30 Ağustos 2010 Pazartesi

ŞEHİR REFLEKSİ...

Yahya DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com


Refleksler, canlı organizmanın doğrudan verdiği tepkiler olduğu için, bir düşünce temeline dayanmayan, sinir veya kas sistemine bağlı davranışlardır. Genel ifadeyle refleks; canlı olan tüm varlıkların kendisine yönelen bir uyaran karşısında, kendisini koruma ihtiyacıyla doğrudan verdiği ani tepki, davranış biçimi…

Tüm canlılar gibi şehirlerin de “refleks”lerinden söz etmek mümkün. Bu refleksler şehrin kendisini “koruma”sından kaynaklanan doğal cevaplar olabileceği gibi, çevre şartlarına bağlı olarak oluşturulmuş “şartlı refleks” denilen türden tepkiler şeklinde de ortaya çıkabilir. Her şehrin bu anlamda “refleks”e sahip olması doğal… Şehir, olağanüstü durumlarda kendisine yönelen bir uyarana, etkiye veya tehdide karşı verdiği “tepki”yle muhtevasını yansıtır.

“Şehir refleksi”, şehrin tarihsel süreci, kültürel birikimi, çevre ve mimarî, yaşadığı olaylar, trajediler, vs. lere bağlı olarak meydana çıkar. Trabzon gibi tarihsel donanımı yoğun şehirlerin refleksleri ise, belli olaylar karşısında birden ortaya çıksa da “ani tepki”lerin ötesinde bir varoluş temeline sahip refleksler olmalıdır. Daha doğrusu “medeniyet şehirleri”nin sahip olduğu refleksler, muhtevalarını yansıtan reflekslerdir.

Şehirlerin refleksleri, bulundukları “medeniyet havzaları” ile doğrudan ilgilidir. Sinir ve kas sistemlerine bağlı tepkileri bile “medeniyet havzası”nın özelliklerini yansıtır.

Büyük Velî Cüneyd-i Bağdadî’nin “fütüvvet Şam’da, fesahat Bağdat’ta, sadakat Horasan’dadır.” sözü şehirlerin doğal refleks haline gelmiş, davranış biçimi olarak öne çıkan özelliklerine işaret eden türdendir. Bu sözün basit tepkiye indirgenemeyecek bir muhteva ile şehirlerin karakterini verdiğini anlayabiliyoruz. Reflekslerin şehirle bütünleşmesi…

Bu anlamıyla “şehir refleks”ini “muhtevadan kaynaklanan” bir karşılık olarak anlamak gerekiyor.

Şehirlerin belli olaylar karşısında verecekleri tepkileri kas ve sinir sistemlerine bağlı reflekslere indirgemek, şehrin tüm muhteva ve donanımı heba etmek demektir.

Bazen şehirler Rus fizyolog Pavlov’un “şartlı refleksler” olarak tanımladığı tepkilere alıştırılır ve her zaman bu tepkileri vermesi sağlanır. Çevre şartlarına bağlı olarak hazırlanan bu refleksler öylesine hale getirilir ki “aç bir canlının gördüğü gıdalar karşısında tükürük salgılaması başladığında aynı anda çalınan bir zile şartlandırılmasıyla bir süre sonra ortada yiyecek olmamasına rağmen, zil sesiyle tekrar ortaya çıkan salgılama” şeklinde ‘şartlandırma’ temelli önemli bir refleks türüdür.

Şehrimize baktığımızda….

Şehrimiz gibi, bazı medeniyet şehirleri, bazen böylesine “şartlı refleks”lere alıştırılır ve oluşturulan çevre şartları karşısında sürekli aynı tepkiyi vermeye şartlandırılır. Böylece şehrin alışkanlıkları değiştirilir, ‘kullanıma uygun hale getirilir’ yâni açıkçası şehrin psikolojisi bozulur.

Şehrimize son yıllarda yaşattırılmak istenen “travmalar”ı bu anlamda üretilmiş laboratuar kaynaklı “şartlı refleksler” bağlamında düşünmek gerekiyor. Sürekli korkular, travmalar, sendromlar yüklenen ve bu hali paranoyaya dönüştürülmek istenen şehrimizin bünyesi böylesine ‘şartlı refleks’leri kabul etmeyecek bir muhtevaya sahip olmasına rağmen, sokulduğu “travmatik dehliz”de zaman zaman kendisini kaybettiği de oluyor. Bu geçici “travmatik hal”e örnek: “Pontus” korkusudur. Sürekli birileri tarafından “işgal edileceği” korkusuyla harmanlanmaya çalışılan şehrimizin bu ‘korku’larla meşgul olamayacak kadar “şahsiyetli bir şehir” olduğunu hatırlaması gerekiyor. Namuslu bir kadının vehim haline gelen tecavüz korkusunun giderek paranoyaya dönüşmesi gibi şehrimizde de “Pontus işgali”nin paranoya haline getirilmek istenmesi bu türden bir travmadır. Travmalara şartlandırılmaya çalışılan bir “medeniyet şehri”nin insanları hayatlarını kâbusa, şehirlerini de kaosa dönüştürmemelidir.

Sadece “Pontus” korkusu değil, son yıllarda başka korku ve travmalar anaforunda ‘test laboratuvarı’ haline getirilmek istenen şehrimiz Trabzon bu travmalarla, bu sendromlarla, bu paranoyalarla meşgul olamayacak kadar ‘sterilize’ bir şehirdir.

Birilerinin “işgal paranoyası”na yakalanmayacak, ‘deri-ilik-kemik-kas-sinir’ refleksine şartlanmayacak, davranış fizyolojisi öğretilemeyecek kadar şahsiyetli bir “medeniyet şehri” iddiasını realiteye dönüştürmeye aday bir şehirdir. Aksini düşünmek, ülkemizin “gettosu” haline getirilmiş ‘şehir artığı’ olmaktır.

Muhalefeti de muvafakati de ‘medeniyet idraki’nden kaynaklanan şehir, ‘şartlı refleks’leri görebilecek, onlara itibar etmeyecek, onları barındırmayacak bir şehirdir.

Cüneyd-i Bağdadi’nin “mihrak şehir”leri tavsif eden ‘büyük söz’ün işaret ettiği anlamda reflekslerden pay almış bir Trabzon, niçin ‘şartlı refleks’lere kapı aralamaması gerektiğine bilen bir şehirdir.

Şehir, “sinir”iyle değil, “sihir”iyle etkileyici olmalıdır.

Son söz: Şehir refleksini “şehir iradesi”ne dönüştürmüş bir şehir… Burada bulunmamızın anlamı bu olmalıdır.

(Günebakış, 1 Eylül 2010)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder