27 Mayıs 2016 Cuma

HERŞEYİ SEN ÖĞRETTİN, SEN! -Doğumunun 112. Vefatının 33. yılında Üstad Necip Fazıl'a-

Yahya DÜZENLİ


“O ki; o yüzden varız” diyerek yakıcı bir aşkla “gaye insan-ufuk peygamber”i bize sen anlattın!

O’na, O’nun sevgilisine bizi sen yönelttin!

O’nun sevgilisinin ashabının ‘kim olduğunu’ senden öğrendik!

Allah Dostlarıyla sen tanıştırdın, onları sen öğrettin bize!

“Yakıcı bağlılığın” nasıl olduğunu sende gördük!

Seninle doğduk, kendimizi seninle “idrak” ettik, seninle yaşıyoruz.

Kim olduğumuzu, kim olmamamız gerektiğini senden öğrendik!

“Nerede olmamız”, “nerede durmamız gerektiği”ni sen gösterdin!

Kime nefret, kime muhabbet duyacağımızı,
Yüzümüzü nereye dönmemiz gerektiğini sen işaret ettin!
Yönümüzü “tek istikamet Kâbe ve tek örnek sahabe” olarak sen gösterdin!
Yolumuzu kırılmaz, sapmaz bir biçimde sen çizdin!
Yerde sürünenlere ‘yaşanmaya değer hayat’ı sen işaret ettin!

“Ya ol! Ya öl!” tavrıyla bizi sen uyardın!
“Ya hep! Ya hiç!” diyerek bize sen şahsiyet verdin!
Dünya görüşümüzü, medeniyetimizi,
Dinimizi, dilimizi, aslımızı,
Hasmımızı, hısmımızı sen bildirdin!
Alışkanlıkları yıktın, ölçüleri diktin karşımıza!

Her şey gerçek yerini, her yanlış doğrusunu sende buldu!

Her şeyi, her şeyi senden öğrendik!
Hayatı, ölümü, öteyi…

BÜYÜK DOĞU’yla “Büyük ve yeni bir dünyanın habercisi!”  oldun!

Büyük Doğu’n Büyük Doğum’undu!
Büyük Doğru’ndu!
Büyük Davan,
Büyük Dünyan,
Büyük Duan,
Büyük Rüyandı!

Bu rüyayla besledin bizi!
Bir ömür rüyanı “çile” ile “ıstırap” ile, “ciğerinden kalemine kan çekerek” kendin tabir ettin!

Teshir etmediğin, tesir etmediğin kimse kaldı mı?

“İdealinin kara sevdalısı ve divanesi olmayanlardan hiçbir şey beklenmez” ölçüsüyle, bir ömür vererek adandığın destanlık mücadele sonucu “üzerine kutupların buz dağlarını devirseler onu söndürebilmenin imkanı yoktur” diyerek, fikrini aksiyona geçirmiş bir nesil yoğurma hamurkârlığını üstlendin!
Tesirin öylesine derin oldu ki, mutlak ve pazarlıksız bağlıların yanında, kimilerini “budalaca coşturdu”, kimilerini ise “kusturdu!”

Bir ömür “huzur” ve “hayret”te yaşadın! Bir an bile “huzur”dan ayrılmadın!
“Edepten ibaret” bir hayatın ne olduğunu sende gördük!
Açılmış olduğun okyanusta hakk-el yakîne kavuştun! 
Sen de “aklın sınırının ötesinde otağ kuranlar”dan oldun!

Bize “ideal çatısı” altında var olmayı öğrettin!
Kimliğimizi derinleştirdin! Şuurumuzu, idrakimizi diri tuttun!
Devamlı tahkik’teydin, her şeyin hakikatindeydin!

Mes’uliyet idrakinin ne olduğunu sende gördük:
“Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim, minicik gövdeme yüklü Kaf Dağı
Bir zerreciğim ki arşa gebeyim, dev sancılarımın budur kaynağı!”

Sen! Sen! Sen!

Teslim olmanın, fani olmanın, bağlılığın kemâlini sende gördük!

“El yordamıyla başka iklimlerde aradığımız güneşin kendi cebimizde kaybedildiği”ni bize sen hatırlattın!

“Kök kurutucuların kendilerini gök kurtarıcı gösterdikleri” bir zamanda “kurtarıcılardan kurtulma”yı sen haykırdın!  

Çile”n “İdeolocya”n, “İdeolocya”n “Çile”ndi!
Şiirinde tefekkürün, tefekküründe şiirin vardı!
Ütopyan vardı! Dünya Görüşün vardı! İdeolocyan vardı!
Bunları “Medeniyet tasavvuru” olarak ilk defa sen hatırlattın ve “örgüleştirdin!”

“Benim olmadığım yerde kimse yoktur!”dava ahlakını senden öğrendik! 
“Fikirde, sanatta, anlayışta, anlatışta, buluşta, tutuşta, dağıtışta, toplayışta ve nihayet yaşanmaya değer hayatın ölçülerini billurlaştırma işinde dünyanın en büyük adamı olmak isterdim; nefsim için değil de, sırf O’nun ümmetinden en hakîr ferde düşen liyakat payını ve üstünlük derecesini göstermek için…”

Sen! Sen! Sen!

“Fikre can çekiştiren bir idrak, irfan, dava, mesele yoksunluğu” karşısında bile; “Ben Allah diyenlerin boyunlarında vebal! Ben bugünküne mazi, yarınkine istikbal!” diye haykırdın!

İmanı da, fikri de, aksiyonu da sende gördük, senden öğrendik!
“Nurun aynadaki aksi”ni önümüze sen serdin!

Sen! Sen! Sen!

 “Allah Resul aşkıyla yandım, bittim, kül oldum.
Öyle zayıfladım ki sonunda herkül oldum”  diyen sen!

Sen! Sen! Sen!

“Ne çıkar bir yola düşmemiş gölgem. Yollar ki Allah’a çıkar, bendedir!” diyen sen!

Sen! “Küfürden buzdağını titreyen nefesinle erittin!”
Biz ise şimdi “çamurdan geçemiyoruz!”

Sen! Sen! Sen!

Fikrin ‘yatağını değiştirdin’! Yeni bir yatak açtın!

Senin önemsediklerini önemsemeyen seni anlayamaz! 

Vasiyetinde bize emanetini hatırlıyoruz:

“Allah’ı, Allah dostlarını ve düşmanlarını unutmayınız! Hele düşmanlarını!.. Olanca sevgi ve nefretinizi bu iki kutup üzerinde toplayınız! “ 

Sen mi kimsin?

Öyle bir divane ki; “beni de Allah ve Resul aşkının yanık bir örneği ve ardından birtakım sesler bırakmış divanesi olarak arada bir hatırlayınız!” diyen sen!

Biz mi?

“Nasıl muazzam bir enerji karşısında olduğumuzu” bile anlayamayan, “balı kavanozdan yalamaya çalışan” zavallılar!

“Lâfının dostu, çilenin yabancısı” olanlar seni anlayabilir mi?

Seni anlamak “her şeyi anlamak” olacaktır!

Fena âlemine geldiğin gün bekâya yürüdün!

Doğduğun günde, vefat ettiğin günde sana selâm olsun!

Sen! Sen! Sen!

Güzel yaşayan, ölümü de güzelleştiren sen:

“Ölüm güzel şey budur perde arkasından haber
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber!”

Allah’ım! Bize O’nu ve O’nun sevdiklerini anlamayı nasip et!

O’nu idrak edebilme idrakini bize nasip et!

Rahmet, mağfiret sana!

Bize de şefaat et!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder