2 Haziran 2014 Pazartesi

ŞEHİR KATLİAMLARINDAN SONRA TOKİ HİDAYETE Mİ ERİYOR?

Yahya Düzenli
 
Şüphesiz şehirlerin ve medeniyetlerin de bir kaderi var. Doğup, yaşayıp ölürler. Her kemalin bir zevali, her zevalin de bir kemali olması gibi. Bu ilâhi bir kanun. Yükseliş ve çöküş böylece mütemadiyen devam ediyor. Burada önemli olan, şehir ve medeniyetlerin ‘yaşanmaya değer hayat’ın tecelli zeminlerindeki süreleri ve süreklilikleridir. Osmanlı’nın uzun süren hakimiyetinin böylesine bir karakteri bulunuyor. Medeniyet iklimi değişince şehir tefessüh etmeye başlıyor, şehir bozulmaya başlayınca da ait olduğu medeniyetin tecelli zemini yok oluyor ve sadece zihni bir ‘tasavvur’ olarak kalıyor.
 
Bu anlamda, medeniyetin tecelli zemini olan şehirlerin kendilerinden sonrasına tevarüs ettirdikleri bir “genetik miras” var. Modern zamanlarda şehirlerimizin tahribiyle birlikte bu “genetik miras” yok olmaya başladı.
 
Bu “hayatî gen” ülkemizde önemli ölçüde tahrip oldu, hatta yok oldu. Özellikle tarihî şehirlerimizin ‘genetik mirası’ öylesine tahrip ediliyor ki, İstanbul, Konya, Amasya, Trabzon, Bursa, Erzurum, Kayseri gibi kendisini bugüne taşıyabilmiş şehirlerimizin genetik haritası, üzerinden suyu çekilmiş derin yarıklar açılmış çorak bir toprak gibi, artık medeniyetinden bir eser taşımaz, evveliyatına dair hiçbir şey hatırlayamaz bir hale getiriliyor.
 
Tarih içinde varoluşunu hafızasıyla (içinde barındırdığı medeniyet eserleriyle) devam ettiren şehirlerimiz, bugün kendini bile tanıyamaz, hatırlayamaz hale getirildi. Bu hal şehrin  hafızası ile birlikte giderek tüm fonksiyonlarını kaybettiği bir alzheimer halidir.
 
Son yıllarda bu hafızasızlaştırma operasyonlarında en fazla pay sahibi bulunan TOKİ’ye (Tabii ki Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na)  yıllardır yöneltilen eleştiriler maalesef hiçbir karşılık bulmuyor. Aksine eleştirilerin dozu nisbetinde şehre karşı hiddet ve şiddeti artıyor, bildiğini okuyor. Şehirlerimize musallat olmuş yaratıklar gibi, şehirleri gecekondulardan temizleme gerekçesiyle mutlak hükümferma olarak kesip biçiyor, karşı çıkanlar da galiba temizliğe karşı çıkan kir tutkunları addediliyor.
 
Bu değerlendirmeleri yapmamıza sebep olan TOKİ, ‘menhiyat ve seyyiatları’nı bir türlü göremiyor. Renk körlüğünden öte bir bünye hastalığı var.
 
Geçtiğimiz günlerde gazetelerde TOKİ’nin, iştirakçisi Emlak Konut’la birlikte verdiği ilânı görünce “TOKİ acaba hidayete mi eriyor, yaptıklarından pişman olup, bir daha yapmamaya azm ü cezm ü kast edip tövbe mi ediyor?" demekten kendimi alamadım. Kültürümüzde “tövbe ve istiğfar, varlığı idrak için önemli bir muhasebe ve dönüşüm sebebidir.” Söz konusu ilân adeta yeni bir fetih çağrısı gibi; “7 iklim 7 bölge. Gelenekten Geleceğe Ulusal Mimari Proje Yarışması” başlığını taşıyordu. TOKİ, gazetelere verdiği ilanda; mimarlık 4. Sınıf öğrencileri arasında Ulusal Mimari Proje Yarışması açıyor ve gerekçesini “Mimari mirasımızı yeniden canlandırmak ve günümüz teknolojisini gelenekten ilham alarak geleceğe taşımak için iştirakçisiyle birlikte mimari proje yarışması düzenliyor. Her bölgenin kendi yerel özellikleri ve iklimine göre, 7 farklı bölgenin tasarımlarını içeren yarışmada; para ödülünün yanı sıra kazanan eserler kendi bölgelerinde hayata geçirilebilecektir” şeklinde açıklıyor.
   
Ülkemizin kitaplara sağmayacak tarih, medeniyet, şehir ve mimarî birikimine rağmen, bunları görme ve anlama idrakini kaybetmiş devletin ‘ideolojik aygıtı’ TOKİ’nin, Çevre ve Şehircilik Bakanlığıyla birlikte son 12 yılda şehirlerimizi nereye sürüklediği gözler önünde. Şehirlerden ilçelere hatta köylere kadar kurduğu toplu sitelerle (toplu tabutluklar) ülkemizi “kentsel dönüşüm bataklığı”na çeviren TOKİ gerçek bir “ideolojik aygıt”. Çünkü bu bir düşünce biçimi, bir zihniyet. Neye inanıyor, ne düşünüyorsa, neyi anlayamıyor ve reddediyorsa ona uygun mekânlar inşa ediyor. Tıpkı erken Cumhuriyet döneminde olduğu gibi yeni nesil ve gelecek nesillere tarihi hatırlatacak ne varsa tamamını şehirlerimizden kazıyıp atan zihniyetin adeta bir devamı.
 
Erken Cumhuriyet’in şehir katliamları, 1950’li yıllarda Menderes döneminde “şehir imarı” gerekçesiyle yıkımları ve son 12 yılda da “şehirleri gecekondulardan temizlemek” ve “yaşam alanları oluşturmak” gerekçesiyle kutsal bir evrâd ve ezkâr gibi dudaklardan eksik olmayan kentsel dönüşüm uygulamaları şehirlerimizi mahvetti, mahvediyor, katlediyor. Şehirlerimizin tarihî genetikleri üzerinde ıslah ve yeniden inşa için yakalanmış olan bu müthiş imkân ve fırsat heba ediliyor, yok ediliyor.
 
Yıllar önce önemli bir Osmanlı tarihçisi bilim adamıyla şehirlere dair konuşurken Anadolu’nun iki şehrine ait şöyle demişti: “…..bu iki şehire seçilen Belediye Başkanları hangi partili olursa olsun şehirlerine ihanet etmemişler, onu korumuşlardır.” Mesele de bu. Bugün ise siyasî zihniyeti ne olursa olsun bütün şehir yöneticilerinin tek hedefi; şehirlerini yaşanamaz hale getirmek!
 
Üstüste yığılmış iskeletler, kemikler ve kafataslarından oluşmuş yığınları önünde mağrurca poz veren bir kahraman gibi, diktiği bloklarıyla öğünen TOKİ’nin illüzyonu altında şehirlerimiz mahvoluyor. 
 
Bu konuda ısrarla ve şiddetle yazdığım yazıların bazılarının sadece başlıkları bile “kaybedilen idrak ve olmayan şehir ve medeniyet tasavvuru”nun ne olduğuna vurgu yapar mahiyettedir. İşte bazı yazı başlıklarım: "Organsız Bedenler veya Mekansız Şehirler", "Şehirden Medeniyet", "Medeniyetten Şehir Çıkaramamak", "TOKİ Nekropolleri ve DNA Korsanları", "Şehir Vehhabileri Şehir ve Medeniyet Katliamında", "Yeni Bir Şehir Virüsü: Akıllı Bina", "Bir mekâna Varmışam ki Ol Benim Yurdum Degül!", "Kentsel Dönüşümün Kemirdiği Şehirlerimiz", "Kentsel Dönüşümün Mahsulü Siteler ve Ayrıştırılmış Toplum!", "Bıraktığımız Şehir Ortada Yok", "Şehir “Marka Değer”iyle Pazara Düştü", "TOKİ’nin Şehir ve Medeniyet İdraki Var mı?", "TOKİ’nin Yapmaya Muktedirken Yapamadıkları", vs. vs..
 
TOKİ için “devletin ideolojik aygıtı” dedik. Doğru. Çünkü TOKİ’nin ürettiği toplu konutlar, kentsel dönüşüm projeleri bir “zihniyet”in tezahürü, tarih ve medeniyet idraki olmayan bir zihniyet mahsulüdür.
 
Bunca talan, yıkım ve katliamdan sonra “gelenekten geleceğe 7 iklim 7 bölge” aklına gelmişse “buna da şükür” mü diyelim. Yoksa bu teşebbüs de kendisine yöneltilen yoğun eleştirilere, elektriklenmelere karşı bir topraklama mı?
 
Belki mimarlık öğrencileri heyecan duyar, çaba gösterir gerekçesiyle TOKİ’nin bu teşebbüsünü tebessümle karşılayıp iyi niyetle bakalım. Ama "yarışmada kazanan eserler kendi bölgelerinde hayata geçirilebilecek” diyen TOKİ gene yanlış kapı çalıyor. “Bize bir değil bin Cansever lâzım” diyen Başbakan’ın mesajını anlamayan, duymayan TOKİ hâlâ Turgut Cansever’i göremiyor! Öyle anlaşılıyor ki Cansever, sadece hamasî bir konuşma figüründen ibaret.
 
Ne yazık ki şehirlerimiz; inşa, ihya, koruma ve sürdürmekle mükellef “Siyasîlere, TOKİ ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na, Belediye Başkanları’na, Mimar Odaları’na, Müteahhitlere bırakılamayacak kadar özel öneme sahiptir.” Peki, kime emanet edilecek? Emanete ehil, liyakat sahibi şehir hassasiyeti taşıyan, tarih, coğrafya, kültür, medeniyet damarları kurumamış dertlilere! Onlar da adeta ‘kendi kendine konuşan meczup ve münzevi”ler gibi karşılık bulamadığına göre, demek ki şehir yıkımları devam edecek.
 
TOKİ, söz konusu “7 iklim 7 bölge. Gelenekten Geleceğe Ulusal Mimari Proje Yarışması”yla zevahiri kurtarma derdinde. Herhalde bir akl-ı evvelin tavsiyesiyle bu ilânları hazırlayıp  yanıltıcı bir ekran koruyucu olarak kullanma derdinde. Bu, yaptığı kötülükleri örtme çabası mıdır, bilemiyoruz!
 
Bildiğimiz; TOKİ’nin asla bir şehir ve medeniyet idraki bulunmadığıdır. Tarihî şehir stokumuzdan, birikimimizden haberdar olmadığı veya onları yok saydığıdır.
 
TOKİ'nin “gelenekten geleceğe ulusal mimari proje yarışması”ndan önce tarihî şehir ve mimarî geleneğimize ilişkin eserler ve şehirler üzerine kafa yorması gerekir.
 
Yazımızı, her ne kadar TOKİ okumasa ve anlamasa da, rahmetli muhakkik mimar Turgut Cansever’in “Yeni Şehirler” raporundan bir muhasebe ve teklif içeren önemli bir paragrafıyla bitirelim:
 
“Türkiye’de batılılaşma, yani Fransa evi olma yanılgısı ile evler yıkılmış ve yerlerine, belki de muhtemel bir depremde en çok sayıda insanın hayatına mal olacak biçimde ve pahalı olarak apartmanlar inşa edilmiştir. Evi kullanacak kişi ise, spekülatif israf operasyonunu yürüten kesimce, yalnızca para ödeyen ve üzerinden para kazanılan yaratık olarak görülmüştür. Yeni şehirler inşa edilirken, insanın, evlerin, ailenin yaşadığı yer, onları temsil eden bir nesne ve yeni şehri güzelleştiren bir eser olarak tasarlanması ve inşa edilmesi önemli bir sorumluluk olacaktır.”
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder