Yahya DÜZENLİ
Ahmet Haşim,
“Gurabâhâne-i Laklakan”da İttihat ve Terakki’den bahsederken “... yalnız siyasi bir partinin adı değildi;
yarım yamalak tarihî bilgilerin ve ham bir zevkin kaynaklarından akıp gelen
ilmî ve estetik bir akımın da ismiydi. Bir taraftan sözde inkılâpçı ve yenilik
taraftarı olan İttihat ve Terakki, diğer taraftan, ruh ve mânâda garip bir mazi
hayranlığıyla malûldü” der. Ayrıca “mazi’ye hayran, şehirden korkan”
bir tarih ve şehir zihniyetine sahip olduğunu söyler.
İlginçtir ki,
Tanzimat’la birlikte öncelikle saraydan başlayan batı hayranlığı ve kendine
yabancılaşma büyük ölçüde edebiyata yansımış, giderek şehir ve mimarîde de bu
yabancılaşmanın etkileri görülmeye başlamıştır. İstanbul’da yapılan geç Osmanlı
dönemi sarayları (Dolmabahçe, Beylerbeyi) ve Kasr’lar, batının barok ve rokoko
tarzının bir kopyası şeklinde yükselmeye başlamıştır. Osmanlı’nın zirve ve
kemal devrinin mahsulü Topkapı’nın sadelik içinde vakar ve ihtişamı, yerini
küstahlığıyla endâm eden bu batı tipi saraylara bırakmıştır.
Ayrıca devlet ve
şehir yöneticilerinin oturdukları kâşâneler tarz ve üslûp olarak da gidip gördükleri
batı şehirlerine hayran bir maymun taklitçiliğiyle inşa edilmiş, daha trajik
olanı; her şehrin ortasına dikilip, yeni şehir yapılanmalarında önemli bir
sembol ve referans haline gelen saat
kulelerinin kimileri adeta kilisenin çan kulesi şeklinde şehirlerimizde
yükselmiştir. Örnek olarak 1884 yılında Strasbourg’lu Louis Edel tarafından
yaptırılan Ankara Saat kulesi ve üzerindeki çanı göstermek yeter. Ayrıca Sarkis
Balyan tarafından yapılan Dolmabahçe Saat kulesi, Raymond Charles’in yaptığı
İzmir Saat kulesi de Tanzimat batılılaşmasının öncelikle şehirlerimizden nasıl
başladığına misaldir.
Erken Cumhuriyetle birlikte medeniyet
tedaisi yapan her türlü tarihi eserleri ile şehirleri imha operasyonları şehir
jenositine dönüşmüştür.
Ahmet Haşim’in İttihat ve Terakki’nin tarih ve şehir zihniyetine ilişkin
söylediklerinden yola çıkarak bugüne gelelim…
Ahmet Haşim’in yaklaşık yüz yıl önceki tespitleri bugünün 12 yıllık Ak
Parti iktidarının tarih ve şehir zihniyetini tarif ediyor adeta.
Kendisini doğuran siyasî çizginin bir devamı olarak “şanlı tarih”,
“büyük medeniyet”, “medeniyet şehirleri” söylevlerini her fırsatta tekrarlayan,
ancak bu yönde ne kültür, ne eğitim ne de şehircilik politikalarına yansıyan
veya tarih ve şehir ilişkisindeki sürekliliği gösteren bir zihniyet ve tasarım
çıkaramayan Ak Parti’nin -tıpkı İttihat ve Terakki gibi- “garip bir mazi hayranlığıyla
malûl”, birçok cumhuriyet tabusuna ve kutsalına dokunmasına rağmen,
“medeniyet idraki”ni yansıtan şehirler ve eserler ortaya koyamaması “maziye
hayran, şehirden korkan” bir zihniyetin ürünü müdür?
Bu sorunun cevabının muğlak olduğunu düşünüyoruz. Çünkü, maziye
hayranlığını her fırsatta hamasî bir şekilde ortaya koyan Ak Parti
kadrolarında, maziyle uyumlu, maziyi güne yansıtan bir şehir ve mimarî idraki
asla bulunmaması nasıl izah edilebilir? Tam aksine, şehirlerimizin sadece
siluetini değil organizmasını da Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve toplu konut
aygıtı TOKİ ile rant çılgını müteahhitler eliyle çirkinleştiren, tıpkı erken
cumhuriyet döneminde olduğu gibi şehir
jenositi uygulayan bir zihniyetin tarih ve medeniyet söylevlerine ne kadar
itibar edilebilir? Kendi sesinin hayranı bir narsistin ruhiyatı neyse, bu
söylemlerin sahiplerinin ruhiyatı da odur!
Her zaman tekrarladığımız gibi, önlerinde tarihî bir uyarıcı, yol
gösterici ve uygulayıcı olarak duran rahmetli muhakkik mimar Turgut Cansever’in
endişelerini, feryatlarını anlayamayan, tekliflerine itibar etmeyen bir iktidar
kadrosunun tarih ve şehir söylevleri ne kadar inandırıcı olabilir?
Erken Cumhuriyetin
bânileri, geçmişlerini bir ortaçağ karanlığı görerek çıktıkları aydınlanma
koşusunda tarihlerinden nefret ve medeniyet sembolü şehirlerinden ürperip
onları imha seferberliğine girmişlerdi. Günümüzün Ak Parti iktidarı da, sadece söylev ve nutuk tiryakiliğiyle gününü
gün ederek, şehirlerimizin yeniden ihya ve ibdâsını sağlayamıyor. 12 yıllık Ak
Parti iktidarının şehircilik tarihi TOKİ garabetleriyle ortadadır.
Cumhuriyet tarihinde
hiçbir iktidara nasip olmamış 12 yıllık müthiş imkan ve fırsatları şehircilikte
heba etmiş olmalarına rağmen, hâlâ “marka şehirler” nakaratını ağızlarından düşürmeyenlerin
seyyiat
defterleri oldukça kabarık!
“Bizim medeniyetimiz”le başlayan siyasî söylevlerin karşılığı, sadece son
kalıntılarını gördüğünüz, belki de ruhunu anlamadığınız ve anlamayacağınız
mazide kalmış şehir mekânlarından ibaret. 12 yıllık iktidarın “bizim medeniyetimiz(!)”e katkıları TOKİ tabutlukları, rezidanslar, AVM’ler,
gökdelenlerdir. “Bizim” diye
sahiplenilen medeniyet ve şehir birikimine hangi katkı sağlanmış, tarihî
süreklilik ifade eden hangi eser ortaya konmuştur?
Nasıl ki, saat
kuleleri ve batı kopyası şehir mekânlarıyla Tanzimat ve diğer yabancılaşma dönemleri
sembolize ediliyor ve bunlar üzerinden okunuyorsa, bugünün ve geleceğin şehir tarihçileri
de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve TOKİ’nin başlatıp geleceğe armağan ettiği
(!) bir tarihi yabancılaşma üzerinden “Yeni Türkiye” okumaları yapacaklardır.
Ortada medeniyet
arsamızdan her an fışkıran şehir, mekân, eser, vs’ler var da biz mi göremiyoruz?
Yahut bir illüzyon ve hipnotik telkin altında mıyız?
Gözü karalıklarını
“istedikleri alan”da gösteren iktidar sahiplerinin, kendi kurumları olan Çevre
ve Şehircilik Bakanlığı, TOKİ, yerel yönetimler ve şehir arsalarını ihale
ettikleri/paylaştırdıkları müteahhitlere hiç mi sözleri geçmez? Babil kuleleri
gibi göğü delerek yükselen, şehirlerimizin organizmasını tahrip edip zehirleyen
kıyamet
alametlerine hiç mi müdahale edemezler?
· Edemezler çünkü; şehir
emanetinin nasıl bir emînlik istediğini bilecek kadar
dâvâ ve tarih idrakleri yoktur!
·
Edemezler çünkü;
şehre dair idrak ve tarihî derinlikleri yoktur!
·
Edemezler çünkü;
şehir diye bir dertleri yoktur!
·
Edemezler çünkü;
şehir onlar için “emlâk değeri yüksek” bir “menkul değer”den ibarettir.
·
Edemezler çünkü;
şerikleri müsaade etmez!
Ya taammüden ya da
taahhüden böyle bir tavır içindedirler!
Bilmem hatırlatmakta
fayda var mı: “Yapmaya muktedirken yapmadıklarınızdan da hesaba çekileceksiniz!”
Unutmayalım ki; her
yeni şehir, şehir adına yapılanlar, şehir dönüşümleri ve şehirde her dikilen
beton parçası zihinleri işgal eder ve peşinden sürükleyeceği bir hayat
tarzına doğru çeker insanları. Yaşanılabilirliği, estetiği, mahremiyeti
kalmamış şehir mekânlarının ileride hangi şehir suçlarına zemin
hazırlayacağının da sorumluluğunu taşımak gerekmez mi?
Yoksa Ahmet Haşim’in
söylediği gibi “şehirden korkuyorlar
mı?”
Tam aksine, şehir
onlardan korkuyor! Moğollar ve Haçlılar gibi şehre musallat oldukları için
şehir onlardan korkuyor! Siyasîlerden, yerel yöneticilerden, mimarlardan,
müteahhitlerden, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan, TOKİ’den…
Şehir mekânları,
insanın ontolojik mükellefiyetlerini gerçekleştireceği idrakle inşa edilmeli.
Yaptıkları tabutluklarla “marka şehirler” üretenler, şehir diye TOKİ tabutluklarını bize lâyık
görenler, Hz. Peygamber’in önemli ölçü ve uyarılarından “komşuluk hakkı”nı bile
bu tabutluklarla yok ettiler! Giderek atomize edilen ve TOKİ marifetiyle
tabutluklara hapsedilen bir toplumda “komşuluk” diye insanî bir olgu kalmadı. Şehir
halkı ve hakkı diye bir dertleri, hassasiyetleri, vecibeleri yok çünkü!
Komşuluk hakkı öncelikle
inşa edilecek mekânlara işlenmeli ki, bu hak hatırlanabilsin, neredeyse "komşuluk
hakkı”nın birbirine varis olacak derecede önemli olduğunu ihtar eden
Peygamber ölçüsünün gereği yerine getirilebilsin! Komşuluğu mümkün kılacak,
insanların birbirleriyle ve şehirle olan ilişkisini mekânlar üzerinden
sürdürebilmelerine zemin hazırlayacak bir şehir tasarımı ve mimarî tarzı -ne
yazık ki- bugünün “TOKİ tipi” yerleşimlerinde, gökdelenlerinde ve güvenlikli
sitelerinde yok. Çünkü komşuluk teamüllerini korumak gibi bir öncelik ve
dertleri yok. Mobilize hayatlar
teşvik edilerek toplumun atomize olması veya icad ettikleri “TOKİ tarzı” ile
teşvik edilen mobilize hayatlarla toplumun atomize edilerek ayrışması da
umurlarında değil…
Şehir, yerleşim, mekân ve
mimarî adına bir medeniyet idrakine sahip olmadan, kimileri için her
türlü eşya, elektronik ve mekanik konfora sahip nükleer aygıtlar şeklinde donatılmış
hücrelere; kimileri için de mikroorganizmaların yaşayacağı şekilde, hiçbir
özelliği olmayan depolara insanı tıkma anlayışı mevcut iktidarın “çevre ve
şehircilik” anlayışının TOKİ tarzı olarak halen varlığını sürdürüyor.
Peygamber
ölçüsü’ndeki “komşuluk” bir şehrin nasıl tanzim ve tezyin edilmesini ihtar eden
bir uyarıcıdır. “Bizim medeniyetimiz” diye
dudak tiryakiliğinden vazgeçemeyenlerde var mı böyle bir şehir idraki?
Daha derine dalmadan
şair Dertli ile bitirelim:
“Aksine
dönmekte bu çarh-ı devran!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder