5 Ocak 2015 Pazartesi

ŞEHİR, WRIGHT VE ORGANİK MİMARÎ..

Yahya Düzenli
duzenliyahya@gmail.com

Bir toplumun dönüşümünde kırılma olgusunun en önemli göstergelerinden birisi şehir tasarımı ve mimarî tarzıdır. Osmanlı’nın erken dönem, klasik dönem ve çözülme dönemlerindeki şehir dokusu ve mimarî tarzlarına baktığımızda bu gerçeği görürüz. Erken Cumhuriyet döneminde de bu tür mimarî arayışlar görüyoruz. Son 13 yılın Ak Parti iktidarında ise aksine/tersine ahit olmaktayız. Şehir ve mimarî terkedilmiş bir alan, gereksiz bir uğraş olarak addedilmiş, ülkemizin bütün şehirleri Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve TOKİ ile kifayetsiz muhteris müteahhit, yerel yönetici ve mimarlar eliyle, adeta bir meydan muharebesinin ölü tarlaları şeklinde betona terkedilerek şehir katliamlarının mahşeri haline getirilmiştir.

Bu bağlamda Amerika’nın modern mimarlık tarihinin önemli isimlerinden birisi olan Frank Lloyd Wright, ortaya attığı organik mimari kavramı ve uygulamalarıyla bir mimarî felsefe geliştirmiştir. Yalnızca Amerikan konut mimarisine dair düşünce ve tasarımlar ortaya koymakla kalmayan Wright, bunları pratiğe de dökerek bu yönde yeni bir mimari dille konuşmaktadır. 19. ve 20. yüzyıl Amerikan mimari arayışlarında önemli bir yol ve akım olarak iz bırakan organik mimarî, bizde erken cumhuriyet dönemindeki Türk Evi arayışı gibi Amerikan Evi üzerinde alternatifler ortaya koyar.

20. yüzyılın başlarında ABD’de Wright örneğinde olduğu gibi şehir ve mimaride de bir “Amerikan Rüyası” vardı ve bu rüyayı gören siyasiler, şehirci ve mimarlar bulunuyordu. Bizde “Yeni Türkiye” iddiasını nakarat olarak tekrarlayanlarda böyle “rüya” görebilen, rüyasını tabir edebilen, gerçekleştirme idrak ve iradesine sahip şahsiyetler var mı?

Vakit o vakit ki; nevm halinde değil, yakaza halinde rüya görme hâcetindeyiz. Ama boşuna! Çünkü “güneşi ceketinin astarında kaybetmiş” bir toplumda küllî anestezi hali devam ediyor!

1916’da Wright’la ilgili yayınlanan bir kitapta şu ifadeler yer alır: “İşler şimdi değişiyor. Büyük bir adamın dehası Amerika’daki yapı geleneğine giriyor. Frank Lloyd Wright, Amerika’nın büyük mimarı, insanlar için Amerikan sisteminde ev yaratmak için tüm dehasını ortaya koyuyor… İşte bay Wright’in yaptıkları… Bir Amerikalı olarak takdir etmelisiniz… Amerika bir mimariyi haketmektedir. Ne inşa edilirse edilsin o oranın toprağına aittir. Binalar orada yaşayanları ve ulusal karakteri temsil ederler. Amerikan sistemindeki evler Amerikan duyularının sesidir. Amerikan mimarisi doğal olarak doğmuştur, o bizim aramızdan büyük bir güçle doğmuştur. Frank Lloyd Wright ile ulusumuz kendi yorumcusunu bulmuştur. Onunla birlikte Amerika kopyacı olmaktan kurtulmuştur….”

Bu satırlar bize rahmetli muhakkik mimar Turgut Cansever’i hatırlatıyor. O da şehir ve mimarîde Osmanlı sonrası önemli arayış, felsefe, tasarım ve uygulamalar ortaya koymasına, ikaz, feryâd, tenkîd ve tekliflerine rağmen anlaşılamamış, en çok da muhafazakâr iddialı iktidarca ademe mahkûm edilmiş, yâni yok sayılmıştır. Şimdilerde ise Selçuklu evleri, Osmanlı tarzı, yatay mimarî nakaratlarıyla (duyanların istihza ile tebessüm edeceği) anakronik, anlamsız, zamanı kaybolmuş söylemlere sığınmayı neredeyse yeni bir varoluş biçimi haline getirmişlerdir. Bu nakaratlar rical-i siyaset ve TOKİ tarafından tekrarlanırken aynı anda şehir tabutlukları göğe yükselmeye devam ediyor.

Kimilerince ‘ütopik modernist’ olarak nitelense de F. L. Wright gibi kendi ülke ve mimarisine dair endişe ve tasavvurları olmayanlar onun organik mimarî anlayışına dair şu satırlarını anlayabilir mi: “Bugün, bu ulusta, bu ulusun içindeki bir yerdeyiz; bu sizin hayatınız ve benim hayatım, burası aynı şeyleri düşündüğümüz yer. Yapmamız gereken, bir başlangıç noktası belirleyerek mimarlığı düşünmek, ki biz buna organik mimari diyoruz.

Şehre dair tarihî şuur ve derinliği, aidiyet dünyasına dair medeniyet birikim ve tasavvuru, günümüze ve geleceğe dair arayışı olmayan idrakleri iltihaplı zihinlerce harcanmış yıllar ve katledilmiş şehirlerimize bakınca kahrolmamak mümkün değil! 

İtalyan yazar G. Papini 1920’li yıllarda yazdığı GOG isimli eserinde “Wright’i ziyaret veya Geleceğin Mimarisi”  başlığı altında  “Evrensel aptallıkla savaşan böyle adamları her zaman ararım” der. Kitabında Wright ile mülakata başlamadan önce şu notu düşer: “Hem benim hem de onun vatandaşları kendisini pek sevmezler, takdir etmezler. Bu belki de büyük merkezler ve gökdelen binaların düşmanı olduğunu söylemek cesaretinde bulunuşundandır.”

Wright’i dinliyoruz:

“-Bu güne kadar bütün mimarların yaptıkları, orta çağda ve Japonya’da birkaç istisna bir tarafa, gülünç bir yanlışlıktır. Tabiata eklenen, boş benliğin ve salaklığın doğurduğu her şeyi, cepheleri, kitle tesirlerini, tenazurları, zevk endişesini, gösterişi, süsleri, ihtişamı, debdebeyi, fazlalıkları, estetik hayranlık uyandırmak için yapılanları, insanları üst üste yığıp boğan şehirleri inkâr edip ortadan kaldırmak gerekir. Tabiatı değiştiren, örten ve arkada bırakan ne varsa cinayettir…

Mimarî, benim anladığım tarz da dahil, her zaman tabiata bir ektir, manzarayı bozan bir parazit, küstah bir müdahaledir. İnsanlar taş, demir ve çimento binalarla sade ve hür kırlara yığılarak oraları çirkinleştirmekten vazgeçmelidir. Şuraya dikkatinizi çekmek isterim ki, bu vardığım hükme benim geçmişteki inşaatlarımı da dahil ediyorum.

Bundan böyle meskenler tabiatın içinde esasen mevcut ve kendisini kabule hazır yerlerde aranıp yapılmalıdır. Bunun için büyük bir rötuş ve uygulama yetecektir. Temizlenip genişletilmiş bir dağ oyuğu, oturulabilecek hale getirilmiş bir in, rasyonel bir tarzda tanzim edilmiş bir mağara, lav duvarlarla örülmüş sönmüş bir yanardağ ağzı, iri gövdeli bir ağacın ılık kovuğu yüz asır önce insanların meskenleri idi. Gelecekte de öyle olacaktır.

… Yalnız tanrısal ilkellerde dâhi paleolitik ve neolitik insanlara hayranım. Gökdelenler tabiata, yani tanrıya hakarettir. Yalnız tabiatın birer parçası olacak kadar ona uymuş, içine girmiş oyuklar mükemmel birer meskendir, çünkü beşerî gururumuzdan, ormanların ve dağların kutsal bekâretlerine lüzumsuz ve lagar duvarlar dikmeğe kalkışanlar o gururumuzdan vazgeçtiğimizi gösterir.

Gerçek mimarî, geleceğin mimarisi, bence, her türlü mimari şekillerini kaldıran mimaridir. Esasen ihtilâlim mimarinin yok edilmesi ile neticelenecektir. Bundan böyle mimarinin rolü inler ve mağaralar arayıp düzenlemekten ibaret olacaktır.

Papini, Wright’i ironiyle karışık bu önemli tespitleriyle konuşturduktan sonra, “sözlerimi bitirir bitirmez ihtiyar Frank Lloyd Wright kıs kıs gülmeğe başladı…” der.

İstisnaları olmakla birlikte, kendi ülkesinin şehir ve mimarisine dair orijinal düşünceler, geleceğe dair böylesine ontolojik endişeler taşıyan siyasî, şehirci, yerel yönetici, akademisyen, mimar ya da müteahhitler görebiliyor muyuz?

Acaba gelecek nesiller, kendilerine miras olarak şehir diye katliam müzelerini bırakanları nasıl hatırlayacak? Korkarız ki, Moğolların 12 ve 13. yy.da İslâm şehirlerinde yaptıklarını özetleyen tarihçi Cüveynî’nin şu trajik cümlesiyle bu devri değerlendirecek: “Geldiler, yakıp yıktılar ve defolup gittiler.”  Veya “Ol şehr-i mamuru inşa eyleyenlere Cenab-ı Bâri inayet eylesün!” diye dua edecekler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder