Yahya DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com
“Kitaplık dava”, “kitaplık çap”, “kitaplık şahsiyet”, “kitaplık destan”a bir de “kitaplık şehir”i ekleyerek başlayalım…
Derler ki; Osmanlı Sultanı IV. Murat, insanları ikiye ayırırdı: “Kitapları takip eden insanlar ve kitapların takip ettiği insanlar!” Müthiş ! Dünya hakimi bir ülkenin sultanının, insanları “kitap referanslı” değerlendirmesi oldukça önemli. Bu cümlede Osmanlı “fetih”lerinin ruhunu yakalamak da mümkün. Sahip/hakim olduğu topraklara atıf yaparak şöyle de diyebilirdi: “Toprakları takip eden insanlar. Toprakların takip etitği insanlar.” Veya hazinesine gönderme yaparak: “Servetleri takip eden insanlar. Servetlerin takip ettiği insanlar.” Örnekleri çoğaltmak mümkün. “Değer” olarak sadece kitabı referans alarak, insanları tasnif ediyor.
IV. Murad’ın “kitap”ı referans almasının sebebi nedir bilmiyoruz. Bildiğimiz o ki; Osmanlı Sultanları’nın “yaptıkları her işte kitap”tan yola çıkıp gene kitaba vardıklarını yâni, uygulamalarının sonucunu “kitapla test” ettiklerini, milyonlarca arşiv belgesinden, Osmanlı kroniklerinden ve diğer kitaplardan okuyoruz, biliyoruz. Kitabın doğrulamadığı, kitabın ‘cevaz vermediği’ hiçbir şeyin meşruiyeti yok…
Şehrimizi bize ‘açan’ Fatih’in, ülkesinin en geniş coğrafya ve nüfusa sahip olduğu, şehrimizde 23 yıl Valilik yapan Yavuz Sultan Selim ve şehrimizde doğan Kanuni Sultan Süleyman’ın “kitap”ları takip edenlerden olduğu gibi, ‘kitapların takip ettikleri’nden olduğuna vurgu yapmaya gerek yok. “Hayatları kitap, kitapları hayatları” olan bu üç Sultan’ın ruh ve biyolojik genlerinde Trabzon’un önemli izleri bulunduğunu söylemek gerekiyor mu?
Trabzon’un modern zamanlarda tarihî hafızasına yabancılaşma eğilimini düşündüğümüzde böyle bir hatırlatmayı yapmak gerekiyor. Hafızası bütünüyle silinmemiş ancak, tarihî hafızasıyla bugünkü eğilimleri arasında kapanması zor bir açılma olduğu görülüyor. İdrak ve enerjisini sarfettiği alanlara veya bugünkü ‘şehir referansları’na baktığımızda, geçmişine yönelik hatırlatmalara ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.
Kitabı rehber edinen bir dünyanın şehirleri “kitap şehir”lerdir, “kitaplaşmış şehir”lerdir.
Trabzon tarihsel çizgisinde, önemli bir kitabın hissederek-hazmederek satır satır okunması gibi takip ediliyor, okunuyordu. “Kitapların takip ettiği insanlar”ı kendisine doğru çeken bir şehir, içerisinde yaşayanlarla ‘takip edilen’ bir şehirdi.. Fatih’in, Yavuz’un ve Kanuni’nin rüya ve dehasının tecelli ettiği yâni, “kitapların takip ettiği insanlar”a yatak olan bir şehir, bugün “ne olduğu”nu, “nereye gideceği”ni, “ne ile uğraştığı”nı sorgulamaya ihtiyaç hissetmemeli !
Çünkü; bir zamanlar şehir bir kitap gibi okunuyordu. Kitabın cildi de sayfaları da insanı büyülüyordu !
Bir zamanlar “kitapla hayat bulan” şehrin insanlarının bugün kitaptan “bîtap:bitkin“ düşmesi nasıl açıklanabilir? Şehir kitapla bağını kopardığı an, ‘kendisi olmak’tan çıkıp başkalaşmaya başlar.
Bugünün Trabzon’una baktığımızda “kitapları takip eden”lerin yerine “stadları takip eden”lerin kütlesel ifadesi, artık kitapları “terk” ettiğimizi gösteriyor. Kitapların sayfalarının değil de, büyülenmiş gibi futbol karşılaşmasının dakikalarının çevrildiği bir şehirde tarih koridorlarında halâ ayak sesleri duyulan “kitapları takip edenlerle, kitapların takip ettikleri”, bir şey ifade ediyor mu?
Şehir kütüphaneye değil ‘arena’ya dönüşüyorsa, orada kitabın adı ve yeri yoktur ! Günümüzün metropolleri, şehirleri böylesine bir arenalaşmış şehirlere dönüşüyor.
Tarihin Roma arenalarındaki gladyatörleri ile bugünün stadyumlarındaki futbolcuları düşünün. Etimoloji’de “gladyatör; gösteri için savaşan kişi”, “Gladyus; Galyalı’lara özgü kılıç” olarak tanımlanıyor. Bugün de ‘futbol topu’nun ‘gladyus’ haline gelmesi ve “stadyum–arena iştahının şehrin bütününe yayılması, enerjinin nerelerde heba edildiğini gösteriyor…
Şehirde her şeye yer var, kitaba yer yok ! Hem de medeniyet şehirlerinde. Paketlenmiş, ‘bizim de kütüphanelerimiz var’ yolu şehir mobilyası cinsinden kitap ve kütüphaneden bahsetmiyoruz.
Üstad Necip Fazıl 1939’da “Tefessüh Vesikaları” başlıklı yazısında “kıyamet gününde güneşin, battığı yerden doğacağı söylenir. Bu işaret, bir bünyenin, tefessüh ettiği zaman itiyatlarına (alışkanlıklarına) zıd faaliyetlere geçeceğini ihtar içindir.” diyor. Bir şehir de tefessüh (çürüme, bozulma) ettiği zaman; bünyesine aykırı faaliyetleri, ‘bünyesinin gereği’ imişçesine üretmeye, tekrar etmeye başlar.
Şehrimizde futbolla kitap arası bir mukayese yapıyoruz sanılmasın. Futbola yöneltilen, sevkedilen enerjinin “kitap”ı nasıl dışladığına, kitaptan uzaklaşıldığına vurgu yapmak istiyoruz. Kitapların sayfalarını kapatıp stadyumlardan seslerin yükseldiği yeri ağırlık merkezi alan bir şehrin akıbetini düşünün !
Her şehir geleceğe bıraktıklarıyla hatırlanır. Kitabı terk etmiş şehirler, hafızasını terk etmiş, geleceğini heba etmiş şehirlerdir..
Tarihte şehirler sadece coğrafi ve stratejik konumuyla değil, düşüncede açtıkları çığırlarla da hatırlanırlar. “Ekol şehirler” dediğimiz bu şehirler medeniyet merkezleri olmuş şehirlerdir. Bağdat Ekolü, Basra Ekolü, Medine Ekolü, vs.. Çoğaltmak mümkün.. Batı için de böyle… “Kütüphane” dediğimizde hemen hatırladığımız “kütüphane şehirler”: İskenderiye, Kurtuba, İstanbul, Konya, Bağdat, Kazan…
“Kitap ve Şehir” ilişkisinden bir şehrin “kitap deposu” olmasını değil; kitabın ve kütüphanenin ‘talep edilebilir değer’ haline geldiği bir “bünye”leşmeyi kastediyoruz. Bu bünye; resmî törenlerin sembolik kitap dağıtmalarıyla, ya da devlet memurlarına, öğrencilere ‘zorla kitap okutmakla’ oluşmuyor… Okuyucusu olmayan, sadece tabelasından ibaret kütüphane açmakla da olmuyor…
Peki neyle oluşur ? Kitabı “talep edilebilir” hale getirecek bir zihni koridor açmakla, bünye oluşturmakla…
Şehirlerimizde, şehrimizde böyle bir “bünye”ye doğru gidiş var mıdır? Henüz böyle bir alâmet mevcut değil. Gene Üstad’ın deyimiyle; “Ciğerlerimizde, kitap kadrosunu üfleyecek havaya yer yok. Bütün fikir pazarımız, kolayca şişen ve kendi kendisine öten düdüklü balon yaygaralarıyla dolu…”
Şehir kitaba dönmeli…
Trabzon, futbolundan çok kitaplarıyla hatırlanabilen, referans şehir olmalıdır !
Kitapları takip edenler, sonuçta kitapların takip ettikleri olurlar !
(Günebakış, 30 Aralık 2009)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder