstad’ın  müthiş bir mükellefiyet idrakiyle “İslâm’ı Yenilemek” başlığıyla İdeolocya Örgüsü’ne ek olarak kaleme aldığı manifesto niteliğindeki yazısında geçen şu tarihi tesbiti hatırlıyoruz:

“İslâm, 500 yıl kılıcını elinde tutan Türkiye'de bozuldu ve her yerde altüst oldu. Bu, ancak Türkiye'de düzelirse her yerde sağlığa kavuşabileceğine ait ilahi bir ihtar... İslâm’ı yenileyecek olan nesil, bu ruh ve madde felaketleri Türkiye'sinde son ve som, hepçi ve bütüncü tepki halinde zuhur etmekle mükellef... Bunca zevalin ardından ancak kemal çığırı açılabilir...”

Bu tarihî ihtarı yapan ve mes’uliyet idrakini telkin eden Üstad’ın davasına yapılacak en büyük saygısızlık “yerli görünümlü” ödül koyucular ve jüriden geliyor!

Üstad’ın “En ulvi tecrit ve manalandırmalara çok defa en süfli teşhis ve maksatlandırmalar musallat olur..” hikmetinin yeri de tam burası.

Yazıklar olsun Üstad’ın hatırasına bu denli saygısızlık yapanlara!
Yazıklar olsun Üstad’ı kendi kışır idraklerine hapsedenlere!
Yazıklar olsun Üstad adına narsist ruhunu tatmin etmek isteyenlere!

Ödüllerin verildiği adreslere bakınca bu ödüllerin söz konusu Jüriye yakıştığı kaydını düşerek yazımızı Üstad’ın mısralarıyla bitirelim:

“Geçenler geçti seni, uçtu pabucun dama!
Çatla Sodom Gomore, patla Bizans ve Roma!”

Daha ne söyleyelim!
Ne yaptığınızın, nelere sebep olduğunuzun ve olacağınızın farkında mısınız?
Yapılacak en hayırlı iş; Üstad’ın fikrine ve davasına saygısı olan herkesin bu hadiseye tepki vermesi, jürinin lağverilmesi ve “Necip Fazıl Ödülleri”nin iptal edilmesidir.
Yüzü olanlar utanır !



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder