27 Ekim 2009 Salı

ŞEHİR NEYİ HİSSETMİYOR ? veya ABDERA'DAN BİR BAŞKA HİKAYE...

Yahya DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com

“Tarihin ne olduğu?” sorusuna verilen cevapları bir genelleme içine sokarsak; eski vak’anüvistlerden modern zamanların tarih felsefecilerine, sıradan insanlardan romancılara, sanatçılara, bilim adamlarına kadar herkes “tekerrürden ibarettir” şablon cümlesinde birleşirler mi dersiniz? “Tekerrür” olmasaydı tarih de olmaz mıydı acaba ? Nasıl bakarsanız öyle ! Bir şehrin yaşadıklarını eğer tarihte başka bir şehrin yaşadıklarında aramak isterseniz, aradığınız veya bulmak istediğiniz cevapları, benzerlikleri pekalâ bulabilirsiniz. Hem trajik hem de ironik bir biçimde. Biz de Wieland’ın 18. yy.’da yazdığı ve Abdera şehri ve halkını anlattığı “Abderalılar” romanında günümüz şehir ve şehir halklarının eğilimleri, tutkuları, yönelimlerine ilişkin berzerlikler bulabiliyor ve “tekerrür”ün gerçekten tarihin ‘olmazsa olmaz’ ana kesiti olduğuna şahit oluyoruz.

Şehrimizin “futbol”a olan bağlamından kopmuş ilgisini, bağımlılığını görünce, zihnimize bir anda üşüşen “Abderalılar”dan özetler yapalım istedik. İstedik ki; antik şehir halkından esintiler taşıyan şehrimize bir de “yarı ironik” biçimde Wieland’ın aynasından bakalım.

C.M. Wieland “Abderalılar” isimli romanında kurgu şehir Abdera halkının alışkanlıklarını, hayat tarzını, eğilimlerini vs. anlatırken, Abdera vatandaşı olan filozofların da önemli mesajlarını aktarır. Şehrin meselelerini, önemsediklerini, önceliklerini gündeme taşır ve bazen trajik, çoğu kez de ironik bir şekilde Abderalılar’ın üzerine gider. Antik çağın meşhur filozoflarından Demokritos, Hipokrates ve Euripides’i konuşturur, onların Abderalılarla olan diyaloglarına yer verir. Geçen yazımızda “Abderalıları nasıl bilirsiniz?” başlığıyla Demokritos ve Eşeğin Gölgesi Davasını özetlemiş ve “kıssadan hisse” çıkarmaya çalışmıştık.

Bu yazımızda da Abderalılarla Hipokrat ilişkisine değinelim ve gene “kıssadan hisse” çıkaralım. Olay, romanın ikinci kitap bölümünün “Hipokrates Abdera’da” kısmında geçer..

Abdera şehir meclisi (senato) şehirle ilgili bir meselenin içinden çıkamaz. O mesele, aslında şehrin temel meselelerinin de üzerinde kendilerini rahatsız edici bir konudur. Meclis Başkanı Thrasyllus “isterseniz Hipokrates’in kendisini bulup fikrini alın!” der. Meselenin çözümü için meşhur hekim Hipokrat’a bir yazı yazılır. Hipokrat yazıyı alır. Abderalılardan bazıları “iyi ama, bu pek Abderaca bir şey değil’ der. Wieland, sözün burasında Abderalıların bir özelliğine de vurgu yapar: “Hipokrates’i böylesine şatafatla karşılamak istemelerinin sebebi, ona duydukları saygı değil, kibirleri ve sadece büyük bir adamın değerini takdir etmesini bilen insanlar olarak görülmek istekleriydi. Hem zaten başka bir vesileyle, onların törenlere bayılan insanlar olduklarını da belirtmemiş miydik?”

Hipokrates’i meselerini çözmek üzere gönderdikleri adamları görünce, “Bunlar bu işi niye böyle esrar havasına sokuyor acaba? Yoksa Abdera meclisi (senatosu) üyelerinin hepsi, duyulması istenmeyen bir hastalığa mı yakalandı?” diye düşünüyordu.

Aslında Hipokrat, uzun süre, kendilerini fikirleriyle rahatsız eden Abdera’lı Demokritos’un delirdiğini ve deliliğini incelemek için çağrılıyordu.

Hipokrat’ı yapacağı işin önemine binaen şaşaalı bir şekilde karşılarlar, yemeğe davet ederler, çeşitli tekliflerde bulunurlar. Hippokrat aldırış etmez. Şehir Meclisi Başkanı Hipokrat’a; “Bu mesele olmasaydı, siz de herhalde bu kadar zahmete girip buraya kadar gelmezdiniz. Bu yüzden herhalde işlerinizi de ihmal etmek zorunda kaldınız, kayıplarınız oldu; konuyla en yakın ilgili kişinin de sizin bu kaybınızı karşılaması en doğru şeydir. Lütfen şu ufak hediyeyi şükranımızın bir ifadesi olarak kabul edin, size teşekkürlerimizi ileride daha kuvvetli delillerle ifadeye de çalışacağız..” der ve Hipokrat’ın eline altın dolu bir kese sıkıştırır. Hipokrat ise Abderalıları şaşkına çeviren bir sükunetle ve ağır ağır “Bu keseyi ne yapmamı istiyorsunuz? Bunu herhalde kâhyanıza verecektiniz. Her zaman böyle dalgın mısınız? Eğer öyleyse hemen hekiminizle konuşun” şeklinde cevap verir.

Uzatmayalım… Hipokrat’la Demokritos karşılaşırlar. Abderalılar onları takip etmeye başlar. Bu iki filozof, birbirlerini tanımadıkları halde son derece samimi dost gibi konuşmaya başlayınca “Abderalılar ve şehir meclis üyeleri Hipokrat’ı niçin davet ettiklerini öylesine unuttular ki, sanki dünyada böyle bir yer ve böyle insanlar mevcut değildi.”

Hipokrat ertesi sabah yukarıdan Abdera şehrine bakar ve dostu Demokritos’a “Abderalılar beni niye davet etmiş, tahmin edebiliyor musun?” diye sorar. Demokritos: “Abderalılar mı davet etmiş seni?” der. “Uzun zamandır bir salgın hastalıktan söz edildiğini duymuştum. Gerçi, bu pek azı hariç, hepsinin çok eski zamanlardan beri tutulduğu irsî bir hastalık, ama…” diye devam eder.

Hipokrat; “Tamam işte bu ! Abderalılar kusurlarının ne olduğunu anladılar mı diyorsun? Ben onları çok iyi tanırım. Hastalıkları da, bunu hissetmemeleri.”

Demokritos; “Ha! Şimdi anladım seni! Seni çağırmaları hastalıkları yüzünden ve bunun farkında değiller. Haydi görelim bunu! Şimdi oldu işte. Bahse girerim, seni çağırmalarının sebebi, Demokritos’a bir sürü ilaç yazasın, ondan kovalarca kan aldırasın ki, o da onlara benzesin diyedir. Öyle değil mi?”

“Sanki her yerde Abderalı yokmuş gibi”.

“Ama Abderalılığın bu derecesi! Affet ama, memleketine senin kadar hoşgörü ile bakamıyorum. Ama sana söz, beni çağırmaları boşuna olmayacak!”

Daha sonra….. Sonra, Demokritos’un ruh ve akıl sağlığını, yâni deliliğini onaylatmak için getirttikleri Hipokrat, raporunu Abdera Şehir meclisine sunar. Oldukça uzun söylevinde;

“Aranızda çok kısa bir zamandır bulunmama rağmen, buradaki müşahadelerim Abderalılar’ın sıhhatinin arzu edildiği gibi olmadığını üzüntüyle tesbit etmeme yetmiş bulunuyor ! Ben buralı değilim, başka yerde oturuyorum ama ben bir hekimim. Yeryüzünde hasta var olduğu sürece vazifem, elimden geldiği kadarını iyileştirmektir. En tehlikeli hastalar, hasta olduklarını bilmeyenlerdir; bana kalırsa, Abdera’daki durum da budur. Hastalık benim sanatımda baş edemeyeceğim kadar derinlerdedir !.... Şehir Meclisi üyelerinin kendi ihtiyaçları dışında başkaları için de akıla ihtiyaçları olduğundan, onlara iki misli verilmeli! Adam başına düşen miktar çok, kabul ediyorum; ama fena yerleşmiş musibetler inatçıdır ve ancak uzun sürede tedavi edilebilirler ….Daha önce söylediğim gibi, Abderalıların hastalığı benim sanatım için pek derinde. Size gerçekten yardım edebilecek bir tek adam biliyorum ve siz onun uygulayacağı tedaviye sabırla ve ses çıkarmadan uymalısınız. Adamın adı Demokritos’tur. Abdera’da doğmuştur, o da hastadır, diye aklınıza bir şey takılmasın ! Tavsiyemi karşılıksız veriyorum diye kulak arkası etmeyin; kendisini sağlam zanneden bir hastaya verdiğim en iyi tavsiyedir bu!” Der, konuşmasını tamamlar ve senatodan ayrılır.

Gelelim bu “kıssa’nın hissesi”ne…

Bir yıl kadar önce bu sütunlarda “Şehirde His İptali” başlığı altında yazdığımız bir yazıda Hz. Mevlâna’nın müthiş bir sözünü aktarmıştık. Diyordu ki: “Sarayda gece, sultanlar uykuda.. Zindanda gece, mahkûmlar uykuda !”. Yâni bütün bir şehir halkının yöneticileriyle birlikte “gaflet”te olduğuna işaret ediyordu ! Üstad Necip Fazıl da, bu bağlamda “his iptali” başlığıyla yazdığı bir yazıda ““Bana korkunç bir hastalık çeşidinden bahsettiler: Vücudumuz, dış tesirlere karşı hiçbir elem duymaz oluyor ve her türlü tenbih imkânının dışına çıkıyor.

Hadise bir İngiliz Lordunda şöyle tezahür etmiş: Ayağını şöminenin ateşine doğru uzatıp dalgın dalgın gazetesini okuyan İngiliz, bir de bakmış ki, ayağını dizlerine kadar alevler sardığı halde hiçbir şeyden haberi yok… Müthiş bir his iptali… Derin komayla bayılmaktan ve hatta ölümden beter…

Acı duymanın bile imtiyaz belirttiği, ilahi, rahmetten bir işaret teşkil ettiği intibak melekesinden mahrumluk… Vaziyetimiz budur!...”

Hipokrat’ın Şehir Meclisi’nde yaptığı konuşmada ve Abderalılarla ilgili hastalığında temel teşhisi de aslında buydu: “En tehlikeli hastalar, hasta olduklarını bilmeyenlerdir… Fena yerleşmiş musibetler inatçıdır ve ancak uzun sürede tedavi edilebilirler…”

Şehrimizde, modern zamanların şehir halkına giydirdiği yaşama biçimlerinin sıkıntılarının deşarj ve moral kaynağı olarak yönelinen futbol ve benzeri “yapay enerji tüketim alanları”, aslında “şehirde yerleşmiş inatçı musibetlerdir” ve bunlardan kurtuluş kısa sürede mümkün görünmemektedir. Kim bunların üzerine giderse, onlar tıpkı Abderalılar’a alışkanlıklarını değiştirmelerini sürekli vurgulayan Demokritos gibidir. Ancak onun “deli” olduğunu tesbit etmesi için çağırdıkları Hipokrat gibi belki bir gün “kendilerinin hastalığının farkında olmadıkları”nı da fark edebilirler ! Ancak şimdilik böyle bir ihtimal mevcut değil.

Modern zamanlarda, alanının dışına taşırılıp tüm alanlara egemen olan ve “kitlelerin afyonu” haline getirilen futbola yöneltilen zihinlerin “his iptali” içinde olduğuna dair bir “kuşatıcı idrak” mevcut olabilirse, şehrimizin geleceği adına ümitli olabiliriz diye düşünürüz. Çünkü insan için, şehir için “futbol sadece futbol değildir !” İnsanları, idrakleri sürükleyen bir yayılıcı etkiye sahip…

Muradımız ve maksadımız; modern çağın ilgi ve olgularını ‘yok saymak’ değil, onları (eski deyimle) “zapt-u rapt”, yâni denetim altına alıcı bir idrak ışığının henüz şehrin ufuklarında belirmemiş olması, şehrimizin geleceği adına endişelendiriyor bizi…

Verdiğimiz antik şehir olay örnekleri ve keskin ifadelerle bir “acaba” merakı uyandırır mı?

Sanmam ama gene de söylemek düşer bize. Ancak bunu yapabiliyoruz.

(Günebakış, 28 Ekim 2009)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder