27 Ocak 2015 Salı

BAŞBAKAN’IN “ŞEHİR SÖYLEVLERİ” ZİHİN KONFORUNU AŞABİLECEK Mİ?

Yahya Düzenli
duzenliyahya@gmail.com

Başbakan Davutoğlu, İstanbul/Esenler Belediyesi’nin düzenlediği “Geleceğin Şehirleri” konulu sempozyumun gala yemeğinde yaptığı konuşmada tarih, zaman, şehir ve medeniyet ekseninde altı çizilmesi gereken, bugüne kadar hiçbir başbakandan, hiçbir şehircilik bakanından, hatta hiçbir mimar (Turgut Cansever hariç), şehirci ve belediye başkanından duymadığımız önemli mesajlar verdi.  Konuşması süresince ilgiyle de dinlendi.

Davutoğlu, Başbakan olduğu günden bu yana yaptığı konuşmalarda doğrudan veya dolaylı olarak “kadîm şehirlerin ruhu”na dikkat çekiyor, şehir, tarih, medeniyet bağlamında manifesto niteliğinde muhtevalı metinler ortaya koyuyor.  Umulur ki bu konuşmalar muhataplarında (öncelikle de kendi siyasî, idarî ve bürokrat kadrolarında) bir ruh canlanmasına sebep olur ve Başbakan’ın ne demek istediği anlaşılır.

Davutoğlu, söz konusu ettiğimiz “Geleceğin Şehirleri” sempozyumunun gala yemeğinde yaptığı konuşmada aynı bağlamda oldukça iddialı bir şehir söylevi verdi. Adeta M.Ö. V. yy.’da Atina’nın altın çağının önderi devlet adamı, politikacı ve komutan Perikles’in Cenaze Töreni Söylevi” gibi çarpıcı bir metin… Söylevi dinleyen zevât konuşmayı ilgi ile, sık sık alkışlarla süslediler. 

Davutoğlu’nun bu konuşmasındaki şehirlere derin bir ontolojik bakışından birkaç kesit sunalım:

"Zamanda özellikle şehirlerin tarihi akışı bakımından 3 evre olduğunu düşünüyorum. Kadim, modernite ve küreselleşme. Şehrin geleceği dediğimizde aslında bu üçü arasındaki sürekliliği nasıl anladığımızı, nasıl yorumlamaya çalıştığımızı ifade etmeye gayret ettiğimizi düşünüyorum… "

Davutoğlu, "Bin yılı devirmemiş şehir gerçek anlamda bir mekan, tarihin testinden geçmiş bir şehir değildir" diyerekşehirlerin "medeniyet kuran şehirler," "medeniyet tarafından kurulan şehirler" ve "medeniyetler tarafından dönüştürülen şehirler" olarak tasnif edilebileceğine vurgu yapıyor.

“Kendi ben idrakimiz, kendi varoluşsal idrakimiz, bilincimiz ile mekanın, zamanın ve şehrin idraki arasında anlamlı bir köprü kurmak durumundayız" diyen ve üniversiteler, yerel yönetimler ve diğer ilgili kurumlara şehirle ilgili yapmaları gerekenleri de hatırlatan Davutoğlu’nun her bir cümlesinin ayrı ayrı şerh edilmesi gerekiyor. Ancak ne yazık ki hakiki muhataplarından yoksun olduğundan, "Nakş-ı ber-ab" (su üzerine yazılan yazı) mahiyetine bürünen konuşmalar kaybolmaya mahkûm.

Çünkü Davutoğlu’nun konuşmasındaki şehir muhteva’sının, kifayetsiz muhterisler elinde harcanması için bütün şartlar mevcut!

Davutoğlu’nun şehir birikimi, derinliği ve hassasiyetinden kaynaklanan irticalî söylevleri kendisini dinleyenlerde dikkat uyandırıyor. Ancak, mesajları konuştuğu salonun dışına ne yazık ki taşamıyor, bu gidişle de taşamayacak! İşin tehlikeli ve trajik tarafı şu ki; Davutoğlu’nun şehir, tarih, medeniyet söylevleri sadece zihin konforu olarak kalmak ve bu kavramlar kullanıla kullanıla sıradanlaşmak gibi bir akıbete mahkûm görünüyor. Çünkü bu mesajları alacak, benimseyecek ve pratik alana taşıyacak idraklere, şehircilere, mimarlara, yerel yöneticilere, en önemlisi de siyaset partnerlerine sahip değil!

 “Zihin konforu”ndan kastım, Davutoğlu’nun derunî bakış ve izahının anlaşılması için muhataplarının yeterli gayreti göstermemesi, bunları süregelen alışkanlıkları çerçevesinde zihni bir emek harcamaksızın dinlemeleridir.

Davutoğlu’nun gerek etrafında gerekse de “çevre ve şehir”le ilgili Bakanlık, belediye gibi kurumlarda onun dilini, kavramlarını, şehir idrakini, tarihsel bağlamda şehir mukayeselerini bırakın anlayabilecek, dinlemeye bile tahammül edebilecek bir kadronun olduğunu zannetmiyorum. Zannetmiyorum çünkü; Davutoğlu’nun iş başına geldiğinden bu yana ne Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nda, ne de devletin toplu konut aygıtı TOKİ’de bu yönde hiçbir teşebbüs, heyecan, gelişme yok! Tam aksine “bu devran böyle gelmiş böyle gider!”  nakaratı bütün canlılığıyla berdevam.

Ak Parti ile şehircilikte kaybedilen 13 yıl, ne yazık ki 13 asır gibi heba edilmiş önemli yıllardı. Çünkü bu dönemde “geleceğin şehirleri”ne dair hiçbir bilgi, birikim ve tasavvuru olmayan başta ilgili Bakanlık, TOKİ ve yerel yönetimler olmak üzere “Kentsel dönüşüm” veya başka isimler altında (sadece maddi kayıp olarak) inşaat havzasında katrilyonlar geri dönmemek üzere toprağa gömüldü. Sadece toprağa gömülmekle kalmadı, şehirlerimizin kimyası bozuldu. Bugün ise, tarihî süreklilik içinde şehircilikte yeni bir zihniyet ve dönüşüm gerçekleştirme imkân ve fırsatına sahipken, bunu kullanıcıların elinde harcayan siyasî iktidar ve ilgili kurumları, geriye bakıp da “keşke” diye bir nedamet bile gösteremiyor!

Bu dönüşümü başlatabilecek ve ilk adımı atabilecek rahmetli Turgut Cansever’in hiçbir teklif ve tedbirine itibar etmeyen, onun feryatlarına kulak tıkayan, eserlerine gözünü kapayan bir zihniyetin şehir modeli de tabiidir ki TOKİ tabutlukları ve kentsel dönüşüm faciaları olur.

Semerkand, Buhara, Bağdat, Şam, Isfahan, Bursa, Amasya, Trabzon, Konya gibi büyük medeniyet şehirlerinin tarihlerine baktığımızda ilk inşa edicilerinin kısa sürede bu şehirleri yaşanılır hale getirdiklerini görüyoruz. O eski şehir bânileri bugün olsaydı 13 yılda herhalde yeni bir ülke inşa edebilirlerdi!

İşledikleri şehir cinayetlerini şehir inayetleri görenlere değil sözümüz! Onların fehm ü idrakleri  “bu kadar sıkleti çekmez”.

Davutoğlu, söz konusu konuşmasında bir yerde süreklilik halinde bir kültürü idrak ettiği, oluşturduğu, geliştirdiği ve aktardığı zaman o milleti, o topluluğu tarihin özne yapacağı”nı ve “Bütün kadim kültürlerin, mekanla insanın buluştuğu yerde varoluşun idrak ve tarihi yansıması anlamında şehirleri kurduklarını”söylüyor. İşte bugünkü siyasîlerde, ilgili bakanlıklarda ve şehir yöneticilerinde olmayan ve ihtiyaç hissedilmeyen de bu! Bazen farkında olmadan çelikten duvara karşı söylediğiniz sözlerin sadece yankısının zevkiyle mest oluyorsunuz!

Öncelikle bir zihniyet dönüşümünden geçmeden, idrakler terbiye edilmeden ne Yeni Türkiye iddiaları, ne de medeniyet şehirleri  iddiaları bir söylemden öteye geçemeyecektir!

Davutoğlu’nun iyi bir medeniyet tarihi hocası olduğuna şüphemiz yok. Ancak, öncelikle siyasetin büyük ölçüde kifayetsiz muhterislerle işgal edilmiş bünyesini temizleyip, tarihsel bir şehir idraki ve derinliğine sahip kadroları nasıl bulur bilemiyoruz. İmkanlar âleminde böyle bir gerçeklik mevcut değil ama, ihtimaller âleminde mümkün olabilir mi, o da şüpheli. Çünkü siyasetçinin söylevden çok eyleme kitlenmediği yerde bahsettiğimiz kifayetsiz muhterislerin kapanlarından kurtulabilmek oldukça zor. Emecek damar arayan sülükler sürekli sizi takip ederler. Örnekler mebzul miktarda ortada… Şehirlerimizi istilâ edip katleden ve yaptıklarını “merd-i kıptî” gibi “şecaat” olarak arzeden Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile TOKİ zihniyetinin açtığı yolda müteahhit, belediye başkanı ve diğer yöneticilerin avlandığı şehirler vahşi cangılında Davutoğlu’nun şehir söylevlerinin fanteziden ibaret kalacağını düşünüyoruz.

Davutoğlu’nun şehir duyarlılığı ve derinliği akademisyenliğinden beri biliniyor. Birçok toplantıda bu yönde konuşmalar yaptı, tebliğler sundu. Hatta rahmetli muhakkik mimar Turgut Cansever’in rehberliğinde bazı önemli şehir projelerinde de yer aldı.

Bu mânâda özellikle “şehir”le ilgili derinlikli sözleri Davutoğlu’ndan başka hiçbir siyasîden dinlemesek de (Üstad’ın mısraıyla) “Lâfını çok dinledik şimdi iş inkılâpta!” hikmetinin hayata geçirilmesini beklemekteyiz.

Bir konuşmanın hacmini aşan daha birçok önemli mesajlar veren Davutoğlu’nun şehir söylevleri ne yazık ki çöle akarken çölde kaybolan çağlayan bir nehir gibi boşa gidiyor ve hal böyle devam ederse gidecek! Davutoğlu’nun mesajları (Cemil Meriç’in deyimiyle) sadece “Kuledeki nöbetçinin feryadı.”

“Şehir derdi”yle dertli olduğundan emin olduğumuz, ancak bu dertle dertlenecek kadrodan da bir o kadar mahrum olduğunu gördüğümüz Davutoğlu’nun öncelikle kendi konuşmalarını, hoca iken hazırladığı şehir metinlerini “şehir okumaları” olarak öncelikle konunun Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, TOKİ, belediye başkanları, üniversitelerin ilgili bölümleri gibi paydaşlarının okuyup hazmetmeleri gerekir ki söylediklerinin en azından “yankı” şeklinde geri dönüşü olabilsin. Aksi takdirde zihin konforunun damıtılmış gıdaları olarak salonların zoraki hazirûnlarına hoş bir sâdâ olarak kalacaktır.

Ak Parti’nin “Yeni Türkiye”sinin öncelikle bir zihniyet seferberliğiyle ve bunun göstergesi olarak inşa ettiği/edeceği şehir mekânlarıyla tebellür etmesi gerekiyor. Yoksa hamasî nutuklar, hayatî tedbirleri gölgede bırakır.

Yazımızın başına aldığımız Üstad Necip Fazıl’ın müthiş ikazını tekrar hatırlatalım: "Herşeyi o kadar berbat ettiler ki büsbütün berhava etmeden toplama imkanı kalmadı"

Dem o dem ki, şehirlerimize cerrahî müdahaleden başka çare kalmamıştır.

Elbette ki Tanzimat’tan bu tarafa üst üste yığılmış bulunan “şehir kirlilikleri”nin hemen temizleneceğini, kirletilen mekân ve muhitin bir anda ıslah edileceğini beklemiyoruz. Ancak  zihniyet dönüşümüne dair bir kıpırtı ve bu yönde en küçük bir amel-i salih gördüğümüzde tenkidlerimizi tebriğe tebdil etme tavrında olacağımızdan da şüphe olmasın.

Ümidimiz ve duamız; henüz altı aylık bir Başbakan’ın ruhumuzu şenlendiren derunî ve muhtevalı şehir fikriyatının karşılık bulmasıdır.


 (El Cezire Türk, 27.01.2015)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder