29 Aralık 2014 Pazartesi

"FETİHTEN GÜNÜMÜZE TRABZON VAKIFLARI"

Yahya Düzenli
duzenliyahya@gmail.com

Bir şehrin tarih içinde geçirdiği dönüşümler, insan-mekân-şehir ilişkisinin medeniyet tecelligâhı olarak mekâna aksettiği şekliyle mânâsının okunacağı en önemli tarihî metinlerden birisi de vakfiyelerdir. Bunlar; vakfın kurucusu tarafından “vakfedilen bir malın hangi hayır işlerinde kullanılacağı, ne şekilde yönetileceği" hususlarını ihtiva eden ‘emsalsiz kitabe’ler niteliğindeki belgelerdir.

Gerek Kur’an-ı Kerîm’deki âyetler, gerekse de Hz. Peygamber’in "İnsan öldüğü zaman amelleri kesilir. Ancak üç şey müstesna” dediği üç şeyden birisi olan “Sadaka-i Cariye”, vakıf müessesesinin oluşmasının ve sürekliliğinin temel sebebidir. Yani insanların menkul ve gayrimenkullerini hayrat olarak vakfetmelerinin sebebi; dünyanın fâniliği, insan hayatının geçiciliği ve sadaka-i câriye olarak ölümden sonra da yaşama isteğidir.

Tarihte, şahıslarca kurulan vakıfların şehirlerimizin hem fizikî hem de sosyal dokusuna olan katkıları, şehirlerimizin bozulmadan devamlılığının temel sebeplerinden birisidir.

Türklerin İslâm’ı kabulüyle birlikte, vakıf uygulamalarını da görüyoruz. Karahanlı Hükümdarı İbrâhim Tamgaç’ın 1066’da Semerkant’ta yaptırdığı külliyenin devamlılığı için kurduğu vakıflara ait vakfiyeler, bu konuda ilk örneklerdendir. Selçuklu ve özellikle Osmanlı döneminde de bu uygulamalar yaygınlaşarak devam etmiştir.

Özellikle Osmanlı şehirlerinin kuruluşu, işleyişi ve varlığını devam ettirmesinde vakıflar önemli rol üstlenmişlerdir. Şehri meydana getiren birçok mekân, vakıf eseri olarak vücut bulmuştur. Vakıfların bünyesinde ibadethaneler, imarethaneler, hastaneler, aşevleri ve şehir ahalisinin her türlü ihtiyacını karşılayan kurumlar bulunuyordu.  Vakıfların kurulduğu tarihten itibaren devamlılık arz etmesi, nesilden nesile intikal etmesi ve dokunulmaz niteliğinin bulunması da bu müessesenin sürdürülebilirliğinin temel şartları olmuştur.

İstanbul’un fethiyle birlikte şehrin imarı için Fatih Sultan Mehmet bizzat kendisi vakıf kurmuş ve Fatih Külliyesi’nin inşasına başlamıştır. Külliyenin meşhur vakfiyesinde İstanbul’un imarındaki temel idraki ve bütün Osmanlı şehirlerinin kuruluş felsefesini ortaya koyan şu beyti görüyoruz:

“Hüner bir şehir bünyâd itmekdür
Reaya kalbin abâd itmekdür”

İstanbul’un fethinden 8 yıl sonra 24 Ekim 1461’de Fatih Sultan Mehmed tarafından Osmanlı medeniyet coğrafyasına en doğudaki müzeyyen şehir olarak katılan Trabzon'da fetihle birlikte yoğun imar faaliyetleri başlar. Bu faaliyetlerde Trabzon’da kurulan Vakıfların her alanda önemli katkıları vardır.

Trabzon Vakıflarıyla ilgili bugüne kadar derli toplu bir çalışma yapılmamış, sadece 1948 yılında Trabzon Vakıflar Müdürü Mehmet Kurnaz tarafından “Trabzon’da 35 Vakfa ait notlar” başlığıyla küçük ama önemli bir eser yayınlanmıştır.

Ne yazık ki, bugüne kadar ne Vakıflar Genel Müdürlüğü, ne şehrin Üniversitesi ne de ilgili kurumlar Trabzon Vakıfları’yla ilgili hiçbir çalışma yapmamışlardır. Bu nedenle, Trabzon’u medeniyet şehri haline getiren bu temel müessesenin şehrin her bir karesine sinmiş ruhu anlaşılamamış, hissedilememiştir.

Nihayet bu büyük noksanlık giderilmiş; şehir tarihi açısından çok önemli bir kaynak olan Trabzon Vakıfları ile ilgili ilk defa eksiksiz bir çalışma kitap olarak yayınlanmıştır.

Uzun yıllar Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesinde çeşitli görevlerde bulunan ve en son Genel Müdür Yardımcılığı yapmış olan Trabzon/Çaykara’lı dostumuz Süleyman Dinç’in hazırladığı, “Fetihten Günümüze Trabzon Vakıfları” adlı hacimli kitap İstanbul Aydın Üniversitesi tarafından yayımlandı. Dinç bu kitabın yanında ayrıca “Geçmişten Günümüze Rize Vakıfları” adıyla bir başka çalışmasını da ilgililerin istifadesine sundu. Bu, kaynak niteliğindeki eserlerden ilgili kurum ve şahısların faydalanacağını ümit ediyoruz.

Dinç, kitabın önsözünde, çalışmanın amacını “Fetihten başlayarak günümüze kadar Trabzon’da kurulan vakıflar hakkında fikir vermek, vakıf kurucularını hayırla yâd etmek ve bu müesseselere sahip çıkmak”  olarak açıklıyor.

Dinç, Trabzon'da 1531 yılında kurulan ilk vakıftan günümüze kadar kurulmuş toplam 1.245 adet vakıf hakkında künyelerini, birçoklarının da ayrıntılı vakfiyelerini içerecek biçimde bilgiler vermekte; ayrıca bugünkü ilçelere göre  “Vakfın Adı, Vakfeden, Vakfın kurulduğu yer, Nâm-ı diğer, Lâkabı, Vakfiye tarihi, Vakfedilen mal, Vakfiyenin kayıtlı olduğu defter, VGM Arşivinde bulunan belgeler ve Vakfın Türü” başlıkları altında tasnif etmektedir. Söz konusu 1.245 vakfın 1.035 tanesi fetih yılı 1461’den 1926’ya kadar, 135 tanesi 1926-1967 arasında, 75 tanesi de 1967’den günümüze kadar kurulmuştur.

Eserdeki vakfiyelerden sadece bir örnek verelim. Fetihten sonra 1531 yılında Trabzon’da ilk Vakıf olan Trabzon Beylerbeyi İskender Paşa’nın kurduğu “İskender Paşa bin Mustafa Bey” Vakfının vakfiyesi Allahü Azimüşşan’a Hamd-ü Sena, Hz. Peygamber ve ashab-ı kirama salât ve selâm ile başlıyor ve şu ibarelere yer veriyor: Muhakkak dünya meserret karargâhı değil, aldatıcı bir yer ve kaçılacak bir mahal olup, karar kılacak yer değildir. Nimetleri zevale mâruz ve içinde oturanlar göçücü misafirlerdir. Fevz ve necat sahipleri dünyayı kendileri için azık edinenlerdir ve ihtiyaç zamanı için azık ittihaz ve infak edenlerdir. Vakıf dahi bir hasenedir. Faideleri sağlık ve ölüm hallerinde yenilenir nitekim Seyyidimiz ve Peygamberimiz S.A.V. hadis-i şerifile sadaka-i cariyeye teşvik buyurmuştur.”

Devamla “Cenab-ı Hak dahi büyük emirlerin emiri fukara ve yetimlerin yardımcısı hayrat ve hasenat sahibi; ulema, suleha ve sadatın muhibbi Mustafa Bey oğlu Hazret-i İskender Paşa’yı tevfikına mazhar kılınca fukaraya hayırlı yardımı, ulema ve sulehaya izzet ü ikramı hasebiyle çokça ecir ile mükafat buyursun. İnsan yediğini tüketmiş, giydiğini eskitmiş, tasadduk ettiğini ibka etmiş olduğunu anladı da kalb-i selîm’den maada mal ve evlâdın faide menfaat vermediği kıyamet gününde azîm olan Cenab-ı Hakk’ın sevabını talep ve elîm olan azabından kaçınarak bu vakıfların suduruna kadar elinden ve taht-ı tasarrufunda ve havza-i temellükünde bulunan halis ve safi emvalini niyet-i halisa ve taviyyet-i safiye ile vakıf ve habs ve tebid ve tasadduk eyledi. “ izahlarıyla Vakfettiği şeyleri ayrıntısıyla belirtir. İskender Paşa’nın Vakfettiği  eserler arasında 2 hamamın tamamı, mahzenler, dükkânlar, hanlar, menziller, mezralar, değirmeler, camiler, medreseler, bağ ve bahçeler, medresede okuyanların tüm ihtiyaçları vardır.

Vakfiyenin sonunda “Binaenaleyh evkaf-ı mezkure bir vakf-ılazım oldu, satılamaz, rehin verilemez ve alınamaz, hibe edilemez varislerinin hayırlısı olan, Cenab-ı Hak küre-i arza ve üzerindekilere varis olduğu tezahür edinceye kadar kimseye miras kalamaz. Vakıfın ecir ve sevabı hayyü Mübin sıfatlarıyla muttasıf olan Cenab-ı Hakk’a aittir. Bunları duyduktan sonra her kim tebdil ederse vizr ü vebal tebdil edenlere aittir.” Şeklinde sorumluluk gerektiren bir vebal vardır.

Bu vakfiyeden de görüldüğü gibi vakıflar; medeniyet tasavvurumuzun bizlere emanet kalan eserler üzerinden okunmasına dair önemli müesseselerdir.

Arşivlerimizde hâlâ incelenmemiş, üzerinde çalışılmamış bu nitelikte milyonlarca belge bulunmakta, ama ne yazık ki gereken ilgiyi görememektedir.

Öncelikle Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün yapması gereken, arşivlerdeki Osmanlı dönemine ait bütün vakfiyeleri günümüz diline aktarmasıdır. Böylece medeniyet dünyamızın bu önemli metinlerinden bugünkü nesiller haberdar olur ve istifa ederler. Ancak, ne siyasîlerde ne de bürokratlarda böylesine bir tarihî vakıf ve şehir idrakinin olmadığı mevcut durumdan anlaşılıyor. Onun için de görevlilerin yapmadığını “meraklı”lar ve şehrine karşı “mensubiyet mes’uliyeti doğurur” sorumluluğunu taşıyanlar yapıyor.

Dostumuz Süleyman Dinç’i ve eseri yayınlanan İstanbul Aydın Üniversitesi’ni Trabzon ve ülke irfan hayatına kazandırdığı bu önemli eserden dolayı tebrik ediyor, yeni çalışmalar bekliyoruz.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder