10 Kasım 2014 Pazartesi

TOKİ’DEN “YATAY MİMARİ” VE “MAHALLE” MASALLARI…

Geçmiş ola…
Veya “Ba’de harab-ül Basra…”

TOKİ Başkanı geçtiğimiz günlerde "2023'e Doğru TOKİ ve Geleceğin Şehirleri" konulu bir toplantıda yaptığı konuşmada Türkiye'de ciddi manada sağlıklı konut açığı olduğu”nu ve İnsanların artık sadece ev değil yaşam alanları aradığı” ifade ettikten sonra, “Yatay mimariye geçiş yapacağız. Bundan sonraki bütün yapılanmamızı bunun üzerine inşa edeceğiz… Bir yıl sonra yeni projelerimizi sizler de göreceksiniz. Bizim kadim şehirlerimiz nitelikli konutları hakediyor… Mahalle konseptiyle projeler yapacağız…” demiş.

İlk bakışta oldukça iddialı bu lâflara, sokak ağzıyla “helâl olsun!” diyeceğiniz geliyor. Demek ki TOKİ nihayet insanların “sığıntı” değil “yaşam alanları” aradığını fark etti de günahlarından tövbe ediyor diye düşüneceksiniz.

Yahut bu sözleri masum bir itirafname olarak okuyabilirsiniz. Ancak, TOKİ tarihini 12 yıllık siyasî iktidarın çevre ve şehircilik tarihi olarak incelediğinizde, göreceğiniz şey, 'şehirlerimizin toplu konut adına işgal ve ifsadı, kentsel dönüşüm adına da imhası' olacaktır.

Bu sözlere hem tebessüm ediyor, hem de ürperiyoruz.

Çünkü, insanın işlediği suçları itirafta, nedamette bile tavrı, tarzı ve zamanlaması önemli.

TOKİ, uygulamalarına yönelik yoğun eleştiriler karşısında bu tip açıklamaları zaman zaman yapıyor. Bir yıl önce de “Selçuklu evleri yapacağız” şeklinde garip açıklamalar yapmıştı. Bugüne kadar modern zamanlara taşınan bir Selçuklu evi görmedik. TOKİ marifetiyle, hükümetin de “olur” damgasıyla, Selçuklu’dan kalan bazı abidelerdeki geometrik şekilleri insana kasvet veren TOKİ imalatlarına koydunuz mu Selçuklu binası inşa etmiş olunuyor herhalde (!)

Ortada ne Selçuklu’nun evi ne de şehir tasarımı kalmamışken, sırf eleştirilerden sıyrılmak ve iktidarın “şehir söylevleri”ne yeni “çeşniler katmak” için yapılan bu garip açıklamalara şimdi de yukarıdakiler ekleniyor.

Şehir, değer ve medeniyet adına harcanmamış, tüketilmemiş, eskitilmemiş ne varsa pazara süren bir zihniyet bu kez de artık neredeyse kalmamış tarihî şehir mekânlarının isimlerini kavram olarak yalama ediyor, tahrif ediyor. Mahalle, mimari, kadîm şehirlerimiz, vs. vs.

Yaptığı “toplu konut”larla mahalle diye insanî bir yerleşim mekânı bırakmayan TOKİ, dünya şehir tarihine Türk şehir harabeleri” veTOKİ garabetleri” şeklinde önemli materyallerle geçecektir.  Bunlar üzerinde çalışan bilim adamları da herhalde nasıl olup da şehir ve mimarî zenginliği ve derinliği olan bir toplumun böylesine garabetleri üretebildiğine, böylesi kurumlara tahammül edebildiğine hayret edecekler ve işin içinden çıkamayacaklardır.

TOKİ Başkanı söz konusu toplantıda, “Anadolu’nun tarihî kentlerinde de yöresel konut projelerinin yapıldığı”nı söyleyerek “Ürgüp’te yöresel mimariye, doğal çehresine uygun konutlar inşa ediyoruz” diyor.

Meraklılar ve ilgi duyanlar, üst üste dizilen tabutlukları yatay ve geleneksel mimariye uyum şeklinde yan yana dizmenin allanıp pullanmış uygulamasını Ürgüp örneğinde görebilirler.

TOKİ Başkanı’nın bu açıklamaları, tıpkı bir kanser virüsünün metastastan önceki “önlenebilir” bir devrede fark edilebilecek iken, hastalığı önemsememeye benziyor. Birçok ilâcın hasta üzerinde bir kobay gibi denenmesi gibi, TOKİ'nin kurulduğu günden bu tarafa, özellikle de 12 yıldır şehirlerimizi nasıl bir “kobay laboratuvarı”na çevirdiğini dehşetle görüyoruz. Görmekle kalmıyor, bu laboratuvarlardan yayılan şehir atıklarının bütün şehirlerimize yayıldığına da şahit oluyoruz.

Bütün sermayesini boşa harcamış, bir mirasyedi gibi tüketmiş, iflâs etmiş, artık hiç kimsenin yüzüne bakamayacak hale gelmiş bir tüccarın bir süre ortalarda görünmeyip, yeniden güven kazanmak için birden bire ortaya çıkıp vaadlerde bulunması gibi TOKİ’nin bu “yatay mimariye geçiş yapacağız…” ilanına güvenmek ve inanmak da mümkün görünmüyor. Çünkü, elindeki devlet sermayesini çok kötü kullanmış, 81 ilde yaptıklarını “Planlı kentleşme ve konut üretimi seferberliği kapsamında 100 bin nüfuslu 24 adet şehir demektir“ şeklinde sirkatini kahramanlık olarak ilan eden bir kurumdan yeni bir tavır, yeni şahsiyet, yeni bir şehir idraki beklemek boş hayal ve kendimizi oyalamak olur!

Önemli bir yanlış da şurada: Kim akıl verdiyse veya hangi imaj yapıcı bulduysa, yeni bir fikir keşfetmiş gibi, henüz göklerin ifsadına imkân bulamadığı için, yeryüzüne musallat olma amaçlı “yatay mimari” buluşu da yeni ifsatlar için bir yol haritası olsa gerek. Sadece dudak tiryakiliğinin verdiği keyifle, bütün bir şehir konseptini, kendilerinin de ne idüğünü bilmedikleri yatay mimariye yüklemek de, kurbanın son nefesinden önceki canlılık emaresi gibi, son bir hamle ile ani refleks gösterilerinden olsa gerek…

Şehirlerimizde dikey istilâdan sonra şimdi de (eğer kaldı ise) yatay istilanın ayak sesleri geliyor… Yetmedi nitelikli konutlar ve mahalle konsepti… Peki hangi birikim, hangi şehir idraki, hangi medeniyet tasavvuru ve hangi fikrî derinlikle? Yatay veya dikey yapılaşmadan önce metropollerin bugünkü kaosundan nasıl kurtulacağı ve eski mahalle kültürünü nasıl yakalayacak, bugüne nasıl taşıyacak, nasıl bir mahalle kuracak ve birlikte nasıl yaşayacağız?

 TOKİ herhalde kendi mahsulü “nitelikli konutlar”ın toplamından ibaret kuracağı mahalleye uygun insan ve aile tipini de bulup yerleştirecektir. Yâni dememiz o ki; TOKİ icad edeceği bir insan türü“nitelikli konutlar”ına dolduracak ve “yatay mahalle konsepti”ni oluşturacaktır (!)

 Muhtemeldir ki TOKİ Başkanı, Başbakan Davutoğlu’nun Ak Parti Kongresi’nde yaptığı konuşmadaki “yatay mimari” söyleminden ilhamla bu açıklamayı yapmış.

Artık çok geç… Eski harabeler üzerinde yeni bir başlangıç da mümkün değil.

Çok geç çünkü; şehirlerimiz TOKİ zihniyetiyle öylesine ifsat ve imha edildi ki, TOKİ’nin bu zihniyetinden vazgeçip yeni bir zihniyete bürünmesi mümkün değil..

Yeni bir başlangıç da çok zor çünkü; tarih, şehir ve medeniyet idraki bulunmayan, çürümüş, yabancılaşmış, kendi tarihî şehir kültür ve envanterinden habersiz bir kurumun mensuplarından yeni bir şehir idraki, konsepti beklemek körden renk külliyatı, sağırdan şarkı repertuarı istemek kadar abes…

TOKİ, Başkanı’nın ağzından bu “büyük iddiası”nı temellendirmek ve gerçekleştirmek istiyorsa, öncelikle kendisinin bir idrak sterilizasyonu yapmasını, rahmetli muhakkik mimar Turgut Cansever’in şu kitaplarını titizlikle ve pür dikkat okumasını, hazmetmesini tavsiye ediyoruz:

Kubbeyi Yere Koymamak, İslam’da şehir ve Mimari, Osmanlı Şehri, İstanbul’u Anlamak, Ev ve Şehir, Mimar Sinan, Habitat II Konferansı İçin Şehir ve Konut Üzerine Düşünceler, Yeni Şehirler ve Pilot Şehir Uygulaması…

Artık vakit çok geç… Fakat TOKİ bunları zaman-yoğun okuyup eğer idrak edebilirse, ifsat olmuş zihniyetin metastas halini yaşayan şehirlerimizde belki bir umut ışığı belirebilir.

Ey TOKİ !
Ey Çevre ve Şehircilik Bakanlığı!

 ·         Ne müthiş bir imkân ve fırsatı kaçırdığının farkında bile değilsin!
·         Şehir ve mimarî’de de bir tecdîd dönemi açılabilecekken, (Üstad Necip Fazıl’ın deyimiyle) “güneşi ceketinin astarı içinde kaybetmiş” olmanın şuursuzluğunu yaşıyorsun!
·         "Neyi kaybettiği”nin idrakinde olmadığın için “neyi araman gerektiği”ni de bilmiyorsun!
·         Allah’ın lütfettiği 12 yıllık hakim bir siyasi iktidara rağmen maalesef ne ülkesine, ne bölgesine ne de dünyaya tarihî şehir ve mimari birikimini günümüze taşıyan, dinamik, estetik ve yaşanabilir bir şehir modeli ortaya koyamadın!

 Hiçbir ikaz ve tavsiyeye kapı aralamayan TOKİ ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ilgilileri belki Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun “Dünya görüşü itibariyle medeniyete öncülük etme ve onun ruhunu barındırma konumuna ya da iddiasına sahip şehirler” dediği şehirlerin nereler olduğu ve “nasıl”ına ilişkin bir idrak zorlaması yaşarlar!

 Davutoğlu Başbakan Başdanışmanı-Büyükelçi’liği sırasında bir sempozyum’a sunduğu tebliğinde de “Zihniyet parametrelerinin mekâna yansımaları en doğrudan bir şekilde şehir yapılarında tecessüm eder. Şehirler bir anlamda medeniyeti oluşturan zihniyetin tarihi sahneye aksedişidir“ diyor. Başbakan Davutoğlu’nun bu önemli tespitini başta TOKİ ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olmak üzere nasıl idrak edip içselleştirecekleri şüpheli. Bu anlamda Başbakan Davutoğlu’nun işi epey zor. Her şeyden önce “çevre ve şehircilik”te bir zihniyet temizliği gerekiyor. Başbakan’ın en büyük talihsizliği, şehir ve medeniyet temelli “kavramsal dil ve muhtevası”nı anlayacak kadrolardan mahrum olması. Görünen o ki, ortada taşlaşmış bir skolastik şehir zihniyeti var. Davutoğlu kendi şehir tasavvurunu siyasîlere, yerel yöneticilere ve bürokratlara ya kabul ettirecek ve uygulamaya geçirecek, veya şehre dair tasavvurları zihin konforu olarak kalacak.

 Sokağın, caddenin, mahallenin ve şehrin “bizcesi”ni kaybettik… Kaybettiklerimizi anlayabiliyorsak onlara yeniden nasıl sahip olabileceğimizi de anlayabileceğiz.

TOKİ, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile İktidarın Şehircilik Politikalarına dair daha söyleyeceklerimiz var…
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder