16 Eylül 2014 Salı

“YÜREĞİ KOPARILMIŞ ŞEHİR”

Yahya Düzenli

Başlık, geçtiğimiz yüzyılın önemli edebiyatçılarından Stefan Zweig'e ait. Gezip gördüğü yerleri “İnsanlar, Kentler, Kitaplar” alt başlığıyla anlattığı “Buluşmalar” kitabında Belçika’nın,  I. Dünya Savaşı'nda tahrip olmuş Ypern şehrine “geçmişi hüzünlü” der ve Ypern’i “yüreği koparılmış kent” şeklinde tanımlar.

Zweig’in yüreği koparılmış şehrini daha iyi anlamak için parantez açıp birkaç soru soralım:

Bir şehrin yüreği olur mu?
Bir şehrin yüreği neresidir?
Yüreksiz şehir nasıl olur?

Yürek, eski Türkçe’de “kalp” demek. Kelime olarak bile derin bir etkiye, ihtizaza sahip. Yürekli insan ne ise, yürekli şehir de o. Aynı şekilde yüreği koparılmış insan ne ise yüreği koparılmış şehir de o.

Yürek ruhun, imanın, vicdanın, aşkın, şuurun, kemalin…. İnsana dair her şeyin irade ve karar mahalli, merkezi. 

Ehl-i tahkike göre yürek “bütün kuvvetlerin, hislerin mebdei” denilen organ. Sadece kan dolaşımını sağlayan  et parçası değil. Ruhun dolaşımının da merkezi. Ehl-i marifet “bedendeki kalbin misali, havadaki kandilin misali gibidir. Kalpte bulunan dille ifade edilir” der.  Şehir de bu yürekliliğin dile gelişidir.

Şehirler, içinde barındırdıkları, kendisine ruh üfüren mekânlarla öne çıkarlar, bir diğerinden ayrılırlar. Bakın Mekke’ye, Medine’ye, Kudüs’e, Bağdat’a, Şam’a, Kurtuba’ya, Buhara’ya, Semerkand’a; İstanbul’a, Konya’ya, Amasya’ya, Trabzon’a ve daha birçok kadim şehre… Onların yüreğini göreceksiniz. Yürekleri sizi kendine çekecek.

Kadîm şehirlerimizde şehrin yüreği niteliğinde mekânlar vardı. Onlar şehrin ruh dolaşımını sağlarlardı. Şehir onlarla hayat bulurdu.

Her biri döneminin kemale ulaşmış mimarî üslubunu yansıtan eserlerden Peygamber makamları, velîler ve âriflerin kabirleri şehre “öte”lerden ruh üfleyen tarihî mekânlardı. Ayrıca camiler, medreseler, kervansaraylar, çarşılar, bedestenler, saraylar; ilim, kültür ve sanat eserleri şehrin yüreğinden taşan parçalardı. Şehre bu mekânlardan bakılır, şehir bu mekânlardan ses verir. Çünkü, şehre can veren bu yapıların maddî varlık ve tasavvurdan öte, mekân olmayı aşan bir manası vardır. Bu mekânlar, temsil ve ihtar ettikleri manalarla insana fena içinde bekâyı hatırlatırlar.

Ölümü hatırlatan her şeyi hayatın dışına çıkaran modern zaman şehirlerinde, her ölümde ‘şok’ yaşanmasına rağmen; hayatla ölümün iç içe olduğu gerçeğini her an hissettirip ‘öte’ye yol gösteren bir mekan olarak sergilenen mezarlıklar da, tezyin edilmiş bir dekor şekline büründürülerek fonksiyon kaybına uğratılmış; bu fonksiyonları onlardan çalınmıştır. 

Modern dünyanın şehirlerinde maalesef yürek yok. Yürek yerine aynı fabrikadan çıkmışçasına ortalığa saçılmış AVM’ler, rezidans’lar, iş kuleleri, gökdelenler, güvenlikli siteler var. Beton nekropollere dönüşen şehirlerin yüreği olmaz! Çünkü makineleşmeye bağlı, fabrikasyon üretimi hazır beton nekropollerine dönüşen şehirlerde yüreğe ve ruhaniliğe yer olmaz.

Üstad Necip Fazıl’ın;
“Nur yolunu tıkıyor yüzbir katlı gökdelen.
Bir küçük iğne yok mu, şehrin kalbini delen?”
dediği hal bu olsa gerek.
 
Antik nekropoller, “yüreği koparılmış şehirden geriye kalan benim” dercesine adeta modern zaman şehirlerinde dile geliyor ama dinleyen, anlayan yok. Herhalde günümüzün yüreksiz şehirleri de geleceğe şöyle seslenecek: “Yüreği koparılmış şehrin akıbeti işte benim yaşadığım bu haldir!”

Gene de anlaşılamayacak, anlayamayacağız; çünkü şehrin yüreği kopunca, insanın da yüreği koptu. Bu kopuşla birlikte tarihten, coğrafyadan ve şehirlerimizden de koptuk.

Bu kopuştan sonra geçmişin o yürekli şehirlerinden geriye bize ne kaldıysa, onu da modern zamanların donuk ve ruhsuz müze malzemeleri haline getirerek metalaştırdık.

Şimdi soralım: Hangi şehrimizin ruhu kaldı ki yüreği olsun?

Bu cümle –yüreği koparılmış şehir- artık “şehir olmayan” şehirlerimizin halini ve akıbetini anlatmada başka bir cümleye ihtiyaç hissettirmeyecek derinlikte, şehirlerimizin trajedisini ifade eden muhteşem bir cümle. Cümlenin korkunçluğu çağrışımından geliyor. Yürek atışlarının durması değil, yüreğin koparılmasıdır trajik olan.

Tekrar Zweig’e dönecek olursak…

Zweig, “Yüreksiz Kent” olarak nitelediği Ypern’e doğru yol alırken gördüklerini şöyle resmediyor: “Hızla yola devam ediyorum, Ypern’e doğru. Yolun sağında-solunda biçilmeyi bekleyen buğday tarlaları. Hissediyor insan, doğada her şey ölülerden yaşıyor. Hasta ormanlar da görüyorum, yaprakları hasta, zehirden sarımsı, dallarını yardım çığlığı atar gibi gençlere uzatıyorlar. Sağda solda ikide bir mezarlıklar uzanıyor. Dört yıllık savaş burada hâlâ yakın. Putlar, putlar, putlar, taş putlardan ordular, tertemiz, pırıl pırıl, güllerle süslü her taşın altında bir insanın yattığını düşünmek ürpertici. O yılların çılgınlığı olmasaydı bugün kırk-elli yaşında olacak, yaşamın ortasında yetişkin, sağlıklı ve dinç duracaklardı. Kafasında böyle düşünceler olmasaydı, bomboş topraklarda uzanan, Avustralya, Kanada, Belçika, Fransa ve İngiltere insanlarının taştan ölüler ormancığı hoşa bile gidebilirdi.”

Tekrar soralım: Yüreği koparılmış şehir nasıl bir yerdir? Veya şehrin yüreksiz kalması nasıl bir şeydir?

Kadavraya ‘insan’ denilebiliyorsa kalbi sökülmüş bir şehre de “şehir” denilebilir.
Şehrin yüreksiz olmasının belirtisi nedir?

Ypern’in merkezinde her şey eskisi gibi durmasına rağmen büyük kent toplantı salonu yoktur. (Zweig’in benzetmesiyle) “kent evlerinin bir zamanlar tavuğun yanından ayrılmayan civcivler gibi çevresini sardığı yapı” yok edilmişti. Yâni şehrin kalbi sökülmüştü. Şehre can veren, şehrin sembolü olan yapının yerinde “hastalıklı dişleri andıran birkaç kara ve kırık taş sütun” duruyordu.

Yaşadığınız şehre uzaktan bir bakın. Zweig’ın “taştan ölüler ormancığı” dediği bir beton ormanından farkını görebilecek misiniz? Veya toplu mezarlıklardan bir farkı var mı?

Sun’i yüreklerle şehirler yaşayamıyor. Hızla ölüme doğru koşuyor.

Biz de yüreksiz şehirlerde kitleler halinde ölümü bekleyen cüzzamlılar gibi mazoşist bir zevk ile kıvranarak vademizin dolmasını bekliyoruz.
  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder