12 Ocak 2015 Pazartesi

ALİ ŞÜKRÜ BEY’İN CENAZESİNE DAİR BİR FOTOĞRAF VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ…

Yahya DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com

Büyük şehidler büyük şahidlerdir. İmanın, fikrin, tarihin şahidleri..

Şehirler vardır, şehidleriyle yaşarlar, şehidlerini yaşatırlar. Şehidleri şehirlerine şahitlik eder, şehirleri de onlara şahidlik eder. Unutmazlar birbirlerini. Unutturulamazlar. Bir gün gelir dava ve manaları yattıkları mübarek topraktan lâv halinde fışkırır.

Ali Şükrü Bey, hayatıyla da memâtıyla (ölümüyle) da şahidlik yapan böylesine büyük bir şehiddir.

O adeta dünyada şahidlik ve şehidlik için yaşamıştı.

Şehid-i muazzez Ali Şükrü Bey’in 23 Mart 1923 günü Birinci Meclis’te Trabzon Meb’usu iken 39 yaşında katledilmesi, yakın siyasî tarihimizin üzeri bugüne kadar örtülü kalmış “fail-i meşhur” cinayetlerinden birisidir. Aslında, Birinci Meclis'teki müthiş enerjisi, öncelikleri ve hassasiyetleriyle “niçin katlettirildiği” belli olan Ali Şükrü Bey’in kısa hayatı “ne kadar değil nasıl yaşadığı”nın önemli olduğunu gösteren sembol bir hayattır. 39 yıllık kısa hayata sığdırılamayacak mücadelesi, bugünün siyasilerine numune-i emsal bir mesaj niteliğindedir. Sonu şehadetle taçlanmış bu mücadele herkesin göze alamayacağı destansı bir mücadeledir.

Gerek dönemin şahitleri ve bu şahitlerin yazdıkları, gerekse de aradan geçen 92 yıl, Ali Şükrü Bey cinayetini toplumsal hafızadan silememiş, cinayeti taammüden hazırlayanların, işleten ve işleyenlerin lanetle hatırlanacakları bir hadise olarak günümüze kadar gelmiştir. İsmi, mücadelesi ve Trabzon Boztepe’deki kabri 92 yıl boyunca unutturulmak istense de “onlar hakikatte diridir” mutlak ölçüsünün bir tezahürü olarak hayatıyla devamlı hatırlanan bir şahsiyet olarak mesaj vermeye devam etmektedir. Tabii mesajını alana ve anlayanlara…

O Ali Şükrü Bey ki; hem son Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda hem de Birinci TBMM’de Trabzon Milletvekili olarak yer almış, kurulan yeni Cumhuriyetin istikametinin tarihî köklerimizden bilinçli olarak uzaklaştırılması ve yabancılaştırılmasına karşı TBMM’deki duruşu ve tarihî muhalefeti hafızalarda gür bir dava ve haysiyet sâdâsı olmuştur. 

Başta ve özellikle Mustafa Kemal’e, onun kadroları ve politikalarına,

·         Hilâfetin kaldırılmasına,
·         Lozan’daki hezimete,
·         Musul-Kerkük, Adalar, Batı Trakya, Batum’un terk edilmesine,
·         Osmanlı bakiyesi üzerine kurulan Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin inkâr ve red politikalarına,
·         Bütün bir İslâmî gelenek ve tarih katliamlarına

karşı verdiği mücadele, bugün örnek alınması gereken duruş sahibi bir mücadele adamının nasıl olması gerektiğini ortaya koyar.

Askerlik hayatıyla, yazı ve yayın hayatıyla ve en önemlisi siyasî hayatıyla keskin ve kesintisiz bir istikamet sahibi olan Ali Şükrü Bey’i, yeni cumhuriyetin “tarihî medeniyet havzamız”ı terk ve batı zihniyet ve yörüngesine teslim tavrına karşı soylu ama bir o kadar da yalnız bir başkaldırının haysiyetli sahibi olarak rahmet ve minnetle hatırlıyoruz.

“Hatırlamak” sahibine mükellefiyet ihtar eden bir mes’uliyet yükler!  

Şehirlerin haysiyeti de, kendileriyle hatırlanan şahsiyetleri hatırlamalarıyla ortaya çıkar.

Ali Şükrü Bey’i hatırlamak da sadece yılın belli bir gününe, O’nun resmî biyografisine hapsetmekle değil; bugünün ve geleceğin nesillerine örnek bir şahsiyet olarak anlatılması, tanıtılması ve benimsetilmesiyle olur. Bu, kendisini şehre ait hisseden herkesin üzerinde bir vebaldir.

Şehadetinin ardından estirilen devlet terörü, tehdit ve baskılar bu büyük şahsiyetin ismini, davasını ve kabrini uzun yıllar unutturdu. Ancak, şehid edilişinden 27 yıl sonra, hiç kimsenin ismini anmaya cesaret edemediği bir zamanda Üstad Necip Fazıl 10 Kasım 1950 tarihli Büyük Doğu’da  “İbret, Gayret!” başlıklı bütün bir yakın tarih sorgulamasının ipuçlarını veren bir yazı yazar. 

Yazısında “Cumhuriyetin ilanına 8 ay kala, 1923 senesi Mart ayında, muhalefet grubu mebuslarından, fazilet ve ahlak, Türklük ve insanlık örneği, milliyetçi ve mukaddesatçı mebus Ali Şükrü öldürüldü” der ve devamla “Artık saffet devrini kapayan ve başında bulunanların hakikî kast ve niyetleriyle tezahüre başlayan Millî Mücadele çığırının, sadece iman ve mukaddesat safındaki bu kahraman çocuğunu, sırf mahrem renkleri ve gizli mânaları sezdiği ve bu yüzden muhalefete geçtiği için vahşice öldürttüler! Öldürtmediler, biri öldürttü; bu kimdir???” diye o güne kadar sorulmamış ve bugün bile sorulamayan o soruyu sorar ve yakın tarihin hesaba çekilmesine dair şöyle der:

“Hak, hak, hak; hakikat, hakikat, hakikat diye bağıran ağızlara, çamur, necaset ve ufunet atmakta devam eden sefil an'ane, yerin dibine geçsin! “Türküm!” diyen, “Ne mutlu!” demeden evvel, mutlaka uzak ve yakın tarihinin gerçek hesabını istemekle mükellef değil midir? Ey, Ağrı dağındaki en uzak çobandan, Meriç kenarındaki en belirsiz köylüye kadar bütün Türkler!!! Hakikatten daha aziz ve üstün bir şahıs tanımaya imkân var mıdır??? Ne derlerse desinler ulvî ve münezzeh Büyük Doğu mücahedesi muzaffer olacak; ve azametli hesap ânı, bir gün, şafak vakti ufukların açılması gibi açılacakr. Allah şehidi Ali Şükrü vakası, o zaman, belki de bu hesapların en ehemmiyetsizlerinden birini teşkil edecektir. Bir (şarjör)ün tıklım tıklım kurşunla dolu olması gibi, yalnız mesele ve vesikayla dolu olduğumuzu, fakat bunlardan her birini ortaya dökmekte belli başlı zamanlar ve mekânlar kolladığımızı ve henüz bu mânevi kurşunlardan hiçbir şey sarf etmemiş bulunduğumuzu biliniz!!!”

Üstad Necip Fazıl, yazısını şöyle tamamlar: Allahın lütuflarına müstağrak şehit ruhları, sizden sizi, sizden kendi kendinizi, öz tarihinizi ve hakikati tanımanızı istiyor!!! Dünyanın en kalpazan ve sahtekâr mâna tuzaklarında mahkûm ve esir yaşamakta ne güne kadar devam edeceğiz???”

Üstad’ın bu canhıraş feryâdları hâlâ muhatap ve karşılık bulamamıştır. En başta kendisini bir ömür temsil ettiği şehri Trabzon bile ne acıdır ki onu unutmuş, onu hatırlamıyor.

Ali Şükrü Bey’e dair bu düşünceleri şehadet yıldönümünün yaklaştığı şu günlerde tekrar bize hatırlatan -yazımızın başlığında bahsettiğimiz- fotoğrafa gelelim…

Fotoğraf, Ali Şükrü Bey’in içinde bulunduğu tabut ve arkasında cenazesini Trabzon’a götürecek milletvekilleri, asker, mülki idareciler ve halkın bulunduğu, kederli ve endişeli topluluğu resmediyor. 5 Mayıs 1923 tarihinde İnebolu’da çekilmiş. Yâni Ali Şükrü Bey’in şehid edilmesinden bir hafta sonra. Fotoğrafın arkasında Osmanlıca bir tarih ve Cenazesini Trabzon’a götüren Lazistan Mebusu Dr. Abidin tarafından, İkinci grubun önemli isimlerinden Erzurum Meb’usu Hüseyin Avni Bey’e yazılmış bir not var. 

Notta şunlar yazıyor:

“5 Mayıs (1)339 (1923)

Şehid-i muhterem Ali Şükrü Bey namına İnebolu'da İskelebaşı denilen mahalde ahali ve memurin-i mülkiye ve askeriye tarafından yapılan ihtiramın bir kıt'a fotoğrafını Büyük Millet Meclisi Birinci Reisi Vekil-i Muhteremi Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey'e arkadaşlara vekâleten takdim ile kesb-i müşerref eylerim.

Lazistan Mebusu ABİDİN”  

Fotoğrafta cenazenin arkasında Dr. Abidin Bey’le birlikte, Ali Şükrü Bey’in II. Grup olarak isimlendirilen muhalefet grubundan, daha sonra İzmir Suikastı olarak tertiplenen hadiseden sonra idam edilen Lazistan Mebusu Ziya Hurşit Bey var. Ayrıca Mustafa Kemal’in, olayın dehşetinden duyduğu endişe ile cenazeyle birlikte görevlendirilen Selânik’li yakın arkadaşlarından Trabzon Mebusu Nebizâde Hamdi de var.

Nebizâde Hamdi hatıralarında hadiseyle ilgili “Ali Şükrü, Atatürk’e karşı idi. Atatürk de onu sevmezdi… Ali Şükrü’nün cenazesini Trabzon’a götürmek için Meclis’ten Ziya Hurşit ve Doktor Abidin seçildi. Atatürk bana “Sen de onlarla beraber gideceksin” dedi. Herhalde havayı beğenmiyor, bir yakınının heyette bulunmasını istiyordu… Bu arada seçim hazırlıkları da vardı. Trabzon, biraz da karışıktı.der ve cenazenin Trabzon’a götürülüşüyle ilgili şunları anlatır:

“Çankırı’ya doğru yola çıktık. Soğuk devam ediyor, kar yağıyor. Bindik bir kamyona, bu iş için özel yapılmış bir kamyon. Önde Ziya Hurşit, Doktor Abidin ve ben vardık. Arkada Ali Şükrü’nün cenazesi. Güç bela Çankırı’ya vardık. Valiye durumun nazikliğini anlattım ve onunla anlaştık. Ayrıca valiyi Kazım Karabekir Paşa da ikaz etmişti Ankara’dan. Cenazeyi caminin musalla taşına koydular. Tevfik Hoca adlı bir mebus ki o daima muhalefet ederdi bize. Cenazenin başına halkı topladı, söylev çekmeye, partiye hükümete atıp tutmaya başladı. Ortalık karışır gibi oldu. Vali elinden gelen gayreti gösteriyordu. Cenazeyi camiden hareket ettirsek, gösteri çok büyüyecek, insanlar yollara dökülecekti. Cenazenin asıl temsilcileri Ziya Hurşit, Doktor Abidin ve bendim. Ama ben o ikisinden de farklı görüşteydim.”

Ali Şükrü Bey’in cenazesinin geçtiği her güzergâhta halk galeyan halindedir. Çankırı’da da meydana gelen gerilim yatıştırıldıktan sonra cenaze tekrar yola çıkar. Nebizade Hamdi devam ediyor: “Vardık İnebolu’ya. Orada mahşer gibi bir kalabalık karşıladı bizi, anlatamam. Korkudan yüreğim ağzıma gelecekti. Fakat söylev çeken filan olmadı, sessiz bir gösteriydi. Bindik vapura, Sinop, Samsun sükûnet içinde geçti…”

Ali Şükrü Bey’in söz konusu cenaze fotoğrafı İnebolu’da çekilir. Sonrasında cenaze deniz yoluyla Trabzon’a getirilir. Nebizade Hamdi Trabzon’daki manzaraya dair şunları söyler:

“Bütün Trabzon rıhtıma dökülmüştü. Vapurla rıhtım arasında yüzlerce sandal. Doğrusu ben de dehşete kapıldım…. Sonra cenazeyi oradan Belediye Meydanına naklettik. Meydanda Faik Ahmet Barutçu çektiği nutukta sık sık “Çankaya katilleri” diye bar bar bağırıyordu, bununla Topal Osman’ın Ali Şükrü’yü öldürüşünün Çankaya’nın emriyle olduğunu kastediyordu…”

Cenazesi Trabzon’a getirildiğinde meydanlara dökülen Trabzon halkının bu sahiplenmesine karşılık; şehid edilişinden sonraki 92 yıl boyunca bu büyük şehidine ve temsil ettiği mânâya gereken alâka ve itibar gösterilememiş, modern zaman virüslerinden futbola teslim olmuş bu şehir, ne yazık ki şehidine yabancılaştırılmıştır.

Biz “şehidlerin ruhları öldükten sonra da savaşmaya devam eder” hikmetiyle, Ali Şükrü Bey’in uğrunda savaştığı büyük dâvâsının bir gün gelir başta Trabzon olmak üzere Lozan’la birlikte sıkıştırıldığımız Anadolu Coğrafyası’nda bir tarih hesaplaşmasına sebep olur diye ümit ve dua ediyoruz.

Şüphesiz ki; bir şehrin şehidleriyle verdiği mesajı anlayabilmek, şehrin sakinlerinden çok şehrin şahitlerine düşer.

Ne yazık ki Osmanlı’nın son, Cumhuriyetin ilk meclisinde Trabzon’un temsilcisi bu azîm şahsiyet şehrinde bile unutulmuş, yok sayılmış, mânâsıyla muhteşem kabri maddesiyle harabe olarak yıllarca Boztepe’de bırakılmıştır.

Biz de kalbi, hassasiyeti ve tarihi olan her insanı ebadı küçük ama mânâsı ve hesabı büyük bir şehid fotoğrafı vesilesiyle şahitliğe çağırmakla iktifa ediyoruz.

Ali Şükrü Bey’i tekrar rahmet ve minnetle hatırlıyoruz.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder