duzenliyahya@gmail.com
Devletin önemli, stratejik bir kurumunda başkan
yardımcısı olan bir dostumuz, bir cenaze vesilesiyle gittiği Çaykara’da Solaklı
Vadisi’ndeki HES inşaatlarını görünce, telefonla “Buraları mahvetmişler, bu
kadarı da olmaz. Tabiatı bu derece tahrip etmek doğru mu? İçim sızladı. Kim
olsa sızlar. Bu vadide HES’lerin fayda-zarar analizinin yapıldığını zannetmiyorum.
Bu dere bu HES’leri kaldırmaz” diyerek hayretlerini ifade etti.
Vicdanıyla reel politik arasına sıkışan kimi
bürokratlar çoğu kez böyle bir tezadı, trajediyi yaşıyor.
Aynı duyarlılıkları taşıdığımız dostumuzun bu
cümleleri bana Picasso’nun “Guernica” isimli tablosunu hatırlattı.
Niçin mi? Anlatayım:
Picasso, 1937’de Naziler tarafından bir gece yarısı
bombalanan ve yerle bir edilen İspanya’nın Guernica kasabasındaki katliamı,
dehşet uyandıracak bir şekilde tablolaştırır. Tablonun sergilendiği salonda bir
Alman generali resme bakar ve Picasso’ya “Bu tabloyu siz mi yaptınız”
diye sorar. Picasso’nun cevabı, muhteşemdir: “Hayır, general siz
yaptınız!”
Tabloda kasabanın acı çeken insanları, hayvan
figürleri, mahvolmuş binalar, kucağındaki ölü yavrusuna ağlayan kadın,
parçalanmış cesetler, ateşler ve korku dolu diğer figürler vardır. Bu kaotik
tablo, büyük ressamın Guernica’sı, bir savaşın korkunç tahribatlarını anlatan
mükemmel bir eserdir.
Dostumuza cevap olarak, kinayeli bir şekilde “Solaklı’daki
HES katliamı sizin eseriniz!” dediğimde bu olayı hatırladım.
Dostumuzun, enerji bürokrasisinde olmasa da,
teknokrat sıfatıyla HES’lerle ilgili bu tespiti “gözünde vicdan taşıyan”
her bürokratın ve her duyarlı insanın yapması gerekiyor. Katliamdan sonra
itiraf değil, katliamdan önce siyasileri ikaz etmek gerekiyor. Ancak
siyasîlerin ve şeriklerinin suyun bekâretine olan gözü
dönmüşlükleri bu tür ikaz veya itirafları duymuyor. Rant şehveti ve güç
zehirlenmesi böyle ikazlara karşı onları sağırlaştırıyor.
Yukarıdaki bürokrat itirafı, görmeden planlanan,
ruhsat verilen, hiçbir zaman gidilip üzerinde vicdan muhasebesi yapılmayan vadi
ve derelerin “enerji” bahanesiyle rant adına nasıl talan edildiğini, nasıl
katledildiğini vicdanen ifşa niteliği taşıyor.
Tuhaf olan şu ki; konuyla doğrudan veya dolaylı
ilgili -ya da ilgisiz- birçok siyasi, yerel yönetici ve bürokrata Solaklı ve
Doğu Karadeniz’in diğer vadilerindeki HES’lerin çevre ve tabiata verdiği
zararı, katliamı anlattığımda, dinleyenler de, gidip görenler de yapılanları asla tasvip etmiyor
ama siyasi iradenin fermanı karşısında devletlûlara “isabet buyurdunuz” demekten
başka da çareleri yok. Aksi halde kimisi “ek göstergeler”den mahrum olacak,
kimisinin bürokratik makam ve imtiyazları ellerinden alınacak, kimisi de ihalelere
girmekten men edilecek!
İş makinalarının çelikten yaratıklar halinde
saplandıkları, beton pompalarının ahtapotlar gibi musallat oldukları Karadeniz’in
vadilerinde tabiatın fıtratı bozuldu.
Yok edilen flora ve fauna (oraya has bitki ve hayvan türleri) yerine yeni
yaratıklar ve başkalaşmış nebatlar türeyecek!
Senegal, Ruanda gibi bazı Afrika ülkelerinde,
sömürgecilerin yaptığı zulüm ve katliamları anlatan, seyrederken bile insanı
ürperten fotoğraf ve malzemelerin yer aldığı katliam müzeleri yapılmış.
Japonya’da da 2. Dünya Savaşı’nda yerle bir edilen Hiroşima ve Nagazaki’de en
çok etkilenen yerler açık hava müzesi yapılmış.
Trabzon/Çaykara/Solaklı Vadisi'ndeki HES katliamını
anlatmak için ne tabloya, ne belgesellere, ne de başka bir zahmete gerek var.
Çünkü 35 km'lik vadi üzerinde kimisi bitmiş, kimisi devam eden 31 HES inşaatı,
canlı bir açık hava sergisi gibi yapılan çevre ve tabiat katliamlarını
anlatıyor.
Trabzon/Çaykara/Solaklı Vadisi de herkesin gelip
göreceği tam bir Açıkhava Tabiat Katliamı
Müzesi.
Bütün bu trajediye rağmen…
“Yerli görünümlü” iktidar sahipleri, Doğu Karadeniz’in
masum vadilerinin nasıl tahrip edildiğine dair tekrar bir zihniyet
sorgulaması yapmalı. Tabii eğer gücün zehirlemediği zihniyetleri kalmış
ise! HES politikalarını yeniden
gözden geçirmeli; havza plânlaması, derelerin taşıma kapasiteleri analizlerini
yeniden yapmalı, su kullanım anlaşmalarını gözden geçirmeli.
Gerek vadideki köylerden gelen gerekse diğer
tepkileri, toplumsal infiali dikkate almalı. Yargıyı, bürokrasiyi, köylüleri bu
kadar yormaya, karşı karşıya getirmeye gerek var mı?
İşin bir başka tarafı da; ilgili bakanlıklar,
kuruluşlar kendi ihdas ettikleri HES rantlarına karşı çıkan, bu işten rant elde
eden başka bir kesimin üremesine imkân ve fırsat veriyor. Vadideki köylüler
kimi hukuk pazarlamacılarının ve çantacıların insafına bırakılmamalı.
Solaklı Vadisini katliam vadisine çeviren HES’ler
yerine 10 mw.’lık 100 adet kömüre veya doğalgaza dayalı termik santral, dere
üzerinde inşa edilen ve vadinin fıtratını bozan HES’lerin ürettiği
enerjinin çok daha fazlasını üretebilir…
Gene de gözüne
perde inmiş olmayanlar veya vicdan gözüyle bakanlar için her
zaman nâdim olma zamanıdır. Bugüne kadar HES’ler adına Doğu Karadeniz’in
derelerinde yapılan tahribatlara bakıp belki de ilgililer-yetkililer pişmanlık
duyar, sebep oldukları seyyiât ve menhiyyâtı görür de tövbe ederler…
Çok geç kalınmış da değil…
Ey Orman ve Su İşler Bakanlığı!
Ey Çevre ve Şehircilik Bakanlığı!Ey Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı!
Ey EPDK!
Ey siyasîler, yerel idareciler!
Belki siyasî bir ödev olarak okursunuz diye,
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun “Medeniyetlerin
Ben İdraki” başlıklı insan-tabiat ilişkilerini de ihtiva eden
manifestosunu hatırlatıyor, onu idrak etmeyi ve uygulamalarınızla sağlamasını
yapmayı teklif ediyorum. Bunun Solaklı Vadisi’ndeki HES’lerle ne alâkası var?
Bu sorunun cevabı için idrak yollarınızı biraz zorlamanız gerekiyor.
Göğsünüzün sol yanında et parçası değil de kalp taşıyorsanız,
tabiatın, vadilerin, derelerin çığlıklarını, feryâdlarını duymalısınız!
Aksi takdirde gelecek nesiller de -tıpkı Afrika’da
katliam müzesini gezer gibi- artık derenin kalmadığı Solaklı Vadisi’ni gezerken
herhalde ürpereceklerdir!
Onlar ürpermeden, siyasiler ve rant avcıları
katlettikleri tabiat ve canlıların sessiz çığlıklarından ürperirler mi
dersiniz?
Temenni edelim ama çok geç. Çünkü insan insanlıktan
çıkınca (Kelâm-ı Kadîm’in ifadesiyle) zalim, cahil ve de belhum adal
(hayvandan daha aşağı) haline geliyor!
Bitirirken… 1854 yılında toprakları ellerinden
alınan Kızılderililerin Şefi Seattle’ın ABD Başkanı’na yazdığı mektuptan can
alıcı bir cümle:
“Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son
balık öldüğünde, beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder