26 Kasım 2012 Pazartesi

"SÖYLEYECEK SÖZÜ OLAN, AYAĞA KALKSIN VE SUSSUN !" -metropolden nekropole kaçış-

Yahya Düzenli
 
Ehl-i irfan der ki: İnsan, “nerede yaşadığının farkında olan” idrak sahibi varlıktır. Bunun aksi ise “nerede yaşadığının farkında olmamak”, yâni idrak sahibi olmamaktır. Peki bu tarif, günümüz şehirlerinde ‘insan’ denilen ve acımasızca depolandığının farkında olmayan varlıkları da kuşatıyor mu?  Cevabı zor bir soru. Daha doğrusu cevabından korkulan ontolojik bir soru.
 
Büyük şair Fuzulî’yi hatırlıyoruz: “Gördüm ki sualime cevaptan başka nesne vermezler!”
 
Cevap vermek için cevap… Kendinden kaçmak için cevap… Kendi acısını duymamak için cevap…
 
Modern zaman şehirleri/metropolleri insanı işte böylesine, hem ‘nerede yaşadığı’ sorusunu soramayacak, hem de cevabını veremeyecek bir ‘idrak kaybı’na uğrattı. İnsan şehrini yok etti, şehir de insanını.
 
Şehrimiz Trabzon da bu anlamda, belki de tarihinin önemli dönüşümlerinden birinin daha kapısını aralıyor.
 
İmparator ve konsülün kendisine bahşettiği ünvanla şehrimize artık ‘metropol’ yâni büyükşehir ünvanı verildi (!) Yaşasın İmparator, Yaşasın Senato ve Yüce Konsüller!
 
Latince ve eski Yunanca’da metropol ‘büyük şehir’, nekropol ‘ölüler şehri’ demek.
 
Şehrimizi “hormonal büyütme” ile metropol yaptılar. Bakalım bu hormonal büyütme ile yeni bir bünye kazanan yaratık nasıl kontrol edilecek, nasıl yönlendirilecek?
 
Endişemiz odur ki, bu yeni yaratık kendisini icat edenlerin hiç de hesap edemeyecekleri bir bünye patlamasıyla/ifrazatlarıyla şehrin (tabii kalmışsa) tarihî dokusuna, iklimine, topoğrafyasına, karakterine ve  şahsiyetine karşı savaş açacak!
 
Nereden mi biliyoruz! Metropol statüsü kazandırılan diğer şehirlerimizin sorunlar bataklığına dönen hallerini gördükçe bu tesbitimizin kehanet değil, aksine bir realite olduğunu söyleyebiliyoruz.
 
Büyü şehrim büyü! Metropol sana dar gelir,  öyle büyü ki ‘nekropol’ statüsü kazanasın! Nekropol, yâni “ölüler şehri”.
 
Hierapolis antik kentindeki nekropolü dolaşırken gözümün önüne şehrimiz geldi. Nekropolde dört bir yanımı saran lâhitler ve taş mezarlar zihnimde, kendi şehrimize yaklaşırken gördüğüm şehir siluetiyle aynı çağrışımlara sebep oldu. Aslında modern zaman şehirlerinin tamamı için bu genellemeyi yapabiliriz.
 
Modern zamanlarda, bunalan insanın iç huzursuzluğunun mekânlara dökülmüş hali olan kaotik şehirlerin çürüyen, çözülen, can çekişen hali; acının verdiği şuursuzlukla intihara ve bir an önce nekropole dönüşmenin telâşını yansıtıyor gibidir.
 
Gezdiğim nekropol adeta “şehirlerinizin benden ne farkı kaldı?” der gibiydi.
 
Doğrusu, metropollerin nekropollerden pek de farkı kalmadı!
 
Birisinde ölüler depolanmışken, diğerinde canlılar depolanıyor. Şehir yöneticileri de depoculukla meşgul, yâni nekropoldeki ölüleri sayıyor.
 
Nekropoller daha estetik, coğrafyasına ihanet etmemiş ve zamana karşı dayanma savaşı veren halleriyle metropollerimizle alay eden bir ihtişamla bakıyor; sessiz ve huzurlu.  Metropollerimiz ise gürültülü ve huzursuz.
 
Bu gidişle metropol insanı kendisini çığlıklar içerisinde nekropole atacak gibi!
 
Büyükşehirle/metropolle beraber gelecek büyük yıkımlardan kaçışın tek adresi artık nekropol!
 
Varoluş nedenini kaybetmiş insan ve varoluş nedeni kaybettirilmiş şehir! Senin için en güvenli, sığınılacak tek bir yer kaldı: Nekropol!
 
Korkarız ki metropol insanına nekropole sığınma hakkı da vermeyecekler!
 
Sevinmeyelim, hep birlikte ağlayalım şehrimizin metropol olmasına!
 
Ah Trabzon! Yaşayacağın travmaları daha da dehşetli hale getirmek ve daha ‘büyük’lerini eklemek için kent seçkinleri, kent konsülü, kent soyluları, kent müteahhitleri, iş makinaları, AVM’ler, Residance’lar iştahla bekliyor!
 
Kral Kraus kitabın ortasından söylenecek olanı söylemiş: “Söyleyecek sözü olan, ayağa kalkıp sussun!”
 
  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder