Yahya DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com
Büyük
şehidler büyük şahidlerdir. İmanın, fikrin, tarihin şahidleri..
Şehirler vardır, şehidleriyle yaşarlar, şehidlerini
yaşatırlar. Şehidleri şehirlerine şahitlik eder, şehirleri de onlara şahidlik
eder. Unutmazlar birbirlerini. Unutturulamazlar. Bir gün gelir dava ve manaları
yattıkları mübarek topraktan lâv halinde fışkırır.
Ali Şükrü Bey, hayatıyla da memâtıyla (ölümüyle) da şahidlik yapan böylesine büyük bir şehiddir.
O adeta dünyada şahidlik ve şehidlik için yaşamıştı.
Şehid-i muazzez Ali Şükrü Bey’in 23 Mart 1923 günü Birinci
Meclis’te Trabzon Meb’usu iken 39 yaşında katledilmesi, yakın siyasî
tarihimizin üzeri bugüne kadar örtülü kalmış “fail-i meşhur”
cinayetlerinden birisidir. Aslında, Birinci Meclis'teki müthiş enerjisi,
öncelikleri ve hassasiyetleriyle “niçin katlettirildiği” belli olan Ali Şükrü
Bey’in kısa hayatı “ne kadar değil
nasıl yaşadığı”nın önemli olduğunu gösteren sembol bir hayattır. 39
yıllık kısa hayata sığdırılamayacak mücadelesi, bugünün siyasilerine numune-i emsal
bir mesaj niteliğindedir. Sonu şehadetle
taçlanmış bu mücadele herkesin göze alamayacağı destansı bir
mücadeledir.
Gerek
dönemin şahitleri ve bu şahitlerin yazdıkları, gerekse de aradan geçen 92 yıl,
Ali Şükrü Bey cinayetini toplumsal hafızadan silememiş, cinayeti taammüden
hazırlayanların, işleten ve işleyenlerin lanetle hatırlanacakları bir hadise
olarak günümüze kadar gelmiştir. İsmi, mücadelesi ve Trabzon Boztepe’deki kabri
92 yıl boyunca unutturulmak istense de “onlar
hakikatte diridir” mutlak ölçüsünün bir tezahürü olarak hayatıyla devamlı hatırlanan bir şahsiyet olarak mesaj vermeye devam etmektedir.
Tabii mesajını alana ve anlayanlara…
O Ali
Şükrü Bey ki; hem son Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda hem de Birinci TBMM’de
Trabzon Milletvekili olarak yer almış, kurulan yeni Cumhuriyetin istikametinin
tarihî köklerimizden bilinçli olarak uzaklaştırılması ve yabancılaştırılmasına
karşı TBMM’deki duruşu ve tarihî muhalefeti hafızalarda gür bir dava ve
haysiyet sâdâsı olmuştur.
Başta ve özellikle Mustafa Kemal’e, onun kadroları ve politikalarına,
·
Hilâfetin kaldırılmasına,
·
Lozan’daki hezimete,
·
Musul-Kerkük, Adalar, Batı Trakya, Batum’un terk edilmesine,
·
Osmanlı bakiyesi üzerine kurulan Yeni Türkiye
Cumhuriyeti’nin inkâr ve red politikalarına,
·
Bütün bir İslâmî gelenek ve tarih katliamlarına
karşı verdiği mücadele, bugün örnek
alınması gereken duruş sahibi
bir mücadele adamının nasıl olması
gerektiğini ortaya koyar.
Askerlik hayatıyla, yazı ve yayın hayatıyla ve en önemlisi siyasî
hayatıyla keskin ve kesintisiz bir istikamet
sahibi olan Ali Şükrü Bey’i, yeni cumhuriyetin “tarihî medeniyet
havzamız”ı terk ve batı zihniyet ve yörüngesine teslim tavrına karşı soylu ama
bir o kadar da yalnız bir başkaldırının haysiyetli sahibi olarak rahmet ve
minnetle hatırlıyoruz.
“Hatırlamak” sahibine mükellefiyet ihtar eden bir mes’uliyet yükler!
Şehirlerin
haysiyeti de, kendileriyle hatırlanan şahsiyetleri hatırlamalarıyla ortaya
çıkar.
Ali Şükrü Bey’i hatırlamak da sadece yılın belli bir gününe, O’nun resmî
biyografisine hapsetmekle değil; bugünün ve geleceğin nesillerine örnek bir şahsiyet
olarak anlatılması, tanıtılması ve benimsetilmesiyle olur. Bu, kendisini
şehre ait hisseden herkesin üzerinde bir vebaldir.
Şehadetinin ardından estirilen devlet terörü, tehdit ve baskılar bu büyük
şahsiyetin ismini, davasını ve kabrini uzun yıllar unutturdu. Ancak, şehid
edilişinden 27 yıl sonra, hiç kimsenin ismini anmaya cesaret edemediği bir
zamanda Üstad Necip Fazıl 10 Kasım 1950 tarihli Büyük Doğu’da “İbret, Gayret!” başlıklı bütün bir
yakın tarih sorgulamasının ipuçlarını veren bir yazı yazar.
Yazısında “Cumhuriyetin ilanına 8 ay kala, 1923 senesi Mart ayında, muhalefet grubu mebuslarından, fazilet ve ahlak, Türklük ve insanlık örneği, milliyetçi ve mukaddesatçı mebus Ali Şükrü öldürüldü” der ve devamla “Artık saffet devrini kapayan ve başında bulunanların hakikî kast ve niyetleriyle tezahüre başlayan Millî Mücadele çığırının, sadece iman ve mukaddesat safındaki bu kahraman çocuğunu, sırf mahrem renkleri ve gizli mânaları sezdiği ve bu yüzden muhalefete geçtiği için vahşice öldürttüler! Öldürtmediler, biri öldürttü; bu kimdir???” diye o güne kadar sorulmamış ve bugün bile sorulamayan o soruyu sorar ve yakın tarihin hesaba çekilmesine dair şöyle der:
Yazısında “Cumhuriyetin ilanına 8 ay kala, 1923 senesi Mart ayında, muhalefet grubu mebuslarından, fazilet ve ahlak, Türklük ve insanlık örneği, milliyetçi ve mukaddesatçı mebus Ali Şükrü öldürüldü” der ve devamla “Artık saffet devrini kapayan ve başında bulunanların hakikî kast ve niyetleriyle tezahüre başlayan Millî Mücadele çığırının, sadece iman ve mukaddesat safındaki bu kahraman çocuğunu, sırf mahrem renkleri ve gizli mânaları sezdiği ve bu yüzden muhalefete geçtiği için vahşice öldürttüler! Öldürtmediler, biri öldürttü; bu kimdir???” diye o güne kadar sorulmamış ve bugün bile sorulamayan o soruyu sorar ve yakın tarihin hesaba çekilmesine dair şöyle der:
“Hak, hak,
hak; hakikat, hakikat, hakikat diye bağıran
ağızlara, çamur,
necaset ve ufunet atmakta devam eden sefil an'ane, yerin dibine
geçsin! “Türküm!” diyen, “Ne mutlu!” demeden evvel, mutlaka uzak ve yakın tarihinin gerçek hesabını istemekle mükellef değil midir? Ey, Ağrı dağındaki
en uzak çobandan, Meriç kenarındaki
en belirsiz köylüye kadar bütün Türkler!!! Hakikatten
daha aziz ve üstün bir şahıs tanımaya
imkân var mıdır??? Ne derlerse desinler
ulvî ve münezzeh Büyük Doğu mücahedesi
muzaffer olacak; ve azametli hesap ânı, bir gün, şafak vakti ufukların açılması gibi açılacaktır. Allah şehidi Ali Şükrü vakası, o zaman, belki de bu hesapların en
ehemmiyetsizlerinden birini teşkil
edecektir. Bir (şarjör)ün tıklım tıklım kurşunla
dolu olması
gibi, yalnız
mesele ve vesikayla dolu olduğumuzu,
fakat bunlardan her birini ortaya dökmekte belli başlı
zamanlar ve mekânlar kolladığımızı
ve henüz bu mânevi kurşunlardan
hiçbir şey sarf
etmemiş bulunduğumuzu biliniz!!!”
Üstad Necip Fazıl,
yazısını şöyle tamamlar: “Allahın lütuflarına müstağrak şehit ruhları, sizden sizi,
sizden kendi kendinizi, öz tarihinizi ve hakikati tanımanızı istiyor!!!
Dünyanın en kalpazan
ve sahtekâr mâna tuzaklarında mahkûm ve
esir yaşamakta ne
güne kadar devam edeceğiz???”
Üstad’ın
bu canhıraş feryâdları hâlâ muhatap ve karşılık bulamamıştır. En başta
kendisini bir ömür temsil ettiği şehri Trabzon bile ne acıdır ki onu unutmuş,
onu hatırlamıyor.
Ali Şükrü Bey’e dair bu düşünceleri şehadet yıldönümünün yaklaştığı şu
günlerde tekrar bize hatırlatan -yazımızın başlığında bahsettiğimiz- fotoğrafa
gelelim…
Fotoğraf, Ali Şükrü Bey’in içinde bulunduğu tabut ve arkasında cenazesini
Trabzon’a götürecek milletvekilleri, asker, mülki idareciler ve halkın
bulunduğu, kederli ve endişeli topluluğu resmediyor. 5 Mayıs 1923 tarihinde
İnebolu’da çekilmiş. Yâni Ali Şükrü Bey’in şehid edilmesinden bir hafta sonra. Fotoğrafın
arkasında Osmanlıca bir tarih ve Cenazesini Trabzon’a götüren Lazistan Mebusu
Dr. Abidin tarafından, İkinci grubun önemli isimlerinden Erzurum Meb’usu
Hüseyin Avni Bey’e yazılmış bir not var.
Notta şunlar yazıyor:
Şehid-i muhterem Ali Şükrü Bey namına İnebolu'da İskelebaşı denilen mahalde ahali ve memurin-i mülkiye ve askeriye tarafından yapılan ihtiramın bir kıt'a fotoğrafını Büyük Millet Meclisi Birinci Reisi Vekil-i Muhteremi Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey'e arkadaşlara vekâleten takdim ile kesb-i müşerref eylerim.
Lazistan
Mebusu ABİDİN”
Fotoğrafta cenazenin arkasında Dr. Abidin Bey’le birlikte, Ali Şükrü
Bey’in II. Grup olarak isimlendirilen muhalefet grubundan, daha sonra İzmir
Suikastı olarak tertiplenen hadiseden sonra idam edilen Lazistan Mebusu Ziya
Hurşit Bey var. Ayrıca Mustafa Kemal’in, olayın dehşetinden duyduğu endişe ile
cenazeyle birlikte görevlendirilen Selânik’li yakın arkadaşlarından Trabzon
Mebusu Nebizâde Hamdi de var.
Nebizâde Hamdi hatıralarında hadiseyle ilgili “Ali Şükrü, Atatürk’e karşı idi.
Atatürk de onu sevmezdi… Ali Şükrü’nün cenazesini Trabzon’a götürmek için
Meclis’ten Ziya Hurşit ve Doktor Abidin seçildi. Atatürk bana “Sen de onlarla beraber gideceksin” dedi. Herhalde havayı
beğenmiyor, bir yakınının heyette bulunmasını istiyordu… Bu arada seçim
hazırlıkları da vardı. Trabzon, biraz da karışıktı.” der ve cenazenin Trabzon’a götürülüşüyle
ilgili şunları anlatır:
“Çankırı’ya
doğru yola çıktık. Soğuk devam ediyor, kar yağıyor. Bindik bir kamyona, bu iş
için özel yapılmış bir kamyon. Önde Ziya Hurşit, Doktor Abidin ve ben vardık.
Arkada Ali Şükrü’nün cenazesi. Güç bela Çankırı’ya vardık. Valiye durumun
nazikliğini anlattım ve onunla anlaştık. Ayrıca valiyi Kazım Karabekir Paşa da
ikaz etmişti Ankara’dan. Cenazeyi caminin musalla taşına koydular. Tevfik Hoca
adlı bir mebus ki o daima muhalefet ederdi bize. Cenazenin başına halkı
topladı, söylev çekmeye, partiye hükümete atıp tutmaya başladı. Ortalık karışır
gibi oldu. Vali elinden gelen gayreti gösteriyordu. Cenazeyi camiden hareket
ettirsek, gösteri çok büyüyecek, insanlar yollara dökülecekti. Cenazenin asıl
temsilcileri Ziya Hurşit, Doktor Abidin ve bendim. Ama ben o ikisinden de
farklı görüşteydim.”
Ali Şükrü Bey’in cenazesinin geçtiği her güzergâhta
halk galeyan halindedir. Çankırı’da da meydana gelen gerilim yatıştırıldıktan
sonra cenaze tekrar yola çıkar. Nebizade Hamdi devam ediyor: “Vardık
İnebolu’ya. Orada mahşer gibi bir kalabalık karşıladı bizi, anlatamam. Korkudan
yüreğim ağzıma gelecekti. Fakat söylev çeken filan olmadı, sessiz bir
gösteriydi. Bindik vapura, Sinop, Samsun sükûnet içinde geçti…”
Ali Şükrü Bey’in söz
konusu cenaze fotoğrafı İnebolu’da çekilir. Sonrasında cenaze deniz yoluyla
Trabzon’a getirilir. Nebizade Hamdi Trabzon’daki manzaraya dair şunları söyler:
“Bütün
Trabzon rıhtıma dökülmüştü. Vapurla rıhtım arasında yüzlerce sandal. Doğrusu
ben de dehşete kapıldım…. Sonra cenazeyi oradan Belediye Meydanına naklettik.
Meydanda Faik Ahmet Barutçu çektiği nutukta sık sık “Çankaya katilleri” diye
bar bar bağırıyordu, bununla Topal Osman’ın Ali Şükrü’yü öldürüşünün
Çankaya’nın emriyle olduğunu kastediyordu…”
Cenazesi
Trabzon’a getirildiğinde meydanlara dökülen Trabzon halkının bu sahiplenmesine
karşılık; şehid edilişinden sonraki
92 yıl boyunca bu büyük şehidine ve temsil ettiği mânâya gereken alâka
ve itibar gösterilememiş, modern zaman virüslerinden futbola teslim olmuş bu şehir,
ne yazık ki şehidine yabancılaştırılmıştır.
Biz “şehidlerin
ruhları öldükten sonra da savaşmaya devam eder” hikmetiyle, Ali Şükrü
Bey’in uğrunda savaştığı büyük dâvâsının bir gün gelir başta Trabzon
olmak üzere Lozan’la birlikte sıkıştırıldığımız Anadolu Coğrafyası’nda bir tarih hesaplaşmasına sebep olur diye
ümit ve dua ediyoruz.
Şüphesiz ki; bir şehrin şehidleriyle verdiği
mesajı anlayabilmek, şehrin sakinlerinden çok şehrin şahitlerine düşer.
Ne
yazık ki Osmanlı’nın son, Cumhuriyetin ilk meclisinde Trabzon’un temsilcisi bu
azîm şahsiyet şehrinde bile unutulmuş, yok sayılmış, mânâsıyla muhteşem kabri
maddesiyle harabe olarak yıllarca Boztepe’de bırakılmıştır.
Biz de kalbi, hassasiyeti ve tarihi olan her
insanı ebadı küçük ama mânâsı ve hesabı büyük bir şehid fotoğrafı
vesilesiyle şahitliğe çağırmakla iktifa ediyoruz.
Ali
Şükrü Bey’i tekrar rahmet ve minnetle hatırlıyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder