16 Aralık 2014 Salı

“ŞEHİR JENOSİTİ”, ŞEHRİ YABANCILAŞTIRMA VE ŞEHİRDEN KORKMA…

                 
Yahya DÜZENLİ

Ahmet Haşim, “Gurabâhâne-i Laklakan”da İttihat ve Terakki’den bahsederken “... yalnız siyasi bir partinin adı değildi; yarım yamalak tarihî bilgilerin ve ham bir zevkin kaynaklarından akıp gelen ilmî ve estetik bir akımın da ismiydi. Bir taraftan sözde inkılâpçı ve yenilik taraftarı olan İttihat ve Terakki, diğer taraftan, ruh ve mânâda garip bir mazi hayranlığıyla malûldü” der. Ayrıca “mazi’ye hayran, şehirden korkan” bir tarih ve şehir zihniyetine sahip olduğunu söyler.

İlginçtir ki, Tanzimat’la birlikte öncelikle saraydan başlayan batı hayranlığı ve kendine yabancılaşma büyük ölçüde edebiyata yansımış, giderek şehir ve mimarîde de bu yabancılaşmanın etkileri görülmeye başlamıştır. İstanbul’da yapılan geç Osmanlı dönemi sarayları (Dolmabahçe, Beylerbeyi) ve Kasr’lar, batının barok ve rokoko tarzının bir kopyası şeklinde yükselmeye başlamıştır. Osmanlı’nın zirve ve kemal devrinin mahsulü Topkapı’nın sadelik içinde vakar ve ihtişamı, yerini küstahlığıyla endâm eden bu batı tipi saraylara bırakmıştır.

Ayrıca devlet ve şehir yöneticilerinin oturdukları kâşâneler tarz ve üslûp olarak da gidip gördükleri batı şehirlerine hayran bir maymun taklitçiliğiyle inşa edilmiş, daha trajik olanı; her şehrin ortasına dikilip, yeni şehir yapılanmalarında önemli bir sembol ve referans haline gelen saat kulelerinin kimileri adeta kilisenin çan kulesi şeklinde şehirlerimizde yükselmiştir. Örnek olarak 1884 yılında Strasbourg’lu Louis Edel tarafından yaptırılan Ankara Saat kulesi ve üzerindeki çanı göstermek yeter. Ayrıca Sarkis Balyan tarafından yapılan Dolmabahçe Saat kulesi, Raymond Charles’in yaptığı İzmir Saat kulesi de Tanzimat batılılaşmasının öncelikle şehirlerimizden nasıl başladığına misaldir.

Erken Cumhuriyetle birlikte medeniyet tedaisi yapan her türlü tarihi eserleri ile şehirleri imha operasyonları şehir jenositine dönüşmüştür.

Ahmet Haşim’in İttihat ve Terakki’nin tarih ve şehir zihniyetine ilişkin söylediklerinden yola çıkarak bugüne gelelim…

Ahmet Haşim’in yaklaşık yüz yıl önceki tespitleri bugünün 12 yıllık Ak Parti iktidarının tarih ve şehir zihniyetini tarif ediyor adeta.

Kendisini doğuran siyasî çizginin bir devamı olarak “şanlı tarih”, “büyük medeniyet”, “medeniyet şehirleri” söylevlerini her fırsatta tekrarlayan, ancak bu yönde ne kültür, ne eğitim ne de şehircilik politikalarına yansıyan veya tarih ve şehir ilişkisindeki sürekliliği gösteren bir zihniyet ve tasarım çıkaramayan Ak Parti’nin -tıpkı İttihat ve Terakki gibi- “garip bir mazi hayranlığıyla malûl”, birçok cumhuriyet tabusuna ve kutsalına dokunmasına rağmen, “medeniyet idraki”ni yansıtan şehirler ve eserler ortaya koyamaması “maziye hayran, şehirden korkan” bir zihniyetin ürünü müdür?

Bu sorunun cevabının muğlak olduğunu düşünüyoruz. Çünkü, maziye hayranlığını her fırsatta hamasî bir şekilde ortaya koyan Ak Parti kadrolarında, maziyle uyumlu, maziyi güne yansıtan bir şehir ve mimarî idraki asla bulunmaması nasıl izah edilebilir? Tam aksine, şehirlerimizin sadece siluetini değil organizmasını da Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve toplu konut aygıtı TOKİ ile rant çılgını müteahhitler eliyle çirkinleştiren, tıpkı erken cumhuriyet döneminde olduğu gibi şehir jenositi uygulayan bir zihniyetin tarih ve medeniyet söylevlerine ne kadar itibar edilebilir? Kendi sesinin hayranı bir narsistin ruhiyatı neyse, bu söylemlerin sahiplerinin ruhiyatı da odur!

Her zaman tekrarladığımız gibi, önlerinde tarihî bir uyarıcı, yol gösterici ve uygulayıcı olarak duran rahmetli muhakkik mimar Turgut Cansever’in endişelerini, feryatlarını anlayamayan, tekliflerine itibar etmeyen bir iktidar kadrosunun tarih ve şehir söylevleri ne kadar inandırıcı olabilir?

Erken Cumhuriyetin bânileri, geçmişlerini bir ortaçağ karanlığı görerek çıktıkları aydınlanma koşusunda tarihlerinden nefret ve medeniyet sembolü şehirlerinden ürperip onları imha seferberliğine girmişlerdi. Günümüzün Ak Parti iktidarı da, sadece söylev ve nutuk tiryakiliğiyle gününü gün ederek, şehirlerimizin yeniden ihya ve ibdâsını sağlayamıyor. 12 yıllık Ak Parti iktidarının şehircilik tarihi  TOKİ garabetleriyle ortadadır.

Cumhuriyet tarihinde hiçbir iktidara nasip olmamış 12 yıllık müthiş imkan ve fırsatları şehircilikte heba etmiş olmalarına rağmen, hâlâ “marka şehirler” nakaratını ağızlarından düşürmeyenlerin seyyiat defterleri oldukça kabarık!

“Bizim medeniyetimiz”le başlayan siyasî söylevlerin karşılığı, sadece son kalıntılarını gördüğünüz, belki de ruhunu anlamadığınız ve anlamayacağınız mazide kalmış şehir mekânlarından ibaret. 12 yıllık iktidarın “bizim medeniyetimiz(!)”e katkıları TOKİ tabutlukları, rezidanslar, AVM’ler, gökdelenlerdir. “Bizim” diye sahiplenilen medeniyet ve şehir birikimine hangi katkı sağlanmış, tarihî süreklilik ifade eden hangi eser ortaya konmuştur?

Nasıl ki, saat kuleleri ve batı kopyası şehir mekânlarıyla Tanzimat ve diğer yabancılaşma dönemleri sembolize ediliyor ve bunlar üzerinden okunuyorsa, bugünün ve geleceğin şehir tarihçileri de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve TOKİ’nin başlatıp geleceğe armağan ettiği (!) bir tarihi yabancılaşma üzerinden “Yeni Türkiye” okumaları yapacaklardır.

Ortada medeniyet arsamızdan her an fışkıran şehir, mekân, eser, vs’ler var da biz mi göremiyoruz? Yahut bir illüzyon ve hipnotik telkin altında mıyız?

Gözü karalıklarını “istedikleri alan”da gösteren iktidar sahiplerinin, kendi kurumları olan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, TOKİ, yerel yönetimler ve şehir arsalarını ihale ettikleri/paylaştırdıkları müteahhitlere hiç mi sözleri geçmez? Babil kuleleri gibi göğü delerek yükselen, şehirlerimizin organizmasını tahrip edip zehirleyen kıyamet alametlerine hiç mi müdahale edemezler?

·    Edemezler çünkü; şehir emanetinin nasıl bir emînlik istediğini bilecek kadar dâvâ ve tarih idrakleri yoktur!
·         Edemezler çünkü; şehre dair idrak ve tarihî derinlikleri yoktur!
·         Edemezler çünkü; şehir diye bir dertleri yoktur!
·         Edemezler çünkü; şehir onlar için “emlâk değeri yüksek” bir “menkul değer”den ibarettir.
·         Edemezler çünkü; şerikleri müsaade etmez!

Ya taammüden ya da taahhüden böyle bir tavır içindedirler!

Bilmem hatırlatmakta fayda var mı: “Yapmaya muktedirken yapmadıklarınızdan da hesaba çekileceksiniz!”

Unutmayalım ki; her yeni şehir, şehir adına yapılanlar, şehir dönüşümleri ve şehirde her dikilen beton parçası zihinleri işgal eder ve peşinden sürükleyeceği bir hayat tarzına doğru çeker insanları. Yaşanılabilirliği, estetiği, mahremiyeti kalmamış şehir mekânlarının ileride hangi şehir suçlarına zemin hazırlayacağının da sorumluluğunu taşımak gerekmez mi?

Yoksa Ahmet Haşim’in söylediği gibi “şehirden korkuyorlar mı?”

Tam aksine, şehir onlardan korkuyor! Moğollar ve Haçlılar gibi şehre musallat oldukları için şehir onlardan korkuyor! Siyasîlerden, yerel yöneticilerden, mimarlardan, müteahhitlerden, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan, TOKİ’den…

Şehir mekânları, insanın ontolojik mükellefiyetlerini gerçekleştireceği idrakle inşa edilmeli. Yaptıkları tabutluklarla “marka şehirler” üretenler, şehir diye TOKİ tabutluklarını bize lâyık görenler, Hz. Peygamber’in önemli ölçü ve uyarılarından “komşuluk hakkı”nı bile bu tabutluklarla yok ettiler! Giderek atomize edilen ve TOKİ marifetiyle tabutluklara hapsedilen bir toplumda “komşuluk” diye insanî bir olgu kalmadı. Şehir halkı ve hakkı diye bir dertleri, hassasiyetleri, vecibeleri yok çünkü!

Komşuluk hakkı öncelikle inşa edilecek mekânlara işlenmeli ki, bu hak hatırlanabilsin, neredeyse "komşuluk hakkı”nın birbirine varis olacak derecede önemli olduğunu ihtar eden Peygamber ölçüsünün gereği yerine getirilebilsin! Komşuluğu mümkün kılacak, insanların birbirleriyle ve şehirle olan ilişkisini mekânlar üzerinden sürdürebilmelerine zemin hazırlayacak bir şehir tasarımı ve mimarî tarzı -ne yazık ki- bugünün “TOKİ tipi” yerleşimlerinde, gökdelenlerinde ve güvenlikli sitelerinde yok. Çünkü komşuluk teamüllerini korumak gibi bir öncelik ve dertleri yok. Mobilize hayatlar teşvik edilerek toplumun atomize olması veya icad ettikleri “TOKİ tarzı” ile teşvik edilen mobilize hayatlarla toplumun atomize edilerek ayrışması da umurlarında değil…

Şehir, yerleşim, mekân ve mimarî adına bir medeniyet idrakine sahip olmadan, kimileri için her türlü eşya, elektronik ve mekanik konfora sahip nükleer aygıtlar şeklinde donatılmış hücrelere; kimileri için de mikroorganizmaların yaşayacağı şekilde, hiçbir özelliği olmayan depolara insanı tıkma anlayışı mevcut iktidarın “çevre ve şehircilik” anlayışının TOKİ tarzı olarak halen varlığını sürdürüyor.  

Peygamber ölçüsü’ndeki “komşuluk” bir şehrin nasıl tanzim ve tezyin edilmesini ihtar eden bir uyarıcıdır. “Bizim medeniyetimiz” diye dudak tiryakiliğinden vazgeçemeyenlerde var mı böyle bir şehir idraki?

Daha derine dalmadan şair Dertli ile bitirelim:

“Aksine dönmekte bu çarh-ı devran!”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder