Yahya Düzenli
duzenliyahya@gmail.com
Tartışmaların sıkça bağlamından koptuğu, kopunca da
“neyin niçin tartışıldığı” anlaşılamayan tuhaf bir siyasî gündemimiz var.
Türkiye gibi yağmurun yağışında bile siyasî bir sebep arayan siyasetçi ve medya
yorumcularının mebzûl miktarda bulunduğu bir ülkede neyi tartışırsanız
tartışın, tartışılan şeyden uzaklaşıyor, sonuçta anlamsız bir finalle “neyi
niçin taştıştığınız”ın hesabını veremiyorsunuz. Belki de bütün bu tartışmalar,
tartışılan konuları anlamsızlaştırmak içindir, kim bilir?
Böyle bir genellemeyi niçin yaptık?
Son haftaların en popüler konusu haline gelen Ak
Saray veya nâm-ı diğer Cumhurbaşkanlığı Sarayı tartışmalarına baktığımızda körün fil tarifine benzer bir tartışma
zemini görüyoruz. Kim hangi yanıyla ele alıyorsa, peşin hükmüne uygun bir
sonuca varıyor.
Önce İktidar partisinin adına izafeten “Ak Saray”,
bugünlerde ise “Cumhurbaşkanlığı Sarayı” olarak adlandırılan yapının, resmî
söylemlerde “Cumhurbaşkanlığı”, siyasî söylemlerde ise “Ak Saray” şeklinde
yerleşeceği anlaşılıyor. Halen üzerinde yoğun spekülâsyonların yapıldığı
Saray’ın gerekli olup olmadığından maliyetine; inşa edildiği Atatürk Orman
Çiftliği arazisinin statüsünden mimarîsine kadar birçok yorum yapıldı,
yapılıyor. İsminden yola çıkılarak yorumlar daha da çeşitlendirilip
çeşnilendirilerek ABD Beyaz Sarayı’yla, Timur’un Semerkand’daki Ak Saray’ıyla
ilişkilendirilmiştir.
İşin bu tarafı bir toz bulutu yoğunlaşması gibi
önümüzü görmemizi engelleyeceğinden, daha anlaşılır kılınmasına yardımcı olmak
için konuyu tarihî bağlamda ele almayı
daha yararlı görüyorum. Ki, asıl değinilmesi gereken husus da budur.
Osmanlı’nın ihtişam devri olan XV. Yüzyılda (1478) Fatih Sultan Mehmed
tarafından yaptırılan Topkapı ve XIX. Yüzyılda (1856) Sultan Abdulmecit
tarafından yaptırılan Dolmabahçe sarayları üzerinden bir okumanın uygun
olacağını düşünüyoruz. Semboller üzerinden bir okumanın bazı zihniyet kodlarını
ele vereceğini biliyoruz.
Çünkü Topkapı şahsiyet ve yükselme devrinin,
Dolmabahçe çözülme ve yabancılaşma devrinin ürünü olup, dönemlerinin devlet
idaresi “konsept”lerinin mekâna yansıması olarak inşa edilmiştir.
Necip Fazıl’ın “içine kapanık, sağır, derinliğine manalı ve en asîl vakar çizgileriyle
mühürlü şahsiyet âbidesi” dediği Topkapı Sarayı’na mukabil Dolmabahçe; “inhitat
tarihimizin İstanbul ve şehir kadrosunda en parlak tezahürüdür. Kışır üstü
Avrupalılaşma fekaletinin ilk eseri..” olarak halen fiziki varlığıyla
İstanbul’un antik eşya stokunda bulunuyor.
Peki XXI. Yüzyılın Türkiye’sinde, 2023 hedeflerinden
bahseden Ak Parti’nin Yeni Türkiye’sinin ilk ve en önemli sembollerinden
olan Ak Saray neyi temsil etmekte, hangi mesajı vermektedir? Veya gerçekten bu
mekân üzerinden bir mesaj verilmek istenmekte midir?
Kimi ağızlarca burasının devletin prestijini,
itibarını artırıcı bir mekân olarak yapıldığının söylenmesi, hâlâ “Dolmabahçe
dönemi” kompleksleriyle malûl bir bilinçaltının kendisini eklektik bir kamu
binasıyla ortaya koyma çabası mıdır?
Öyle anlaşılıyor ki, uzun süredir düşük yoğunluklu
olarak zaman zaman gündeme gelen Başkanlık Sistemi tartışmaları
önümüzdeki dönemde de sürecek ve yapılan Ak Saray’ın Yeni Türkiye’nin
Başkanlık Sarayı olarak hazırlandığı söylenecektir.
Ancak, şehir ve mimarîde dudak tiryakiliğini
aşamamış Osmanlı ve Selçuklu
söylemlerini sık sık müşahede ettiğimiz iktidarın, ne yazık ki Yeni Türkiye’nin
sembol kamu binasında mimarîde tarihsel sürekliliği devam ettirici bir
üslûba, muhtevaya ve bakış açısına sahip olmadığı anlaşılıyor. Eğer olsaydı, 12
yıllık tek parti iktidarının imkân ve fırsatları TOKİ eliyle heder edilmez ve
Türkiye yeni yüzyılda şehir ve mimarîde örnek bir model ortaya
koyabilirdi. Bu konuda samimi ve şuurlu bir niyetin olmadığının bir karinesi
rahmetli muhakkik mimar Turgut Cansever’in ortaya koyduğu mimarî eserler,
yapılar ve kitapları maalesef göz ardı edilmiş, bu büyük hazineden
yararlanılmamış olmasıdır.
Söylemlerinde –vurgulu
biçiminde- sürekli tarih ve coğrafyanın yüklediği sorumluluklara
gönderme yapan, tarihî mimarîden söz eden iktidarın, mimarî tasarım olarak Ak
Saray konusunda tarihî sürekliliğini ima eden bir çizgi izlediği söylenebilir
mi? Hayır! Çünkü ne bu yönde bir hazırlığı, ne de kendi tarihî şehir
birikiminin genetiği üzerinde kafa yoran kadroları var.
Biraz geriye gidelim…
Tanzimatla başlayan tarihî kırılma ve yabancılaşma
şehir ve mimarîde Batının barok ve rokoko üslubuyla kendini gösteriyordu.
Osmanlı’nın son döneminde arabesk bir biçimde kopyalanan (batının bile
içselleştirmediği) bu tarz, Cumhuriyetin erken dönemlerinde batılı mimarların
İstanbul ve Ankara’yı adeta bir mimarî lâboratuvar olarak kullanmalarıyla
birlikte yerini başka arayışlara, daha doğrusu eklektik kopyalamaya bıraktı.
Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti, yeni bir şehir ve
mimari felsefesi ortaya koyamadı. İlginçtir ki; bugünküne benzer şekilde, Erken
cumhuriyet döneminde de Yeni Türkiye söyleminin sık sık kullanıldığını
görüyoruz.
Ak Saray vesilesiyle söyleyelim ki, özellikle kamu
binaları konusunda tarihî şehir ve mimarî birikimimize rağmen bu birikimi
irdeleyen, araştıran, yeni üslup geliştiren bir arayış göremiyoruz. Halbuki
sadece son dönemde Turgut Cansever’in teklif ve uyarıları bile Yeni Türkiye’nin
sembol kamu binalarında bir başlangıç olabilirdi. Ancak sağlığındaki
görmezlik tavrı, vefatından sonra da eserlerini görmezlik olarak devam
etti/ediyor.
Bu vahim görememe zaafını Ak Parti adına bir
talihsizlik olarak not etmek gerekiyor.
Yeni Türkiye vurgularına rağmen, Ak Saray yeni bir
mimari üsluba sahip değildir. Bu toprakların tarihinden gelen bir aşıyı
göremediğimiz için bir Osmanlı tarzı değildir, bir Selçuklu tarzı da yoktur.
Dolayısıyla bu yapı da her ne kadar nesne olarak yeni olsa da fikir olarak
muhtevasız, mimarîde üslupsuz Türkiye’nin yansıması, söylemden öteye
geçmeyen bir iddia, özetle büyük bir heyuladır.
Ak Saray’ın Selçuklu "saraylarıyla"
mukayese edilmesi ve onlara benzetilmesi bir garabettir. Geç dönem bir kamu
binası, tarihte mukayese edilecek “örneği bulunmayan” Selçuklu Sarayı’na
benzetilmesi “ancak tahsil ile olur bu
kadar cehalet” türünden bir tarihe yabancılıktır.
Selçuklu'da saray diye bir mekânın olmadığını gerek
Selçuklu kronikleri gerekse de Selçuklu’yu konu edinen kültür tarihçileri ifade
etmektedirler. Bunun temel sebebi; Asya steplerinden kitleler halinde kopup
gelen Türk toplulukları ilk defa yerleşik düzene geçtikleri bir dönemde saray
diye bir kamu binasına ihtiyaç duymamışlardır. Selçuklu’da saraylar değil,
kervansaraylar öne çıkmaktadır ve kervansaraylar da devlet işlerinin görüldüğü,
yabancı heyetlerin ağırlandığı, hakan veya padişahlara mahsus kamu binaları
değil, adından da anlaşılacağı üzere yolcuların konaklamaları için yol
güzergâhlarında inşa edilmiş sosyal kurumlardır.
Tarihî gerçeklik ortaya koyuyor ki; büyük göç
dalgalarının yaşandığı, Moğol ve Haçlı baskılarının yoğun olduğu bir dönemde
şehirleşmeden ne kadar bahsedilebilirse saraylardan da o kadar bahsedilebilir.
Ak Saray’ı Selçuklu tarzı diye pazarlayanların “Selçuklu tarzı”ndan
anladıkları; Günümüze kadar gelebilmiş Selçuklu yapılarındaki (kümbet, mescit,
kervansaray, vs.) bazı geometrik motiflerin eklektik-arabesk yapılara
yapıştırılması olsa gerektir.
Her ne kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan tarihi mimarî
geleneğinin bir uzantısı olarak inşa ettirmeyi amaçlasa da, projenin
devâsalığına ve şaşaasına rağmen iddialı 2023 Türkiye’sine dair bir
mimarî anlayışı ortaya konulamamış, eklektik bir yapı ortaya çıkmıştır.
Şehir mekânlarının mimarî mukayeseleri mimarlık
tarihinde önemli bir konudur. Gündeme hiç getirilmedi ama Ak Saray
(Cumhurbaşkanlığı sarayı) ın bugün Ankara Ulus’ta bulunan Kurtuluş Savaşı
Müzesi (Birinci TBMM binası)’nın büyük ölçekli bir kopyası olduğunu
düşünüyorum. Önce 1915 yılında Enver Paşa’nın emriyle İttihat ve Terakki
Fırkası’nın Ankara merkez binası olarak temelleri atılan, daha sonra ilk
TBMM binasına dönüştürülen yapı ile Ak Saray’ı mukayese ettiğimizde,
tarz olarak ilk TBMM’nin büyük ölçekli bir kopyası olduğunu söylemek çok da
abartılı olmaz sanıyorum. Ak Saray’ı tasarlayan mimar/mimarlar böyle bir
benzetme veya ilhamdan yola çıkarak mı Ak Saray’ı inşa etmişlerdir,
bilemiyoruz. Ancak dikkatle bakıldığında çatıdan temellere kadar -fizikî
görünümü biraz modernize ederek- böyle bir benzerliği ortaya koymaktadır. Acaba
bu yapı birinci meclis ruhunun sirayet edeceği bir yapı olarak mı
düşünülmüştür?
Bu iki yapıdan yola çıkarak şöyle bir benzerlik
bulabiliriz: Birinci TBMM binası “Birinci
milli mimarlık dönemi üslubu”nun yeni Cumhuriyet Türkiye’sinin ilk
örneklerindendir. Ak Saray da 2023 Türkiye’sinin mimarî üslubunun örneği midir dersiniz? Yukarıda değindiğimiz gibi,
keşke Turgut Cansever’in tarihî mimarînin günümüze yansımalarına ilişkin
uyarılarına kulak verilse ve O’nun gösterdiği istikamette bir saray inşa
edilseydi. Böyle bir yapı, oldukça iddialı “Yeni Türkiye” söylemlerine uygun
düşebilecek bir dönemde, gerçeklik ötesi bir imaj olarak zihinlerde yer
edebilirdi. Ancak Devletin şehir ve mimarî aygıtı TOKİ marifetiyle
gerçekleştirdiği uygulamalar, Yeni Türkiye’nin bir mimarî perspektifi
olmadığının da altını çiziyor.
Ak Saray konusunda öncelikle tartışılması gereken
husus; maliyeti, büyüklüğü veya kaç odalı olduğu değil, tarihsel mimarî
köklerinden beslenen yeni dallar halinde dünü bugüne taşıyan, bugünü yarına
bağlayan bir mimarî vasfının olmamasıdır. Ak Saray, seçildiği yerin isabeti bir
yana, Ankara’daki yüz yıllık mimarî üslupsuzluğun bir devamı
niteliğindedir.
Kamu binaları cesametiyle değil, cemaliyle mesaj
taşırlar ve tarihe mal olurlar.
Tarihî pratiğimizden yola çıkarak bir de şunu
söyleyebiliriz: Saraylar büyüdükçe devlet küçülür, devlet büyüdükçe saraylar
küçülür. Yeni Türkiye’nin Başkanlık Sistemine geçişin leitmotifi olacağı iddia edilen Ak Saray’a bir de bu gözle bakalım…
http://www.aljazeera.com.tr/gorus/bir-mekan-okumasi-olarak-yeni-turkiyenin-ak-sarayi
(El Cezire Türk, Kasım 2014)