Yahya Düzenli
duzenliyahya@gmail.com
Başbakan Davutoğlu, İstanbul/Esenler
Belediyesi’nin düzenlediği “Geleceğin
Şehirleri” konulu sempozyumun gala yemeğinde yaptığı konuşmada tarih,
zaman, şehir ve medeniyet ekseninde altı çizilmesi gereken, bugüne kadar
hiçbir başbakandan, hiçbir şehircilik bakanından, hatta hiçbir mimar (Turgut
Cansever hariç), şehirci ve belediye başkanından duymadığımız önemli mesajlar
verdi. Konuşması süresince ilgiyle de
dinlendi.
Davutoğlu, Başbakan olduğu günden bu yana yaptığı
konuşmalarda doğrudan veya dolaylı olarak “kadîm şehirlerin ruhu”na dikkat
çekiyor, şehir, tarih, medeniyet bağlamında manifesto niteliğinde
muhtevalı metinler ortaya koyuyor.
Umulur ki bu konuşmalar muhataplarında (öncelikle de kendi siyasî, idarî
ve bürokrat kadrolarında) bir ruh canlanmasına sebep olur ve Başbakan’ın ne
demek istediği anlaşılır.
Davutoğlu, söz konusu ettiğimiz “Geleceğin Şehirleri” sempozyumunun gala yemeğinde yaptığı konuşmada
aynı bağlamda oldukça iddialı bir şehir
söylevi verdi. Adeta M.Ö. V. yy.’da Atina’nın altın çağının önderi devlet
adamı, politikacı ve komutan Perikles’in Cenaze Töreni Söylevi” gibi çarpıcı
bir metin… Söylevi dinleyen zevât konuşmayı ilgi ile, sık sık alkışlarla süslediler.
Davutoğlu’nun bu konuşmasındaki şehirlere derin bir
ontolojik bakışından birkaç kesit sunalım:
"Zamanda özellikle şehirlerin tarihi akışı bakımından 3 evre
olduğunu düşünüyorum. Kadim, modernite ve küreselleşme. Şehrin geleceği
dediğimizde aslında bu üçü arasındaki sürekliliği nasıl anladığımızı, nasıl
yorumlamaya çalıştığımızı ifade etmeye gayret ettiğimizi düşünüyorum… "
Davutoğlu, "Bin yılı devirmemiş şehir gerçek anlamda bir mekan, tarihin testinden
geçmiş bir şehir değildir" diyerek, şehirlerin "medeniyet kuran şehirler,"
"medeniyet tarafından kurulan şehirler" ve "medeniyetler
tarafından dönüştürülen şehirler" olarak tasnif edilebileceğine vurgu
yapıyor.
“Kendi ben
idrakimiz, kendi varoluşsal idrakimiz, bilincimiz ile mekanın, zamanın ve
şehrin idraki arasında anlamlı bir köprü kurmak durumundayız" diyen ve üniversiteler,
yerel yönetimler ve diğer ilgili kurumlara şehirle ilgili yapmaları gerekenleri
de hatırlatan Davutoğlu’nun her bir
cümlesinin ayrı ayrı şerh edilmesi gerekiyor. Ancak ne yazık ki hakiki muhataplarından yoksun
olduğundan, "Nakş-ı ber-ab"
(su üzerine yazılan yazı) mahiyetine
bürünen konuşmalar kaybolmaya mahkûm.
Çünkü Davutoğlu’nun konuşmasındaki şehir
muhteva’sının, kifayetsiz muhterisler elinde harcanması için bütün
şartlar mevcut!
Davutoğlu’nun şehir birikimi, derinliği ve
hassasiyetinden kaynaklanan irticalî söylevleri kendisini
dinleyenlerde dikkat uyandırıyor. Ancak, mesajları konuştuğu salonun dışına ne
yazık ki taşamıyor, bu gidişle de taşamayacak! İşin tehlikeli ve trajik tarafı
şu ki; Davutoğlu’nun şehir, tarih,
medeniyet söylevleri sadece zihin konforu olarak kalmak ve bu kavramlar
kullanıla kullanıla sıradanlaşmak gibi bir akıbete mahkûm görünüyor. Çünkü bu
mesajları alacak, benimseyecek ve pratik alana taşıyacak idraklere,
şehircilere, mimarlara, yerel yöneticilere, en önemlisi de siyaset
partnerlerine sahip değil!
“Zihin konforu”ndan kastım, Davutoğlu’nun
derunî bakış ve izahının anlaşılması için muhataplarının yeterli
gayreti göstermemesi, bunları süregelen alışkanlıkları çerçevesinde
zihni bir emek harcamaksızın dinlemeleridir.
Davutoğlu’nun gerek etrafında gerekse de
“çevre ve şehir”le ilgili Bakanlık, belediye gibi kurumlarda onun dilini,
kavramlarını, şehir idrakini, tarihsel bağlamda şehir mukayeselerini bırakın
anlayabilecek, dinlemeye bile tahammül edebilecek bir kadronun olduğunu zannetmiyorum.
Zannetmiyorum çünkü; Davutoğlu’nun iş başına geldiğinden bu yana ne Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı’nda, ne de devletin toplu konut aygıtı TOKİ’de bu
yönde hiçbir teşebbüs, heyecan, gelişme yok! Tam aksine “bu devran böyle gelmiş böyle gider!”
nakaratı bütün canlılığıyla berdevam.
Ak Parti ile şehircilikte
kaybedilen 13 yıl, ne yazık ki 13 asır gibi heba edilmiş önemli yıllardı. Çünkü
bu dönemde “geleceğin şehirleri”ne
dair hiçbir bilgi, birikim ve tasavvuru olmayan başta ilgili Bakanlık, TOKİ ve
yerel yönetimler olmak üzere “Kentsel dönüşüm” veya başka isimler altında
(sadece maddi kayıp olarak) inşaat havzasında katrilyonlar geri dönmemek
üzere toprağa gömüldü. Sadece toprağa gömülmekle kalmadı, şehirlerimizin
kimyası bozuldu. Bugün ise, tarihî süreklilik içinde şehircilikte yeni bir
zihniyet ve dönüşüm gerçekleştirme imkân ve fırsatına sahipken, bunu
kullanıcıların elinde harcayan siyasî iktidar ve ilgili kurumları, geriye bakıp
da “keşke” diye bir nedamet bile gösteremiyor!
Bu dönüşümü başlatabilecek ve ilk adımı atabilecek
rahmetli Turgut Cansever’in hiçbir teklif ve tedbirine itibar etmeyen, onun
feryatlarına kulak tıkayan, eserlerine gözünü kapayan bir zihniyetin şehir
modeli de tabiidir ki TOKİ tabutlukları ve
kentsel dönüşüm faciaları olur.
Semerkand, Buhara, Bağdat, Şam, Isfahan, Bursa,
Amasya, Trabzon, Konya gibi büyük medeniyet şehirlerinin tarihlerine
baktığımızda ilk inşa edicilerinin kısa
sürede bu şehirleri yaşanılır hale getirdiklerini
görüyoruz. O eski şehir bânileri bugün olsaydı 13 yılda herhalde yeni bir ülke
inşa edebilirlerdi!
İşledikleri şehir cinayetlerini şehir inayetleri
görenlere değil sözümüz! Onların fehm ü idrakleri “bu
kadar sıkleti çekmez”.
Davutoğlu, söz konusu konuşmasında “bir yerde
süreklilik halinde bir kültürü idrak ettiği, oluşturduğu, geliştirdiği ve
aktardığı zaman o milleti, o topluluğu tarihin özne yapacağı”nı ve “Bütün kadim kültürlerin, mekanla insanın
buluştuğu yerde varoluşun idrak ve tarihi yansıması anlamında şehirleri
kurduklarını”söylüyor. İşte bugünkü siyasîlerde, ilgili bakanlıklarda
ve şehir yöneticilerinde olmayan ve ihtiyaç hissedilmeyen de bu! Bazen farkında
olmadan çelikten duvara karşı söylediğiniz sözlerin sadece yankısının zevkiyle
mest oluyorsunuz!
Öncelikle bir zihniyet
dönüşümünden geçmeden, idrakler terbiye edilmeden ne Yeni
Türkiye iddiaları, ne de medeniyet şehirleri iddiaları bir söylemden öteye
geçemeyecektir!
Davutoğlu’nun iyi bir medeniyet tarihi hocası
olduğuna şüphemiz yok. Ancak, öncelikle siyasetin büyük ölçüde kifayetsiz
muhterislerle işgal edilmiş bünyesini temizleyip, tarihsel bir şehir
idraki ve derinliğine sahip kadroları nasıl bulur bilemiyoruz. İmkanlar âleminde
böyle bir gerçeklik mevcut değil ama, ihtimaller âleminde mümkün olabilir mi, o
da şüpheli. Çünkü siyasetçinin söylevden
çok eyleme kitlenmediği yerde bahsettiğimiz kifayetsiz muhterislerin kapanlarından kurtulabilmek oldukça
zor. Emecek damar arayan sülükler sürekli sizi takip ederler. Örnekler mebzul
miktarda ortada… Şehirlerimizi istilâ edip katleden ve yaptıklarını “merd-i kıptî” gibi “şecaat” olarak arzeden Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile TOKİ
zihniyetinin açtığı yolda müteahhit, belediye başkanı ve diğer yöneticilerin
avlandığı şehirler vahşi cangılında Davutoğlu’nun şehir söylevlerinin fanteziden ibaret kalacağını düşünüyoruz.
Davutoğlu’nun şehir duyarlılığı ve derinliği akademisyenliğinden beri
biliniyor. Birçok toplantıda bu yönde konuşmalar yaptı, tebliğler sundu. Hatta
rahmetli muhakkik mimar Turgut Cansever’in rehberliğinde bazı önemli şehir
projelerinde de yer aldı.
Bu mânâda özellikle “şehir”le ilgili derinlikli sözleri Davutoğlu’ndan
başka hiçbir siyasîden dinlemesek de (Üstad’ın mısraıyla) “Lâfını çok dinledik şimdi iş
inkılâpta!” hikmetinin hayata
geçirilmesini beklemekteyiz.
Bir konuşmanın hacmini aşan daha birçok önemli
mesajlar veren Davutoğlu’nun şehir söylevleri ne yazık ki çöle akarken çölde
kaybolan çağlayan bir nehir gibi boşa gidiyor ve hal böyle devam ederse
gidecek! Davutoğlu’nun mesajları (Cemil
Meriç’in deyimiyle) sadece “Kuledeki nöbetçinin feryadı.”
“Şehir derdi”yle dertli olduğundan emin olduğumuz,
ancak bu dertle dertlenecek kadrodan da bir o kadar mahrum olduğunu gördüğümüz
Davutoğlu’nun öncelikle kendi konuşmalarını, hoca iken hazırladığı şehir
metinlerini “şehir okumaları” olarak öncelikle konunun Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı, TOKİ, belediye başkanları, üniversitelerin ilgili bölümleri gibi
paydaşlarının okuyup hazmetmeleri gerekir ki söylediklerinin en azından “yankı”
şeklinde geri dönüşü olabilsin. Aksi takdirde zihin konforunun damıtılmış gıdaları olarak salonların zoraki
hazirûnlarına hoş bir sâdâ olarak
kalacaktır.
Ak Parti’nin “Yeni Türkiye”sinin öncelikle bir
zihniyet seferberliğiyle ve bunun göstergesi olarak inşa ettiği/edeceği şehir
mekânlarıyla tebellür etmesi gerekiyor. Yoksa hamasî nutuklar, hayatî
tedbirleri gölgede bırakır.
Yazımızın başına aldığımız Üstad Necip Fazıl’ın müthiş
ikazını tekrar hatırlatalım: "Herşeyi o kadar berbat ettiler ki büsbütün berhava etmeden toplama
imkanı kalmadı"
Dem o dem ki, şehirlerimize cerrahî
müdahaleden başka çare kalmamıştır.
Elbette ki
Tanzimat’tan bu tarafa üst üste yığılmış bulunan “şehir kirlilikleri”nin hemen
temizleneceğini, kirletilen mekân
ve muhitin bir anda ıslah edileceğini beklemiyoruz. Ancak zihniyet dönüşümüne dair
bir kıpırtı ve bu yönde en küçük bir amel-i
salih gördüğümüzde tenkidlerimizi tebriğe tebdil
etme tavrında olacağımızdan
da şüphe olmasın.
Ümidimiz ve
duamız; henüz altı aylık bir Başbakan’ın ruhumuzu şenlendiren derunî ve muhtevalı
şehir fikriyatının karşılık bulmasıdır.