duzenliyahya@gmail.com
Geçtiğimiz hafta “Lazistan
Mebusu Ziya Hurşit, çarpıtılan tarih ve bir skandal!” başlığıyla I.
Meclis’te Lazistan (Rize) milletvekili olan ve 17 Haziran 1926 tarihinde
İzmir’e gelecek olan Mustafa Kemal’e suikast suçlamasıyla tutuklanıp idam
edilen Ziya Hurşit’i konu edinmiştik. Bu yazımızda da Ziya Hurşit’e devam
ediyoruz.
Rize Atatürk Evi’nin duvarında I. Mecliste Lazistan Mebusu Dr. Abidin Beyin fotoğrafının altına yanlışlıkla ismi yazılan ‘Ziya Hurşit’in ismi Rize MHP İl Başkanı’nın vaveylacı işgüzarlığı ve Rize Valiliğinin hamaset ve ‘yüksek görev bilinci’yle kaldırılıyor ve bu “Atatürk Düşmanı” mebustan Rize kurtuluyor (!)
Üstad Necip Fazıl’ın “Bülbüllere
emir var: Lisan öğren vakvaktan. Bahset tarih, balığın tırmandığı kavaktan!”
mısraları, tarihin nasıl tersyüz edildiği,
egemenlerce yazılan tarih kitaplarında hainlerin kahraman kahramanların
ise nasıl hain olarak pazarlandığına vurgu yapar. Mustafa Kemal’e yönelik
organize edilen ve önceden ihbar edilen İzmir Suikasti de böylesine bir tarih
saptırmasıyla bugüne kadar kullanılan bir propaganda malzemesidir. Henüz bütünüyle
ortaya çıkarılmamış, üzeri örtülü bir şekilde günümüzün tarihçilerini bekleyen
İzmir Suikasti’nin gerçek yüzüyle aydınlatılması yakın tarihin birçok karanlık
noktasını da ortaya çıkaracaktır. Sadece Üstad Necip Fazıl’ın Menemen, Şeyh
Said hadisesi gibi İzmir Suikasti’nin de yeni cumhuriyetin kök salması için
organize edilmiş “büyük tertip”lerden birisi olduğuna dikkat çeken 1 Aralık
1950 tarihli Büyük Doğu’da Dedektif X Bir imzasıyla “Zulüm” başlıklı yazısındaki
şu tespiti hem İzmir Suikasti hem de erken cumhuriyet dönemi sözkonusu olaylarının
gerçek sebebini anlamada anahtar cümledir:
“Mürettep
İzmir Suikastı yüzünden asılanlar, rejim Şefinin esrarını ve içyüzünü
bildikleri için, vücutları yok edilmesi gereken kimselerdi. Bunun için yok
edildiler.”
I.Büyük Millet Meclisi tutanaklarını inceleyenler,
Ziya Hurşit’in orada yaptığı konuşmalarda nasıl bir muhtevaya, cesarete,
gözükaralığa ve muhalif bilince sahip olduğunu görürler. Onun II. Grup diye
anılan ve başını Ali Şükrü Bey’in çektiği muhalefet cephesine mensup olması onu
ülkenin o günkü ağır şartları göz önüne alındığında iktidar sahiplerince
‘tahammülü imkansız’ şahsiyetlerden birisi haline getirmiştir.
Ziya Hurşit, Trabzon Mebusu şehid-i muazzez Ali Şükrü
Bey’in 27 Mart 1923’de hunharca bir cinayetle şehid edilmesi üzerine Meclis’te söz
alanlardan ve cenazesini Trabzon’a getiren yakın arkadaşlarından birisiydi.
Görülüyor ki, o sıralarda Misak-ı Milli, Lozan,
Adalar, Musul-Kerkük gibi büyük meselelerde verilen ‘gizli tavizler’e işaret ve
itiraz eden, ayrıcı dönemin siyasi cinayet ve komploları ikinci grup
milletvekillerinin ‘ne pahasına olursa olsun’ susturulmaları iktidarın adeta
tek seçeneği gibidir.
Bu meyanda; Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey, Erzurum
Mebusu Hüseyin Avni Bey, Mersin Mebusu Selahattin Bey, Lazistan (Rize) Mebusu
Ziya Hurşit ‘susturulması gereken’lerin başında geliyordu.
Biz, Mustafa Kemal’in yakın arkadaşlarından,
Milletvekili ve İzmir Suikasti için görevlendirilen İstiklal Mahkemesi üyesi
Kılıç Ali’nin anıları ve idamları gerçekleştiren Cellat Ali’nin hatıralarından
seçtiğimiz kesitlerle Ziya Hurşit’in şahsiyetini ortaya koymaya devam edelim.
İstiklal Mahkemesi üyesi Kılıç Ali İstiklal
Mahkemesi’nin İzmir’e gidişini şöyle anlatıyor: “İstiklal Mahkemesi heyeti olarak İzmir’e varır varmaz olay ve failleri
hakkında yerel ilgililerin başlattıkları soruşturmaya el koyduk….Öteden beri
tasarlanan planla 17 Haziran 1926 günü İzmir’e gelecek olan Gazi’nin öldürülmek
ve sonra da Bakanlar Kurulu kaldırılarak hükümetin devrilmek istendiği açık
olarak ortaya çıktı…”
Kılıç Ali Ziya Hurşit’le ilgili şunları söylüyor: “Ziya Hurşit’e gelince… Ziya Hurşit, Birinci
Meclis’te Rize Milletvekiliydi. 33 yaşını doldurmadığı halde Ulusal Bağımsızlık
Mücadelesi’nin başlangıcında gösterdiği yararlık nedeniyle Meclis’e girmişti.
Deniz subayıydı. Yakışıklı, atak ve girgin bir gençti. Ancak Ziya Hurşit
maceraperest ruhluydu. Her şeye, her işe itiraz ve muhalefet ederdi… Ziya
Hurşit’in Mustafa Kemal’e eskilere dayanan bir kini vardı. Mustafa Kemal,
Sakarya Savaşını kazanmış, muzaffer bir kumandan olarak Ankara’ya dönmüştü.
Ankara’da muazzam bir tezahüratla karşılanmıştı. Bütün milletvekilleri terasa
çıkmış, Gazi’nin geçişini selamlıyor ve alkışlıyorlardı. Ziya Hurşit, Birinci
Meclis’in ortasına konulmuş bir kara yazı tahtasının üzerine tebeşirle şunları
yazdı:
“Bir
millet putunu kendi yapar, kendi tapar.”
“..Sorgulanması ve yargılanması
sırasında da gerçekten cesur hareket etti. Gerçekleri olduğu gibi söylemekten
çekinmedi…” Kılıç Ali, Ziya Hurşit’in savunmasından bir
bölüm naklediyor:
“… Savcı beyin verilmesini istediği ceza
beni ilgilendirmez. Bu madde bana uygulanamaz. Ben suikastı, yani cürmü
yaptıktan sonra hükümeti devirmek, Meclisi görevden menetmek isteseydim,
ülkeden bir yana ayrılmaz, burada kalırdım. Oysa siz de anladınız, ben Sakız
Adasına kaçacaktım. Özetle, kanun açıktır. Kanunun açıklıkla cezalandırdığı
fiillerden başka hiçbir şekilde ceza verilemez…”
Ziya Hurşit’in cesedi sabah 10.00’a kadar sehpada
teşhir edilir ve sonra Merkez Hastanesi’ne oradan da Kozluca mezarlığına
götürülerek defnedilir.
Bugün mezarı bile belli olmayan bu şahsiyet sahibi
Rize Milletvekilinin kemiklerini bile ne yazık ki Rize bağrına basamıyor.
Fotoğrafına bile tahammül edilemeyen bir şahsiyetin kemiklerine tahammül
edilmesi beklenebilir mi?
Ziya Hurşit’in ağabeyine “şerefime uygun kabir” vasiyetine rağmen Ahmet Faik Günday bile
maalesef Ziya Hurşit’e mezar yaptırmamış/yaptıramamıştır.
Şimdi de Ziya Hurşit’in boynuna ipi geçiren Cellat
Ali’nin Hatıraları’ndan, Ziya Hurşit’in idamı nasıl vakur şekilde karşıladığını
ve kendisini ipe götürenlerle istihza edişini okuyalım:
-‘İdama mahkûm edilenler kimler?” diye
sordu. Kendisiyle birlikte on üç olduğu cevabını alınca hayret eder gibi
konuştu:
-‘Peki, ne oldu onlara?’
-‘Hepsi de asıldılar. Haklarında
hükümler infaz edildi.’ Bu cevap hiç de hoşuna gitmemişti. Başını salladı,
tebessüm ediyordu:
-‘Ben en sonraya kaldım demek?’
-‘Evet’
-‘Desenize bu işte de yine yaya kaldım.
Hey gidi hey! Ölümde bile geç kalıyorum!’
Odada bulunan herkes, bu konuşmalar
karşısında donmuş gibiydiler. Biraz hayret, biraz da şaşkınlıkla; karşılarında
oturmuş bu genç adamın bir idam mahkûmu mu, yoksa bir ziyaretçi mi olduğunu
adeta ayırt edemiyorlardı. Öylesine rahat, öylesine cüretkâr bir konuşma tarzı
vardı. Bir müddet odayı korkunç bir sessizlik kapladı. Kimse konuşmuyordu.
Nihayet:
-‘Bir vasiyetiniz varsa, söyleyin Hurşit
Bey’
Bu söz sükûneti bozdu. Ziya Hurşit de
cevap vermekte gecikmedi:
-‘Var tabii, dedi. Cebimdeki iki yüz
lira ile kardeşim Faik Bey bana bir mezar yaptırsın. Nasıl yaptıracağını o
bilir.’
………..
Açık açık alay ediyordu. Ölüme giderken
bile şen ve neşeli idi.
-‘Ne giysem yakışır efendim, dedi! Bakın
beyaz da yakıştı işte! Vatandaşlarımın huzuruna böyle ak-pak bir kılıkla çıkmak
hiç de fena değil… Yalnız bir eksiğim var, daha doğrusu ben ihmal ettim. Bir
sinek kaydı tıraş olamadım. Buna hayıflanıyorum.’
Cezaevindeki sohbet, formaliteler
tamamlanıncaya kadar devam etti. Çıkarken de latifelerinden vazgeçmedi,
gülücüklerini kimseden esirgemedi. Otomobile, gezintiye gidenlerin rahatlığı
içinde bindi.
-‘Ne güzel bir şey, dedi. Fena bir
salıncak olmasa gerek! Hem oraya asılınca, diğer insanlardan daha yüksekte
olacağım, onlara tepeden bakacağım!’
-“Beni kim asacak?”
-“Ben asacağım Hurşit Bey.”
-“İp nasıl? İyi hazırladın mı? Sakın ben
asılırken düğüm falan olmasın, kopmasın?”
-“Merak etmeyiniz, dedim. Hiçbir şey
olmaz. Müsterih olabilirsiniz.”
-“Teşekkür ederim. İşte bu hoşuma gitti.
Sen işinin ehli bir adama benziyorsun. Doğrusu ben böyle kimseleri takdir
ederim. Çok güzel, fevkalade…”
Aman Allah’ım! Neler konuşuyordu bu
adam? İyi ama işi ne zaman bitireceğiz? Buraya muhabbete gelmedik ki! Ziya
Hurşit telaşımın sebebini anlamıştı:
-“Amma da yaptın ha, dedi. Canım ne
oluyorsun böyle? Nedir bu acelen? Telaşa lüzum yok. Ölecek olan benim, siz değilsiniz ki… Elbette rahat ölmek isterim,
bilerek…”
Sonra tekrar bana döndü, nasihat eder
gibi:
-“Göreyim seni, dedi. Kendini göster,
vazifeni hakkıyle yap ve bana eziyet çektirme.”
-“Sana güveniyor ve inanıyorum, dedi.
Haydi bakalım.”
İnsan asmıyor, sanki muhayyer bir mal
satıyorduk! İyiliğini kötülüğünü münakaşa ediyorduk! Karşımdaki bir müşteri,
ben de malımı beğendirmeye çalışan bir iş adamı pozunda idim. Kısaca ikimiz de
saçmalıyorduk…
Ve nihayet Ziya Hurşit ölmeye karar
vermişti! Asılma iznini vermişti bana; etrafındakilere seslendi:
-“Haydi beyler, dedi. Ahrete gidiyorum. İçinizde oradakilere mektup
göndermek filan isteyen var mı? Varsa haber versin.”
-“Oh, oh! Meğer asılmak ne güzel, ne
eğlenceli şeymiş! Haydi cellad, ipi yavaş yavaş çek artık. Ben gidiyorum ve size
de, benim gibi, böyle ipte can vermediğiniz için acıyorum. Hepiniz de çok
zavallısınız!...”
Ölüme meydan okuyan ve kaprislerinin
kurbanı olan Ziya Hurşit nihayet ölüme kavuşmuş ve akabinde de boynuna şu yafta
yapıştırılmıştı: “Türk vatan ve
namusunu kurtaran aziz Reisicumhurumuz Gazi Hazretlerine suikast icra ve heyeti
vekileyi ıskat ve taklibi hükümet edeceği bir anda derdest edilip bilmuhakeme
cürmiyeti sabit olan ve kanunun elli yedinci maddesinin fıkrasına mahsusen
tevkifen selben idamına karar verilen Lazistan Mebusu Ziya Hurşit.”
Kimileri için son anlarında ‘çıldırmış’ görünse de
ölümü böylesine tebessümle karşılayan Ziya Hurşit’i ne yazık ki hemşehrileri
tebessümle karşılayamıyor. Halâ tarihin saptırmalarla dolu sayfalarının
karartısı altında kendi vekillerine gereken itibarı gösteremiyor!
Üzeri ne kadar örtülürse örtülsün bu haysiyet sahibi
insanların kan ve terlerinin ‘niçin aktığı’ bütün çıplaklığı ve gerçekliğiyle
ortaya çıkacaktır. Aynı davada idam
edilen Trabzon Mebusu eski Adliye Vekili Hafız Mehmed’in çığlığını
hatırlıyoruz: “Zulüm, zulüm, zulüm!
Zulümle yapılan bina pâyidar olmaz!”
Biz diyoruz ki: Ali Şükrü ve Ziya Hurşit Beyler’e
uzanan el ve dil Trabzon’a, Rize’ye tarihe, haysiyete uzanmıştır!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder