Yahya DÜZENLİ
“O ki; o yüzden varız”
diyerek yakıcı bir aşkla “gaye insan-ufuk peygamber”i bize sen anlattın!
O’na, O’nun sevgilisine bizi
sen yönelttin!
O’nun sevgilisinin ashabının ‘kim olduğunu’
senden öğrendik!
Allah Dostlarıyla sen
tanıştırdın, onları sen öğrettin bize!
“Yakıcı bağlılığın” nasıl
olduğunu sende gördük!
Seninle doğduk, kendimizi
seninle “idrak” ettik, seninle yaşıyoruz.
Kim olduğumuzu, kim
olmamamız gerektiğini senden öğrendik!
“Nerede olmamız”, “nerede
durmamız gerektiği”ni sen gösterdin!
Kime nefret, kime muhabbet
duyacağımızı,
Yüzümüzü nereye dönmemiz
gerektiğini sen işaret ettin!
Yönümüzü “tek istikamet Kâbe
ve tek örnek sahabe” olarak sen gösterdin!
Yolumuzu kırılmaz, sapmaz
bir biçimde sen çizdin!
Yerde sürünenlere ‘yaşanmaya
değer hayat’ı sen işaret ettin!
“Ya ol! Ya öl!” tavrıyla
bizi sen uyardın!
“Ya hep! Ya hiç!” diyerek
bize sen şahsiyet verdin!
Dünya görüşümüzü,
medeniyetimizi,
Dinimizi, dilimizi,
aslımızı,
Hasmımızı, hısmımızı sen
bildirdin!
Alışkanlıkları yıktın,
ölçüleri diktin karşımıza!
Her şey gerçek yerini, her
yanlış doğrusunu sende buldu!
Her şeyi, her şeyi senden
öğrendik!
Hayatı, ölümü, öteyi…
BÜYÜK DOĞU’yla “Büyük ve
yeni bir dünyanın habercisi!” oldun!
Büyük Doğu’n Büyük Doğum’undu!
Büyük Doğru’ndu!
Büyük Davan,
Büyük Dünyan,
Büyük Duan,
Büyük Rüyandı!
Bu rüyayla besledin bizi!
Bir ömür rüyanı “çile” ile
“ıstırap” ile, “ciğerinden kalemine kan çekerek” kendin tabir ettin!
Teshir etmediğin, tesir
etmediğin kimse kaldı mı?
“İdealinin kara sevdalısı ve divanesi olmayanlardan hiçbir şey beklenmez”
ölçüsüyle,
bir ömür vererek adandığın destanlık mücadele sonucu “üzerine kutupların buz dağlarını devirseler onu söndürebilmenin imkanı
yoktur” diyerek, fikrini aksiyona geçirmiş bir nesil yoğurma hamurkârlığını
üstlendin!
Tesirin öylesine derin oldu
ki, mutlak ve pazarlıksız bağlıların yanında, kimilerini “budalaca coşturdu”,
kimilerini ise “kusturdu!”
Bir ömür “huzur” ve
“hayret”te yaşadın! Bir an bile “huzur”dan ayrılmadın!
“Edepten ibaret” bir hayatın
ne olduğunu sende gördük!
Açılmış olduğun okyanusta hakk-el
yakîne kavuştun!
Sen de “aklın sınırının
ötesinde otağ kuranlar”dan oldun!
Bize “ideal çatısı” altında
var olmayı öğrettin!
Kimliğimizi derinleştirdin!
Şuurumuzu, idrakimizi diri tuttun!
Devamlı tahkik’teydin, her
şeyin hakikatindeydin!
Mes’uliyet idrakinin ne
olduğunu sende gördük:
“Ben ki toz kanatlı bir
kelebeğim, minicik gövdeme yüklü Kaf Dağı
Bir zerreciğim ki arşa
gebeyim, dev sancılarımın budur kaynağı!”
Sen!
Sen! Sen!
Teslim
olmanın, fani olmanın, bağlılığın kemâlini sende gördük!
“El yordamıyla başka
iklimlerde aradığımız güneşin kendi cebimizde kaybedildiği”ni bize sen
hatırlattın!
“Kök kurutucuların
kendilerini gök kurtarıcı gösterdikleri” bir zamanda “kurtarıcılardan
kurtulma”yı sen haykırdın!
Çile”n “İdeolocya”n,
“İdeolocya”n “Çile”ndi!
Şiirinde tefekkürün,
tefekküründe şiirin vardı!
Ütopyan vardı! Dünya Görüşün
vardı! İdeolocyan vardı!
Bunları “Medeniyet
tasavvuru” olarak ilk defa sen hatırlattın ve “örgüleştirdin!”
“Benim olmadığım yerde kimse
yoktur!”dava ahlakını senden öğrendik!
“Fikirde, sanatta,
anlayışta, anlatışta, buluşta, tutuşta, dağıtışta, toplayışta ve nihayet
yaşanmaya değer hayatın ölçülerini billurlaştırma işinde dünyanın en büyük
adamı olmak isterdim; nefsim için değil de, sırf O’nun ümmetinden en hakîr
ferde düşen liyakat payını ve üstünlük derecesini göstermek için…”
Sen! Sen! Sen!
“Fikre can çekiştiren bir
idrak, irfan, dava, mesele yoksunluğu” karşısında bile; “Ben Allah diyenlerin
boyunlarında vebal! Ben bugünküne mazi, yarınkine istikbal!” diye haykırdın!
İmanı da, fikri de, aksiyonu
da sende gördük, senden öğrendik!
“Nurun aynadaki aksi”ni
önümüze sen serdin!
Sen! Sen! Sen!
“Allah Resul aşkıyla
yandım, bittim, kül oldum.
Öyle zayıfladım ki sonunda
herkül oldum” diyen sen!
Sen! Sen! Sen!
“Ne çıkar bir yola düşmemiş
gölgem. Yollar ki Allah’a çıkar, bendedir!” diyen sen!
Sen! “Küfürden buzdağını
titreyen nefesinle erittin!”
Biz ise şimdi “çamurdan
geçemiyoruz!”
Sen! Sen! Sen!
Fikrin ‘yatağını
değiştirdin’! Yeni bir yatak açtın!
Senin önemsediklerini
önemsemeyen seni anlayamaz!
Vasiyetinde bize emanetini
hatırlıyoruz:
“Allah’ı, Allah dostlarını
ve düşmanlarını unutmayınız! Hele düşmanlarını!.. Olanca sevgi ve nefretinizi
bu iki kutup üzerinde toplayınız! “
Sen mi kimsin?
Öyle bir divane ki; “beni de
Allah ve Resul aşkının yanık bir örneği ve ardından birtakım sesler bırakmış
divanesi olarak arada bir hatırlayınız!” diyen sen!
Biz mi?
“Nasıl muazzam bir enerji
karşısında olduğumuzu” bile anlayamayan, “balı kavanozdan yalamaya çalışan”
zavallılar!
“Lâfının dostu, çilenin
yabancısı” olanlar seni anlayabilir mi?
Seni anlamak “her şeyi
anlamak” olacaktır!
Fena âlemine geldiğin gün bekâya
yürüdün!
Doğduğun günde, vefat
ettiğin günde sana selâm olsun!
Sen! Sen! Sen!
Güzel yaşayan, ölümü de
güzelleştiren sen:
“Ölüm güzel şey budur perde
arkasından haber
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber!”
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber!”
Allah’ım! Bize O’nu ve O’nun
sevdiklerini anlamayı nasip et!
O’nu idrak edebilme idrakini
bize nasip et!
Rahmet, mağfiret sana!
Bize de şefaat et!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder