27 Kasım 2014 Perşembe

BİR MEKÂN OKUMASI OLARAK “YENİ TÜRKİYE”NİN “AK SARAY”I…

Yahya Düzenli
duzenliyahya@gmail.com

Tartışmaların sıkça bağlamından koptuğu, kopunca da “neyin niçin tartışıldığı” anlaşılamayan tuhaf bir siyasî gündemimiz var. Türkiye gibi yağmurun yağışında bile siyasî bir sebep arayan siyasetçi ve medya yorumcularının mebzûl miktarda bulunduğu bir ülkede neyi tartışırsanız tartışın, tartışılan şeyden uzaklaşıyor, sonuçta anlamsız bir finalle “neyi niçin taştıştığınız”ın hesabını veremiyorsunuz. Belki de bütün bu tartışmalar, tartışılan konuları anlamsızlaştırmak içindir, kim bilir?

Böyle bir genellemeyi niçin yaptık?

Son haftaların en popüler konusu haline gelen Ak Saray veya nâm-ı diğer Cumhurbaşkanlığı Sarayı tartışmalarına baktığımızda körün fil tarifine benzer bir tartışma zemini görüyoruz. Kim hangi yanıyla ele alıyorsa, peşin hükmüne uygun bir sonuca varıyor.

Önce İktidar partisinin adına izafeten “Ak Saray”, bugünlerde ise “Cumhurbaşkanlığı Sarayı” olarak adlandırılan yapının, resmî söylemlerde “Cumhurbaşkanlığı”, siyasî söylemlerde ise “Ak Saray” şeklinde yerleşeceği anlaşılıyor. Halen üzerinde yoğun spekülâsyonların yapıldığı Saray’ın gerekli olup olmadığından maliyetine; inşa edildiği Atatürk Orman Çiftliği arazisinin statüsünden mimarîsine kadar birçok yorum yapıldı, yapılıyor. İsminden yola çıkılarak yorumlar daha da çeşitlendirilip çeşnilendirilerek ABD Beyaz Sarayı’yla, Timur’un Semerkand’daki Ak Saray’ıyla ilişkilendirilmiştir.

İşin bu tarafı bir toz bulutu yoğunlaşması gibi önümüzü görmemizi engelleyeceğinden, daha anlaşılır kılınmasına yardımcı olmak için konuyu  tarihî bağlamda ele almayı daha yararlı görüyorum. Ki, asıl değinilmesi gereken husus da budur. Osmanlı’nın ihtişam devri olan XV. Yüzyılda (1478) Fatih Sultan Mehmed tarafından yaptırılan Topkapı ve XIX. Yüzyılda (1856) Sultan Abdulmecit tarafından yaptırılan Dolmabahçe sarayları üzerinden bir okumanın uygun olacağını düşünüyoruz. Semboller üzerinden bir okumanın bazı zihniyet kodlarını ele vereceğini biliyoruz.

Çünkü Topkapı şahsiyet ve yükselme devrinin, Dolmabahçe çözülme ve yabancılaşma devrinin ürünü olup, dönemlerinin devlet idaresi “konsept”lerinin mekâna yansıması olarak inşa edilmiştir.

Necip Fazıl’ın “içine kapanık, sağır, derinliğine manalı ve en asîl vakar çizgileriyle mühürlü şahsiyet âbidesi” dediği Topkapı Sarayı’na mukabil Dolmabahçe; “inhitat tarihimizin İstanbul ve şehir kadrosunda en parlak tezahürüdür. Kışır üstü Avrupalılaşma fekaletinin ilk eseri..” olarak halen fiziki varlığıyla İstanbul’un antik eşya stokunda bulunuyor.

Peki XXI. Yüzyılın Türkiye’sinde, 2023 hedeflerinden bahseden Ak Parti’nin Yeni Türkiye’sinin ilk ve en önemli sembollerinden olan Ak Saray neyi temsil etmekte, hangi mesajı vermektedir? Veya gerçekten bu mekân üzerinden bir mesaj verilmek istenmekte midir?

Kimi ağızlarca burasının devletin prestijini, itibarını artırıcı bir mekân olarak yapıldığının söylenmesi, hâlâ “Dolmabahçe dönemi” kompleksleriyle malûl bir bilinçaltının kendisini eklektik bir kamu binasıyla ortaya koyma çabası mıdır?

Öyle anlaşılıyor ki, uzun süredir düşük yoğunluklu olarak zaman zaman gündeme gelen Başkanlık Sistemi tartışmaları önümüzdeki dönemde de sürecek ve yapılan Ak Saray’ın Yeni Türkiye’nin Başkanlık Sarayı olarak hazırlandığı söylenecektir.

Ancak, şehir ve mimarîde dudak tiryakiliğini aşamamış Osmanlı ve Selçuklu söylemlerini sık sık müşahede ettiğimiz iktidarın, ne yazık ki Yeni Türkiye’nin sembol kamu binasında mimarîde tarihsel sürekliliği devam ettirici bir üslûba, muhtevaya ve bakış açısına sahip olmadığı anlaşılıyor. Eğer olsaydı, 12 yıllık tek parti iktidarının imkân ve fırsatları TOKİ eliyle heder edilmez ve Türkiye yeni yüzyılda şehir ve mimarîde örnek bir model ortaya koyabilirdi. Bu konuda samimi ve şuurlu bir niyetin olmadığının bir karinesi rahmetli muhakkik mimar Turgut Cansever’in ortaya koyduğu mimarî eserler, yapılar ve kitapları maalesef göz ardı edilmiş, bu büyük hazineden yararlanılmamış olmasıdır.

Söylemlerinde –vurgulu biçiminde- sürekli tarih ve coğrafyanın yüklediği sorumluluklara gönderme yapan, tarihî mimarîden söz eden iktidarın, mimarî tasarım olarak Ak Saray konusunda tarihî sürekliliğini ima eden bir çizgi izlediği söylenebilir mi? Hayır! Çünkü ne bu yönde bir hazırlığı, ne de kendi tarihî şehir birikiminin genetiği üzerinde kafa yoran kadroları var.

Biraz geriye gidelim…

Tanzimatla başlayan tarihî kırılma ve yabancılaşma şehir ve mimarîde Batının barok ve rokoko üslubuyla kendini gösteriyordu. Osmanlı’nın son döneminde arabesk bir biçimde kopyalanan (batının bile içselleştirmediği) bu tarz, Cumhuriyetin erken dönemlerinde batılı mimarların İstanbul ve Ankara’yı adeta bir mimarî lâboratuvar olarak kullanmalarıyla birlikte yerini başka arayışlara, daha doğrusu eklektik kopyalamaya bıraktı.

Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti, yeni bir şehir ve mimari felsefesi ortaya koyamadı. İlginçtir ki; bugünküne benzer şekilde, Erken cumhuriyet döneminde de Yeni Türkiye söyleminin sık sık kullanıldığını görüyoruz.

Ak Saray vesilesiyle söyleyelim ki, özellikle kamu binaları konusunda tarihî şehir ve mimarî birikimimize rağmen bu birikimi irdeleyen, araştıran, yeni üslup geliştiren bir arayış göremiyoruz. Halbuki sadece son dönemde Turgut Cansever’in teklif ve uyarıları bile Yeni Türkiye’nin sembol kamu binalarında bir başlangıç olabilirdi. Ancak sağlığındaki görmezlik tavrı, vefatından sonra da eserlerini görmezlik olarak devam etti/ediyor.

Bu vahim görememe zaafını Ak Parti adına bir talihsizlik olarak not etmek gerekiyor.

Yeni Türkiye vurgularına rağmen, Ak Saray yeni bir mimari üsluba sahip değildir. Bu toprakların tarihinden gelen bir aşıyı göremediğimiz için bir Osmanlı tarzı değildir, bir Selçuklu tarzı da yoktur. Dolayısıyla bu yapı da her ne kadar nesne olarak yeni olsa da fikir olarak muhtevasız, mimarîde üslupsuz Türkiye’nin yansıması, söylemden öteye geçmeyen bir iddia, özetle büyük bir heyuladır.

Ak Saray’ın Selçuklu "saraylarıyla" mukayese edilmesi ve onlara benzetilmesi bir garabettir. Geç dönem bir kamu binası, tarihte mukayese edilecek “örneği bulunmayan” Selçuklu Sarayı’na benzetilmesi “ancak tahsil ile olur bu kadar cehalet” türünden bir tarihe yabancılıktır. 

Selçuklu'da saray diye bir mekânın olmadığını gerek Selçuklu kronikleri gerekse de Selçuklu’yu konu edinen kültür tarihçileri ifade etmektedirler. Bunun temel sebebi; Asya steplerinden kitleler halinde kopup gelen Türk toplulukları ilk defa yerleşik düzene geçtikleri bir dönemde saray diye bir kamu binasına ihtiyaç duymamışlardır. Selçuklu’da saraylar değil, kervansaraylar öne çıkmaktadır ve kervansaraylar da devlet işlerinin görüldüğü, yabancı heyetlerin ağırlandığı, hakan veya padişahlara mahsus kamu binaları değil, adından da anlaşılacağı üzere yolcuların konaklamaları için yol güzergâhlarında inşa edilmiş sosyal kurumlardır.

Tarihî gerçeklik ortaya koyuyor ki; büyük göç dalgalarının yaşandığı, Moğol ve Haçlı baskılarının yoğun olduğu bir dönemde şehirleşmeden ne kadar bahsedilebilirse saraylardan da o kadar bahsedilebilir. Ak Saray’ı Selçuklu tarzı diye pazarlayanların “Selçuklu tarzı”ndan anladıkları; Günümüze kadar gelebilmiş Selçuklu yapılarındaki (kümbet, mescit, kervansaray, vs.) bazı geometrik motiflerin eklektik-arabesk yapılara yapıştırılması olsa gerektir.

Her ne kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan tarihi mimarî geleneğinin bir uzantısı olarak inşa ettirmeyi amaçlasa da, projenin devâsalığına ve şaşaasına rağmen iddialı 2023 Türkiye’sine dair bir mimarî anlayışı ortaya konulamamış, eklektik bir yapı ortaya çıkmıştır. 

Şehir mekânlarının mimarî mukayeseleri mimarlık tarihinde önemli bir konudur. Gündeme hiç getirilmedi ama Ak Saray (Cumhurbaşkanlığı sarayı) ın bugün Ankara Ulus’ta bulunan Kurtuluş Savaşı Müzesi (Birinci TBMM binası)’nın büyük ölçekli bir kopyası olduğunu düşünüyorum. Önce 1915 yılında Enver Paşa’nın emriyle İttihat ve Terakki Fırkası’nın Ankara merkez binası olarak temelleri atılan, daha sonra ilk TBMM binasına dönüştürülen yapı ile Ak Saray’ı mukayese ettiğimizde, tarz olarak ilk TBMM’nin büyük ölçekli bir kopyası olduğunu söylemek çok da abartılı olmaz sanıyorum. Ak Saray’ı tasarlayan mimar/mimarlar böyle bir benzetme veya ilhamdan yola çıkarak mı Ak Saray’ı inşa etmişlerdir, bilemiyoruz. Ancak dikkatle bakıldığında çatıdan temellere kadar -fizikî görünümü biraz modernize ederek- böyle bir benzerliği ortaya koymaktadır. Acaba bu yapı birinci meclis ruhunun sirayet edeceği bir yapı olarak mı düşünülmüştür?

Bu iki yapıdan yola çıkarak şöyle bir benzerlik bulabiliriz: Birinci TBMM binası “Birinci milli mimarlık dönemi üslubu”nun yeni Cumhuriyet Türkiye’sinin ilk örneklerindendir. Ak Saray da 2023 Türkiye’sinin mimarî üslubunun örneği midir dersiniz? Yukarıda değindiğimiz gibi, keşke Turgut Cansever’in tarihî mimarînin günümüze yansımalarına ilişkin uyarılarına kulak verilse ve O’nun gösterdiği istikamette bir saray inşa edilseydi. Böyle bir yapı, oldukça iddialı “Yeni Türkiye” söylemlerine uygun düşebilecek bir dönemde, gerçeklik ötesi bir imaj olarak zihinlerde yer edebilirdi. Ancak Devletin şehir ve mimarî aygıtı TOKİ marifetiyle gerçekleştirdiği uygulamalar, Yeni Türkiye’nin bir mimarî perspektifi olmadığının da altını çiziyor.

Ak Saray konusunda öncelikle tartışılması gereken husus; maliyeti, büyüklüğü veya kaç odalı olduğu değil, tarihsel mimarî köklerinden beslenen yeni dallar halinde dünü bugüne taşıyan, bugünü yarına bağlayan bir mimarî vasfının olmamasıdır. Ak Saray, seçildiği yerin isabeti bir yana, Ankara’daki yüz yıllık mimarî üslupsuzluğun bir devamı niteliğindedir. 

Kamu binaları cesametiyle değil, cemaliyle mesaj taşırlar ve tarihe mal olurlar.

Tarihî pratiğimizden yola çıkarak bir de şunu söyleyebiliriz: Saraylar büyüdükçe devlet küçülür, devlet büyüdükçe saraylar küçülür. Yeni Türkiye’nin Başkanlık Sistemine geçişin leitmotifi olacağı iddia edilen Ak Saray’a bir de bu gözle bakalım…

http://www.aljazeera.com.tr/gorus/bir-mekan-okumasi-olarak-yeni-turkiyenin-ak-sarayi
(El Cezire Türk, Kasım 2014)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder