Yahya Düzenli
Yeni Başbakan Ahmet
Davutoğlu’nun, AK Parti Olağanüstü Kongresinde yaptığı konuşma bugüne kadar
siyasîlerde görülmeyen bir bakış ve derinliğe sahipti. Konuşmasının “Kültür ve Medeniyet Restorasyonu”
başlıklı 7. bölümünde “şehir ve medeniyet idraki”ne dair önemli vurgular
yapıyor ve bu yönde yeni bir zihniyetin ipuçlarını veriyordu. Davutoğlu’nun
manifesto niteliğindeki konuşmasında şehirlerimize vurgu yapması, 12 yıllık AK
Parti iktidarının Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, TOKİ ve yerel yönetimler
eliyle gerçekleştirdiği ‘şehir uygulamaları/ifsatları’ndan sonra şehircilikte kaybedilmiş 12 yıllık zamanı acaba
yeniden kazanabilir miyiz, yönünde bir umut taşıyor.
Ancak…
TOKİ’nin tarihî şehir
mirasımızı göremeyen basiretsiz bakışıyla şehirlerimizi nasıl şahsiyetsiz hale
getirdiği, zevksizlik, idraksizlik ve
medeniyet tasavvurundan yoksunlukla içinden çıkılmaz bir ifsada sürüklediği göz
önüne alındığında Davutoğlu’nun “restorasyon” olarak kodladığı yeniden
yapılanmanın şehircilik kanadının restorasyondan öte bir “operasyon”a
ihtiyaç olduğuna vurgu yapalım.
Davutoğlu’nun
konuşmasının eksenine oturan fakat anlaşılamayan, ancak bugüne kadar
alışılmamış ve kulaklara yabancı gelen bir paragraf, aslında bütün bir kültür,
medeniyet ve şehir davamızı özetler nitelikteydi. Şöyle diyordu Davutoğlu: “Şimdi büyük bir yeni
kültürel uyanışın arifesindeyiz. Bu yeni kültürel uyanış, insanlığın temel
değerler itibarıyla varoluşsal ve epistemolojik problemlerle karşı karşıya
kaldığı bir dönemde bütün insanlığa evrensel bir medeniyet çağrısı yapacak bir
uyanış."
Bu tespitten sonra şehirlerimize ve çehresine dair altını
çizeceğimiz şu sözleri söylüyor:
"Şehirlerimizin
kadîm karakterini muhafaza edeceğiz. Kadim karakterin modernite ile yüzleştiği
yerde yıkıcı olmayan, darbe vurmayan modern mimariyi kabul edeceğiz. Ama kadim
tarihi birikimimize bir tehlike teşkil ettiğinde ona karşı duracağız.
Dikey mimari değil, yatay mimariyi kadim şehirlerimizde egemen kılacağız ve
küreselleşme anlamında da bütün şehirlerimizi, kadimi koruyan modernite
birikimini kullanan küresel şehirler haline getireceğiz.”
Ne yazık ki Türkiye 12
yıllık tek parti iktidarının verdiği avantaj ve istikrara rağmen şehirlerimizin
yeniden imar, inşa ve ihyası için önüne çıkan büyük fırsat ve imkânı kullanamadı,
heba etti. Rahmetli Cansever’in “ufkî ihtisaslaşma ve ufkî yerleşim düzeni” dediği
ve “yüksekliği bir put haline getirmek” olarak
nitelediği ‘şehrin gökdelenleşmesi’nin tahribatlarını önleyecek ve yeni bir
“şehir idraki ve inşası”na yol verecek bir şehircilik politikası… Yeni
Başbakan’ın başlangıç manifestosundan çıkan sonuç, daha doğrusu temennimiz bu…
Davutoğlu’nun
sözleri TOKİ
tabutluklarıyla işgal ve ifsat edilmiş şehirlerimizin ıslahı yönünde acaba bir
işaret fişeği olabilecek midir?
Medeniyetimizin “Eksen
Şehir”lerinden birisi olan İstanbul’un bugün rezidans, AVM, iş merkezleri, TOKİ
tabutlukları ve gökdelenlerin işgalinde hem de kimlik ve muhtevasının ifsat
edildiği, tarihî siluetinin hızla yok edilme sürecine girdiği bir dönemde
Davutoğlu’nun “Hoca” sıfatıyla söyledikleri inşallah “yapacakları”nın teminatı
olur.
Davutoğlu,
konuşmasında kadîm şehrimiz İstanbul’a atıf yaparak da;
"…
İstanbul bir semboldür. İnşallah İstanbul önümüzdeki dönemde bir Birleşmiş
Milletler şehri olarak bütün insanlığın uğramadığı zaman kendisini kayıpta
hissedeceği, bütün iktisadi faaliyetlerin orada bir etkisi olmadığı zaman
kendisini kayıpta hissedeceği büyük bir dünya şehri olacak. Her bir
şehrimiz bu büyük dönüşümden istifade edecek" şeklinde konuştu.
Davutoğlu’nun bu üç
paragrafı ve konuşmasının 11 yerinde iddialı “medeniyet” vurguları yapmasını,
tarihî birikime sahip mütebahhir bir akademisyenin fantezileri değil, Türk dış
politikasına yeni bir istikamet veren uygulamacı bir siyaset adamı kimliğiyle,
şimdi de Başbakan olarak, irade kullanacağını ve reel-politik bir zemine
oturtacağını ümit ediyoruz.
“Şehir idrak, inşa
ve ihyası” konusunda ontolojik bir bakış açısına sahip olduğunu bildiğimiz
Davutoğlu’nun rahmetli muhakkik-mimar Turgut Cansever’le birlikte birçok
çalışmanın içerisinde bulunduğunu hatırlıyoruz. Cansever’in şehir idrak ve
tasarımını anlayabilen ender bilim adamı ve siyasetçilerden birisi olduğunu
müşahade ettiğimiz Davutoğlu’nun 2003 yılında BİSAV’ın İstanbul’da
gerçekleştirdiği “ Şehir ve Medeniyet Sempozyumu”nda Fetih ve Medeniyet başlıklı
tebliği şehircilikte başlı başına bir manifesto niteliğindedir. Bu
sempozyumdaki konuşmasından birkaç paragrafı hatırlayalım:
“Bazı
şehirler vardır ki, medeniyetlerin iniş çıkışlarına göre yeniden şekillenir,
dönüşür ve dönüştürürler. Yani bunlar, başlangıçları itibariyle bir medeniyete,
gelişmesi itibariyle bir başka medeniyete ait görebileceğimiz şehirlerdir;
aktiftirler, öznedirler, hem dönüşürler hem de dönüştürürler. Sadece birileri
tarafından belirlenmezler. Şekillendikten sonra, kendileri belirlemeye
başlarlar. Kudüs, Şam ve İstanbul bu tür şehirlerdendir…
… İkinci
olarak da Medine’den hareket eden ruh, değişik serüvenler yaşayarak Şam’da,
Kudüs’te, Kahire’de, Kurtuba’da, Bağdat’ta, Buhara’da varlık buldu ve daha
sonra da İstanbul’a taşındı.
·
Bir
tarafta şekil ve formun zirvesi Roma,
diğer tarafta manevi derinliğin zirvesi Medine.
·
Bir tarafta,
görkemi ve insanı ezen bir ihtişamı temsil eden Roma; diğer tarafta tevazu ve
bütünleşen bir ihtişamı temsil eden bir dünya.
·
Bir tarafta
hırsı temsil eden Roma; diğer tarafta, dinginliği ve iç huzuru temsil eden
Medine.
·
Bir tarafta,
katı tarihi gerçeklikle realist görünen ve Machiavelli ile o hedefe ulaşan
Roma; diğer tarafta ise, metafizik ve ideali oraya taşıyan Medine..”
İşte bugün bu idrakin
yansıyacağı, rahmetli muhakkik-mimar Turgut Cansever’in şehre dair derinlik, tasavvur ve tasarımının
ortaya çıkacağı şehircilik uygulamalarını bekliyoruz. Artık siyasî iradenin
merkezi konumundaki Davutoğlu’ndan öncelikle bu yönde başlatacağı bir büyük
dönüşümün önünü açmasını bekliyoruz.
Bu dönüşüm, asla
şehirlerimizi ifsat ve imha eden, halen de şehirlerimizin üzerinde kasırga gibi
esen “kentsel dönüşüm”ü çağrıştırmamalı!
Gene, Turgut
Cansever’in başkanlığında 2001 yılında oluşturulan “İstanbulluları yeni
şehirlere yerleştirme projesi”nde de yer alan Ahmet Davutoğlu’nun, şehircilikte
yeni bir yol açması için idraki,
imkânı, fırsatı mevcut. Olmayan tek şey: “Şehir ve medeniyet idraki”ne sahip bir
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve TOKİ yönetimi.
Davutoğlu’nun ilk
operasyonu Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile TOKİ’den başlamalı. Yapılması gereken, acilen Bakanlık, yerel yönetimler
ve TOKİ’nin ıslah ve iflâhı. Çünkü Üstad Necip Fazıl’ın
deyimiyle “her şeyi o kadar berbat
ettiler ki büsbütün berhava etmeden toplama imkânı kalmadı.” Islahı mümkün olmayanların derhal işlevlerine
son verilerek kapatılmalıdır.
Her şeyden önce
Davutoğlu’nun “şehir ve medeniyet dili”ni anlamaları ve uyum sağlamaları için
haylice idrak gerekecek!
Yeni Başbakan’ın işi
zor. Öncelikle şehircilikte bir “zihniyet değişimi”nin önünü açacak kadroları
oluşturmak bu “kaht-ı rical”de pek mümkün görünmüyor. Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı bürokrasisinin, Belediye Başkanları’nın öncelikle “şehircilik, mimari
ve estetik terbiyesi”nden geçmeleri ‘buzdağlarını nefesle eritmek’ kadar zor
bir uğraş. Diğer taraftan dev gökdelenler, AVM’ler, rezidanslarla işgal edilmiş
şehirler, müteahhitlerin sınır tanımaz, tatmin olmaz iştahları, “rantsal dönüşüm”e dönen “kentsel dönüşüm
baronları”nın ‘emlâk de emval de bizden
sorulur’ külhanbeylikleriyle de mücadele etmek farz-ı ayn derecesinde bir
önceliktir.
Davutoğlu’nun söz konusu
tebliğinin sonundaki muhatabına mes’uliyet yükleyen cümleleri de oldukça önemli:
“Eğer önümüzdeki dönemde bir medeniyet
açılımı söz konusu olacaksa, bu kesinlikle, kadimi kuşatan bir bilince sahip
olan medeniyetler tarafından gerçekleştirilecektir. Böylesi bir açılımın,
“kadim” ve “derinlik” kavramlarını içermeyen bir kültüre sahip Batı tarafından
gerçekleştirilmesi çok zor. Bu tarz bir açılımın söz konusu olabilmesi için de,
fetihte sağlandığı gibi, bir ruhun bir mekânla buluşması gerekiyor. O
buluşmanın gerçekleşebileceği tek dünya bizim dünyamızdır. Bu tarihi derinliği
tekrar keşfeder ve coğrafi derinliği bu anlamda kendimize eklemlersek bizim
eksenimizde yepyeni şehirler oluşur ve o şehirleri özne haline getirebiliriz.”
Davutoğlu’nun geleceğe
ilişkin bu perspektifi, Turgut
Cansever’in kendisiyle yapılan bir söyleşide verdiği cevabı çağrıştırıyor: “..Yeni yönelişleri ortaya koyabilecek tek
ülke Türkiye’dir, başka ülkelerin şansı çok az… Ne Çin meseleleri çözebilir
gibi gözüküyordu, ki çözemediği ortaya çıktı, ne Rusya, ne Amerika, ne de Batı
Avrupa... Türkiye, insanlığın konut çözümüne örnek teşkil edecek adımlar
atabilir. Ama önünde ordularla şeytanlar var.”
Türkiye’nin şehir ve
mimarî birikimi ve tecrübesini idrak etmiş ve bunu modern zamanlara
taşıyabilecek bir irfana sahip olduğunu düşündüğümüz Davutoğlu’nun, Cansever’in
işaret ettiği atacağı adımları
engelleyecek ordularla şeytanlara karşı mücadele iradesi de vardır diye
düşünüyoruz.
Dava ve dert sahibi
olanların gereken yerde gerekeni yapmak
gibi bir mecburiyetleri vardır.
Kanuni’den beri
kaybederek gelen, Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet’le birlikte “kendini
inkâr” şahsiyetsizliğine yakalanan bir ülke ve toplumun yeniden ayağa kalkması için (Üstad’ın deyimiyle) “zaman o kadar geç ki, erken sayabiliriz!”
Davutoğlu’nun kongre
konuşmasından önemli bir iddiayla/alıntıyla bitirelim:
“Necip Fazıl üstad ne güzel demiş: Yol onun, varlık
onun, gerisi hep angarya. Yüz üstü çok süründün, ayağa kalk Sakarya. Şimdi
bizim görevimiz ayağa kalkmaktır, elhamdülillah kalktık ve bir daha ayağa
kalkan bu milleti bir adım geriye kimse götüremeyecektir. Biz bu idealler için
ayağa kalkacağız ki, biz bu idealleri dizimiz titremeden savunacağız ki bizden
sonraki nesiller yürüsünler, onlar yürüyecekler ki ondan sonrakiler hedefe
koşsunlar, menzile koşsunlar.
Hedef nedir? Hedef, çıkarıldığı şehirden insanlık
adına, adalet, özgürlük adına, eşitlik adına yürüyen bir ulu Peygamber’in
Medine’sidir.”
Bakalım bu hedef, “büyük
hayal” gerçeğe dönüşebilecek mi?
İddia büyük!
Sorumluluk ve yük de büyük!
Bu
iddialardan sonra şehircilikte yeni bir “idrak, inşa ve ihya” hamlesi
bekliyoruz!
Ne diyordu Üstad Necip
Fazıl: “Hasret vuslatın yarısıdır.
İste ki olsun!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder