Şüphesiz şehirlerin ve medeniyetlerin de
bir kaderi var. Doğup, yaşayıp ölürler. Her kemalin bir zevali, her zevalin de bir
kemali olması gibi. Bu ilâhi bir kanun. Yükseliş ve çöküş böylece mütemadiyen
devam ediyor. Burada önemli olan, şehir ve medeniyetlerin ‘yaşanmaya değer
hayat’ın tecelli zeminlerindeki süreleri ve süreklilikleridir. Osmanlı’nın uzun
süren hakimiyetinin böylesine bir karakteri bulunuyor. Medeniyet iklimi
değişince şehir tefessüh etmeye başlıyor, şehir bozulmaya başlayınca da ait
olduğu medeniyetin tecelli zemini yok oluyor ve sadece zihni bir ‘tasavvur’
olarak kalıyor.
Bu anlamda, medeniyetin tecelli zemini
olan şehirlerin kendilerinden sonrasına tevarüs ettirdikleri bir “genetik
miras” var. Modern zamanlarda şehirlerimizin tahribiyle birlikte bu “genetik
miras” yok olmaya başladı.
Bu “hayatî gen” ülkemizde önemli ölçüde
tahrip oldu, hatta yok oldu. Özellikle tarihî şehirlerimizin ‘genetik mirası’
öylesine tahrip ediliyor ki, İstanbul, Konya, Amasya, Trabzon, Bursa, Erzurum,
Kayseri gibi kendisini bugüne taşıyabilmiş şehirlerimizin genetik haritası, üzerinden
suyu çekilmiş derin yarıklar açılmış çorak bir toprak gibi, artık medeniyetinden
bir eser taşımaz, evveliyatına dair hiçbir şey hatırlayamaz bir hale
getiriliyor.
Tarih içinde varoluşunu hafızasıyla
(içinde barındırdığı medeniyet eserleriyle) devam ettiren şehirlerimiz, bugün
kendini bile tanıyamaz, hatırlayamaz hale getirildi. Bu hal şehrin hafızası ile birlikte giderek tüm
fonksiyonlarını kaybettiği bir alzheimer
halidir.
Son yıllarda bu hafızasızlaştırma
operasyonlarında en fazla pay sahibi bulunan TOKİ’ye (Tabii ki Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı’na) yıllardır
yöneltilen eleştiriler maalesef hiçbir karşılık bulmuyor. Aksine eleştirilerin
dozu nisbetinde şehre karşı hiddet ve şiddeti artıyor, bildiğini okuyor.
Şehirlerimize musallat olmuş yaratıklar gibi, şehirleri gecekondulardan
temizleme gerekçesiyle mutlak hükümferma
olarak kesip biçiyor, karşı çıkanlar da galiba temizliğe karşı çıkan kir tutkunları addediliyor.
Bu değerlendirmeleri yapmamıza sebep
olan TOKİ, ‘menhiyat ve seyyiatları’nı
bir türlü göremiyor. Renk körlüğünden öte bir bünye hastalığı var.
Geçtiğimiz günlerde gazetelerde TOKİ’nin,
iştirakçisi Emlak Konut’la birlikte verdiği ilânı görünce “TOKİ acaba hidayete mi eriyor, yaptıklarından pişman olup, bir daha
yapmamaya azm ü cezm ü kast edip tövbe mi ediyor?" demekten kendimi
alamadım. Kültürümüzde “tövbe ve
istiğfar, varlığı idrak için önemli bir muhasebe ve dönüşüm sebebidir.” Söz
konusu ilân adeta yeni bir fetih çağrısı gibi; “7 iklim 7 bölge. Gelenekten Geleceğe
Ulusal Mimari Proje Yarışması” başlığını taşıyordu. TOKİ, gazetelere
verdiği ilanda; mimarlık 4. Sınıf öğrencileri arasında Ulusal Mimari Proje
Yarışması açıyor ve gerekçesini “Mimari
mirasımızı yeniden canlandırmak ve günümüz teknolojisini gelenekten ilham
alarak geleceğe taşımak için iştirakçisiyle birlikte mimari proje yarışması
düzenliyor. Her bölgenin kendi yerel özellikleri ve iklimine göre, 7 farklı
bölgenin tasarımlarını içeren yarışmada; para ödülünün yanı sıra kazanan
eserler kendi bölgelerinde hayata geçirilebilecektir” şeklinde açıklıyor.
Ülkemizin kitaplara sağmayacak tarih,
medeniyet, şehir ve mimarî birikimine rağmen, bunları görme ve anlama idrakini
kaybetmiş devletin ‘ideolojik aygıtı’ TOKİ’nin, Çevre ve Şehircilik
Bakanlığıyla birlikte son 12 yılda şehirlerimizi nereye sürüklediği gözler
önünde. Şehirlerden ilçelere hatta köylere kadar kurduğu toplu sitelerle (toplu
tabutluklar) ülkemizi “kentsel dönüşüm
bataklığı”na çeviren TOKİ gerçek bir “ideolojik aygıt”. Çünkü bu bir düşünce
biçimi, bir zihniyet. Neye inanıyor, ne düşünüyorsa, neyi anlayamıyor ve
reddediyorsa ona uygun mekânlar inşa ediyor. Tıpkı erken Cumhuriyet döneminde
olduğu gibi yeni nesil ve gelecek
nesillere tarihi hatırlatacak ne varsa tamamını şehirlerimizden kazıyıp
atan zihniyetin adeta bir devamı.
Erken Cumhuriyet’in şehir katliamları,
1950’li yıllarda Menderes döneminde “şehir imarı” gerekçesiyle yıkımları ve son
12 yılda da “şehirleri gecekondulardan temizlemek” ve “yaşam alanları
oluşturmak” gerekçesiyle kutsal bir evrâd
ve ezkâr gibi dudaklardan eksik olmayan kentsel dönüşüm
uygulamaları şehirlerimizi mahvetti, mahvediyor, katlediyor. Şehirlerimizin
tarihî genetikleri üzerinde ıslah ve yeniden inşa için yakalanmış olan bu
müthiş imkân ve fırsat heba ediliyor, yok ediliyor.
Yıllar önce önemli bir Osmanlı tarihçisi
bilim adamıyla şehirlere dair konuşurken Anadolu’nun iki şehrine ait şöyle
demişti: “…..bu iki şehire seçilen
Belediye Başkanları hangi partili olursa olsun şehirlerine ihanet etmemişler,
onu korumuşlardır.” Mesele de bu. Bugün ise siyasî zihniyeti ne olursa
olsun bütün şehir yöneticilerinin tek hedefi; şehirlerini yaşanamaz hale
getirmek!
Üstüste yığılmış iskeletler, kemikler ve
kafataslarından oluşmuş yığınları önünde mağrurca poz veren bir kahraman gibi, diktiği
bloklarıyla öğünen TOKİ’nin illüzyonu altında şehirlerimiz mahvoluyor.
Bu konuda ısrarla ve şiddetle yazdığım
yazıların bazılarının sadece başlıkları bile “kaybedilen idrak ve olmayan şehir
ve medeniyet tasavvuru”nun ne olduğuna vurgu yapar mahiyettedir. İşte bazı yazı
başlıklarım: "Organsız Bedenler veya
Mekansız Şehirler", "Şehirden Medeniyet", "Medeniyetten
Şehir Çıkaramamak", "TOKİ Nekropolleri ve DNA Korsanları", "Şehir
Vehhabileri Şehir ve Medeniyet Katliamında", "Yeni Bir Şehir Virüsü:
Akıllı Bina", "Bir mekâna Varmışam ki Ol Benim Yurdum Degül!", "Kentsel
Dönüşümün Kemirdiği Şehirlerimiz", "Kentsel Dönüşümün Mahsulü Siteler
ve Ayrıştırılmış Toplum!", "Bıraktığımız Şehir Ortada Yok", "Şehir
“Marka Değer”iyle Pazara Düştü", "TOKİ’nin Şehir ve Medeniyet İdraki
Var mı?", "TOKİ’nin Yapmaya Muktedirken Yapamadıkları", vs. vs..
TOKİ için “devletin ideolojik aygıtı” dedik. Doğru. Çünkü TOKİ’nin ürettiği
toplu konutlar, kentsel dönüşüm projeleri bir “zihniyet”in tezahürü, tarih ve
medeniyet idraki olmayan bir zihniyet mahsulüdür.
Bunca talan, yıkım ve katliamdan sonra
“gelenekten geleceğe 7 iklim 7 bölge” aklına gelmişse “buna da şükür” mü
diyelim. Yoksa bu teşebbüs de kendisine yöneltilen yoğun eleştirilere,
elektriklenmelere karşı bir topraklama mı?
Belki mimarlık öğrencileri heyecan
duyar, çaba gösterir gerekçesiyle TOKİ’nin bu teşebbüsünü tebessümle karşılayıp
iyi niyetle bakalım. Ama "yarışmada
kazanan eserler kendi bölgelerinde hayata geçirilebilecek” diyen TOKİ gene
yanlış kapı çalıyor. “Bize bir değil bin Cansever lâzım” diyen
Başbakan’ın mesajını anlamayan, duymayan TOKİ hâlâ Turgut Cansever’i göremiyor!
Öyle anlaşılıyor ki Cansever, sadece hamasî bir konuşma figüründen ibaret.
Ne yazık ki şehirlerimiz; inşa, ihya,
koruma ve sürdürmekle mükellef “Siyasîlere, TOKİ ile Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı’na, Belediye Başkanları’na, Mimar Odaları’na, Müteahhitlere
bırakılamayacak kadar özel öneme sahiptir.” Peki, kime emanet edilecek? Emanete
ehil, liyakat sahibi şehir hassasiyeti taşıyan, tarih, coğrafya, kültür,
medeniyet damarları kurumamış dertlilere! Onlar da adeta ‘kendi kendine konuşan meczup ve münzevi”ler gibi karşılık
bulamadığına göre, demek ki şehir yıkımları devam edecek.
TOKİ, söz konusu “7 iklim 7 bölge. Gelenekten Geleceğe
Ulusal Mimari Proje Yarışması”yla zevahiri kurtarma derdinde. Herhalde
bir akl-ı evvelin tavsiyesiyle bu ilânları hazırlayıp yanıltıcı bir ekran koruyucu olarak kullanma derdinde. Bu, yaptığı kötülükleri
örtme çabası mıdır, bilemiyoruz!
Bildiğimiz; TOKİ’nin asla bir şehir
ve medeniyet idraki bulunmadığıdır. Tarihî şehir stokumuzdan,
birikimimizden haberdar olmadığı veya onları yok saydığıdır.
TOKİ'nin “gelenekten geleceğe ulusal mimari proje yarışması”ndan önce tarihî
şehir ve mimarî geleneğimize ilişkin eserler ve şehirler üzerine kafa yorması
gerekir.
Yazımızı, her ne kadar TOKİ okumasa ve
anlamasa da, rahmetli muhakkik mimar Turgut Cansever’in “Yeni Şehirler”
raporundan bir muhasebe ve teklif içeren önemli bir paragrafıyla bitirelim:
“Türkiye’de
batılılaşma, yani Fransa evi olma yanılgısı ile evler yıkılmış ve yerlerine,
belki de muhtemel bir depremde en çok sayıda insanın hayatına mal olacak
biçimde ve pahalı olarak apartmanlar inşa edilmiştir. Evi kullanacak kişi ise, spekülatif israf operasyonunu yürüten kesimce,
yalnızca para ödeyen ve üzerinden para kazanılan yaratık olarak görülmüştür.
Yeni şehirler inşa edilirken, insanın, evlerin, ailenin yaşadığı yer, onları
temsil eden bir nesne ve yeni şehri güzelleştiren bir eser olarak tasarlanması
ve inşa edilmesi önemli bir sorumluluk olacaktır.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder