26 Kasım 2012 Pazartesi

"SÖYLEYECEK SÖZÜ OLAN, AYAĞA KALKSIN VE SUSSUN !" -metropolden nekropole kaçış-

Yahya Düzenli
 
Ehl-i irfan der ki: İnsan, “nerede yaşadığının farkında olan” idrak sahibi varlıktır. Bunun aksi ise “nerede yaşadığının farkında olmamak”, yâni idrak sahibi olmamaktır. Peki bu tarif, günümüz şehirlerinde ‘insan’ denilen ve acımasızca depolandığının farkında olmayan varlıkları da kuşatıyor mu?  Cevabı zor bir soru. Daha doğrusu cevabından korkulan ontolojik bir soru.
 
Büyük şair Fuzulî’yi hatırlıyoruz: “Gördüm ki sualime cevaptan başka nesne vermezler!”
 
Cevap vermek için cevap… Kendinden kaçmak için cevap… Kendi acısını duymamak için cevap…
 
Modern zaman şehirleri/metropolleri insanı işte böylesine, hem ‘nerede yaşadığı’ sorusunu soramayacak, hem de cevabını veremeyecek bir ‘idrak kaybı’na uğrattı. İnsan şehrini yok etti, şehir de insanını.
 
Şehrimiz Trabzon da bu anlamda, belki de tarihinin önemli dönüşümlerinden birinin daha kapısını aralıyor.
 
İmparator ve konsülün kendisine bahşettiği ünvanla şehrimize artık ‘metropol’ yâni büyükşehir ünvanı verildi (!) Yaşasın İmparator, Yaşasın Senato ve Yüce Konsüller!
 
Latince ve eski Yunanca’da metropol ‘büyük şehir’, nekropol ‘ölüler şehri’ demek.
 
Şehrimizi “hormonal büyütme” ile metropol yaptılar. Bakalım bu hormonal büyütme ile yeni bir bünye kazanan yaratık nasıl kontrol edilecek, nasıl yönlendirilecek?
 
Endişemiz odur ki, bu yeni yaratık kendisini icat edenlerin hiç de hesap edemeyecekleri bir bünye patlamasıyla/ifrazatlarıyla şehrin (tabii kalmışsa) tarihî dokusuna, iklimine, topoğrafyasına, karakterine ve  şahsiyetine karşı savaş açacak!
 
Nereden mi biliyoruz! Metropol statüsü kazandırılan diğer şehirlerimizin sorunlar bataklığına dönen hallerini gördükçe bu tesbitimizin kehanet değil, aksine bir realite olduğunu söyleyebiliyoruz.
 
Büyü şehrim büyü! Metropol sana dar gelir,  öyle büyü ki ‘nekropol’ statüsü kazanasın! Nekropol, yâni “ölüler şehri”.
 
Hierapolis antik kentindeki nekropolü dolaşırken gözümün önüne şehrimiz geldi. Nekropolde dört bir yanımı saran lâhitler ve taş mezarlar zihnimde, kendi şehrimize yaklaşırken gördüğüm şehir siluetiyle aynı çağrışımlara sebep oldu. Aslında modern zaman şehirlerinin tamamı için bu genellemeyi yapabiliriz.
 
Modern zamanlarda, bunalan insanın iç huzursuzluğunun mekânlara dökülmüş hali olan kaotik şehirlerin çürüyen, çözülen, can çekişen hali; acının verdiği şuursuzlukla intihara ve bir an önce nekropole dönüşmenin telâşını yansıtıyor gibidir.
 
Gezdiğim nekropol adeta “şehirlerinizin benden ne farkı kaldı?” der gibiydi.
 
Doğrusu, metropollerin nekropollerden pek de farkı kalmadı!
 
Birisinde ölüler depolanmışken, diğerinde canlılar depolanıyor. Şehir yöneticileri de depoculukla meşgul, yâni nekropoldeki ölüleri sayıyor.
 
Nekropoller daha estetik, coğrafyasına ihanet etmemiş ve zamana karşı dayanma savaşı veren halleriyle metropollerimizle alay eden bir ihtişamla bakıyor; sessiz ve huzurlu.  Metropollerimiz ise gürültülü ve huzursuz.
 
Bu gidişle metropol insanı kendisini çığlıklar içerisinde nekropole atacak gibi!
 
Büyükşehirle/metropolle beraber gelecek büyük yıkımlardan kaçışın tek adresi artık nekropol!
 
Varoluş nedenini kaybetmiş insan ve varoluş nedeni kaybettirilmiş şehir! Senin için en güvenli, sığınılacak tek bir yer kaldı: Nekropol!
 
Korkarız ki metropol insanına nekropole sığınma hakkı da vermeyecekler!
 
Sevinmeyelim, hep birlikte ağlayalım şehrimizin metropol olmasına!
 
Ah Trabzon! Yaşayacağın travmaları daha da dehşetli hale getirmek ve daha ‘büyük’lerini eklemek için kent seçkinleri, kent konsülü, kent soyluları, kent müteahhitleri, iş makinaları, AVM’ler, Residance’lar iştahla bekliyor!
 
Kral Kraus kitabın ortasından söylenecek olanı söylemiş: “Söyleyecek sözü olan, ayağa kalkıp sussun!”
 
  

19 Kasım 2012 Pazartesi

TRABZON'DA KÖYLÜ KALMADI (!)


Yahya Düzenli

“Köylülük” ve “Şehirlilik” bir mekân aidiyeti mi ifade eder? Yoksa bir davranış refleksi midir? Veya köylülük bir zihin ve düşünüş biçimi midir?

Kasta göre değişen “köylülük” ve “şehirlilik” kavramları, ülkemizde argoya düşmüş bir şekilde bir tarafı aşağılamak, bir tarafı da itibarlı kılmak için kullanılıyor. “Köylülük” ilkellik, kabalık, görgüsüzlük, gerilik, gelenek, tarım, fakirlik, ufuksuzluk; şehirlilik ise ilerilik, incelik, refah, nezaket, saygı,  fabrika, modernlik, anlamına geliyor. “Köylülük” mefhum-u muhalifinden yola çıkılarak tanımlanan bir kavram. Yâni “şehirli olma”ya nisbet edilerek kullanılıyor.

İnsanlık tarihi, “köylü”lerle “şehirli”lerin mücadelesi olarak izah eden tarihçilerden tutunuz da, ne pahasına olursa olsun ‘köylülükten kurtulma’ya hayatını adamış iktidar sahiplerine kadar köylülükle şehirlilik arasında şekillenip duruyor.

Ülkemizde köylü”lerin şehirleri istilâsı önemli bir toplumsal olay. Hatta sosyologlara sorarsanız şehirlerimizdeki kaosun sebebi, “köylülerin şehirlere akını”. Bu akın cumhuriyet tarihi boyunca bir türlü durdurulamadı. Alınan tedbirler, zorlamalar, baskılar bir türlü köylülerin şehre akınlarını engelleyemedi.

Cumhuriyetin ilk yıllarında Başkent Ankara’ya girişi yasaklanan köylüler, 90 yıl sonra şehri bütünüyle istilâ etmiş durumda.

Ama nihayet köylülükten kurtulamayan ve köylülerin istilasından kaçamayan şehirlerimiz için nihaî ve en etkili çözüm bulundu. Nasıl mı ? Yasayla, mevzuatla “köylülükten kurtuluyoruz” (!)

Şöyle:

Yeni çıkan Büyükşehir Yasasıyla nüfusu 750 bini aşan 13 ilimize daha büyükşehir statüsü kazandırıldı. Bunlar: Aydın, Denizli, Muğla, Tekirdağ, Şanlıurfa, Kahramanmaraş, Balıkesir, Van, Manisa, Hatay, Malatya, Mardin ve şehrimiz Trabzon.  Bunlarla birlikte toplam 29 büyükşehirimiz oldu.

İlginçtir ki,  siyasî iktidar büyükşehir yapmaya karar verdiği iller için formül buluyor. Eğer iktidarın büyükşehir yapmaya “azm ü cezm ü kasd ettiği” ilin “şehirli” nüfusu 750 bine ulaşamıyor ise o ilin metropol sınırını diğer ilin sınırına dayayıp, tüm köylüleri “şehirli nasb ederek” çözüm buluyor.

Yeni Büyükşehir Yasasıyla Türkiye büyük ölçüde “köylülük”ten kurtuluyor. Biraz daha gayret edip eğer tüm illerimizi “Büyükşehir” yapabilirsek, ülkemiz bütünüyle “köylülükten şehirliliğe” geçiş devrimini başarmış olacak. Tıpkı cumhuriyetin 10. Yıl Marşı’nda “On yılda on beş milyon genç yarattık” dedikleri gibi, mevcut iktidar da “On yılda ….. büyükşehir yarattık” marşını besteletmeye hak kazanmış olacak (!)

Hatta uğruna bir de “Büyükşehir Bayramı” ve resmî tatil ilan ederiz olup biter.

Sizin anlayacağınız “mevzuatla” köylülükten şehirliliğe geçiyoruz.

En önemlisi de yeni “Büyükşehir Yasası”yla feodalite yıkıldı, yeni bir çağ açıldı (!)

Kendi köyüm olan Çaykara’nın yüksek bir orman köyü de bu kanuna göre doğrudan büyükşehire dahil ediliyor. Sizin anlayacağınız benim köylülerim de yeni düzenlemeyle “otomatik şehirli” oldu (!)

Bu yeni fiili durumda, köyler metropolitan alana alındığı için istatistikler de değişecek.

Vay haline coğrafyamızın !

İklim, topoğrafya, ekolojik denge, biyolojik yapı değişecek…

Bu “şehirli” siyasiler eliyle gerçekleşen bir “köylü devrimi”.

İşin irosine biraz daha girelim:

Yeni Yasaya göre;

·         Artık büyükşehir sınırlarına alınmayan kişiler köylü olarak tanımlanacak. Nüfusa dayalı yeni bir  coğrafi işaretleme sistemi inşa olunacak.
·         Eski Ankara Valisi Nevzat Tandoğan gibi artık “Ulan köylü!” denilemeyecek!
·         Eskiden Ankara Palas’ın önüne sokulmayan köylüler artık İstanbul Kanyon’da bile gezebilecek!
·         “Köylüleri nasıl adam ederiz” diye düşünen iktidar sahipleri artık “şehirlileri nasıl adam ederiz” diye düşünecek!
·         Anadolu’daki ziraat odalarının duvarlarındaki “Köylü milletin efendisidir” levhaları indirilip, yerine “Efendi artık şehirli oldu!” levhaları asılacak.
·         Şair İsmet Özel’den “Köylüleri niçin öldürmeliyiz” mısraını değiştirmesi veya bu konuda yeni bir şiir yazması istenecek!

Daha neler mi olacak?

·         Evimiz değişecek, odalarımız, eşyalarımız değişecek.
·         Kerpiç betona saygı duyacak!
·         Tarlalar plazaların yollarını gözleyecek!
·         Köylerimizde rezidanslar yükselecek.
·         Çocuklarımıza ilkokulda öğretilen insanlık tarihindeki “yontma taş” ve “cilalı taş” dönemlerine “beton rezidans ve plaza” dönemleri eklenecek!
·         Köylüler artık gökdelenlerin teraslarında yayla yapacak!
·         Köy bakkalları kapanacak, köy AVM’leri açılacak.
·         Köy ihtiyar heyeti artık kariyer peşinde koşacak! 
·         Köy odaları bile artık “turizm belgeli” olacak!
·         Köy evlerinin ahırları otomobil garajına dönüştürülecek!
·         Almanya’dan köyüne Mercedes arabasıyla dönen işçimizin arabasının önüne o güne kadar araba görmemiş köylülerimiz artık ot, saman değil, tablet bilgisayar, iphone koyacak.
·         Herhalde inekler de artık süt yerine ‘enerji içeceği’ verecek !
·         40 yıldır bedava içtiğimiz suyu artık köy AVM’sinden pet şişelerde satın alacağız!
·         Herhalde bu yasadan sonra Türk köylüsünün en büyük hayallerinden birisi “köye metro” gelmesi olacak! Ayrıca köyümüze (yani eski köyümüze) “Havaalanı istiyoruz” talepleri yükselecek.

Türkiye bu Büyükşehir Yasası ile “binyılların devrimi”ne imza attı.  Aslında insanlık tarihinin başaramadığı on bin yıllık “köylülüğün ortadan kaldırılması” sürecini bir yasa ile bitirmiş oldu. Tanzimat’tan bu yana bir türlü gerçekleştirilemeyen bir devrim yapıldı.

İşte kalemin ve parmağın gücü bu !

Ne mutlu bize ki, Tanzimat’tan bu yana kellelerin bile verildiği modernleşme macerasını bugünkü idarecilerimizin kalem oynatmaları ve meclisteki kalkan eller sayesinde emin bir limana ulaştırmış bulunuyoruz. Gerçek “Tanzimat” bu! Tanzimat yâni tanzim edilme, istif edilme, yeni bir düzene sokulma…

Yaşasın, feodalite yıkıldı!

Artık yeni Marks’lar, yeni Lenin’ler, yeni Mao’lar çıkıp köylülere nutuk irad edemeyecek ve demokratik devrim için köylüleri harekete geçiremeyecek (!) Yani bir tarihsel ideolojinin tarihsel tabanı ve son artıkları da çöpe atılıyor. İktidarımız ve meclisimiz sayesinde tarihsel tezleri böylece bir kez daha çökmüş oldu.

Artık hepimiz şehirliyiz (!)

Bundan sonra her an karşınıza çıkacak Çaykara’nın Visir köyü yokuşundan aşağı elinde tabletle inen, bu arada Instagram’dan fotoğraf yükleyip Facebook’ta paylaşan 80 yaşında modern köylüler pardon. yeni şehirliler görebilirsiniz…

Biz kaosa dönmüş modern zaman şehirleri nasıl ıslah edilebilir ve nasıl yeniden ihya edilebilir diye düşünürken bir de baktık ki durum tersine döndü.

Bu kez “şehirli”ler köyü istila etmeye başladı.

Köyümüzü kaybetmek istemiyoruz!
Genleri bozulan köyümüze yeni bir ‘genetiği değiştirilmiş şehirli’ statüsü verilmesine isyan ediyoruz (!)

Köyümüzü geri istiyoruz ! Artık bulabilirseniz…

Gelecek on yılların mottosu ile bitirelim: “Ne mutlu köylüyüm diyene” (!)

12 Kasım 2012 Pazartesi

KENTSEL DÖNÜŞÜM VE FANTASTİK BİR ŞEHİR SERÜVENİ…


Yahya Düzenli

Şehirler öncelikle kurucularının, bir bakıma da içinde yaşayan insanların karakterini ifade eder, yansıtır. Nasıl ki, Roma Romalı kibrinin tezahürü ve İstanbul Osmanlı döneminde vakarın tezahürü ise, modern zaman şehirleri de aynı şekilde ait olduğu dünya görüşünün, insan karakterinin coğrafyaya yayılmış ifade biçimleridir.

Bu bağlamda, tarihi roman yazarı Harold Lamb, “Emir Timur” isimli eserinde Semerkand’ı anlatırken “Yine bu şehirde, ahalisinin mağrur ruhunu belirten anıtlar, büyük saraylar vardır.” der.

Tarihte toplumların şahsiyet bulma ve kaybetme dönemlerinde kendilerini bütünüyle ifade eden en önemli tezahür herhalde şehirdir. Örneğin, Osmanlı’nın klâsik dönem şehir ve mimarisine baktığımızda bütünüyle dönemin ihtişamı, vakarı ve ‘kendine ait’ orijinal şehir mekânlarıyla bir şahsiyet söz konusudur. Osmanlı’nın çözülme devrinde de taklit ve yabancılaşmanın tezahürleri ilk önce gene şehir mekanlarında, yapılarda ortaya çıkmıştır. Batı tipi saraylar, kasırlar, evler, resmî binalar vs. giderek şahsiyetini kaybetmeye başlayan toplumun nasıl bir arayış ve tezat içinde çalkalandığını ifade eder.

89 yıllık Cumhuriyet dönemine baktığımızda da şahsiyetsizliğin, kendini bulamamanın, kendinden uzaklaşmanın, tarih ve medeniyet inkârının tezahürünü yine belirgin bir şekilde yine şehir ve mimarîde görüyoruz. Öncelikle Başkent Ankara’da başlayan bu köksüz arayışların sonucu yabancı mimarlara ‘ısmarlanan’ yapılar, şehirlerimizin bünyesinde protez bir organ gibi doku ve kan uyuşmazlığına rağmen ısrarla inşa ettirilmiştir. Batılı şehir hayranlığı öylesine bir tutkuya dönüşmüştür ki, tıpkı batılı bir mimarın ifadesiyle “Modern mimarlık 20. Yüzyılda, var olan kente bir demir yumruk gibi yerleşmişti…”

Bu ‘demir yumruk’ tarihî şehirlerimizde ‘kifayetsiz muhteris’ şehir yöneticilerinin daveti ve maharetiyle şehir mimarimize yerleşerek şehirlerimizi ‘deneme laboratuvarı’na çevirmiş, insanımızı da vereceği tepkiye aldırış edilmeyen kobaylar haline getirmiştir.

Devam eden süreçte, aynı şahsiyetsizlik ve köksüzlük şehirlerimizi bu kez bütünüyle kendilerinden uzaklaştırarak arabeskleştirmiş, yaşama kültürünü değiştirerek insanları sadece ‘sığınma yeri arayan’ canlılara mahsus bir nevi depolara, silolara, hangarlara mahkûm etmiştir.

Güya şehirleşme sorunlarına çözüm getirmek amacıyla hazırlanan imar planları, toplu konut projeleri ve günümüzdeki ‘kentsel dönüşüm’ uygulamaları şehirlerimizi daha derin bir şahsiyetsizlik ve köksüzlüğe itmiştir.

Tüm şehirlerimize yayılan kentsel dönüşümlerin tesirlerinin, tıpkı büyük savaşların sonuçlarının birkaç nesil sonra daha vahim ve şiddetli bir şekilde görülmesi gibi, gelecek nesillerde sendromlarla ortaya çıkacağını düşünüyoruz. Yâni, bugünkü uygulamalarıyla kentsel dönüşüm; zaten katledilmiş şehirlerimizi yeni bir katliama tâbi kılmaktadır. 

Kentsel dönüşüm; betonun kutsandığı, devletin şehirleri ‘imha aracı’na dönüşen TOKİ’si aracılığıyla ‘şu kadar metre küp beton döktük” ve “şu kadar bin metre kare inşaat yaptık’ şeklinde böbürlendiği, kibirlendiği şehir katliamlarını birlikte getirdi.

Kentsel dönüşüm bize ‘Dünyalar Savaşı’ filmini hatırlattı. Sanki başka bir galaksiden yaratıklar şehirlerimizi istilâ etmişçesine, uzaydan yeryüzüne inmiş ahtapotlar gibi, iş makinalarının önüne çıkan her şeye saldıran yaratıklara dönüşmesi…
S.Spielberg’in “Dünyalar savaşı” filminin özeti, şehirlerimizde ‘kentsel dönüşüm’le yaşanan-yaşanacak kaosu anlatmaya yeter sanıyorum: “Ray, iki çocuğuyla beraber hafta sonunu geçirirken gökyüzü birden kararır, fırtına çıkar ve şimşekler çakmaya başlar. 
Gökyüzünde tuhaf şeyler olmaktadır. O güne kadar benzeri görülmemiş şeyler olmaya başlar.
Kısa bir süre sonra evinin yakınındaki kavşakta olağandışı bir şey olur. Toprak aniden yarılır ve yeryüzünün derinliklerinden üç bacaklı çok büyük bir savaş makinesi ortaya çıkar ve önüne çıkan görünürdeki her şeyi yakıp yıkmaya, yok etmeye başlar. Bu olay, uzaylıların dünyaya ilk saldırısıdır. Günlük hayatlarını sürdüren insanlar, o andan itibaren bambaşka yaratıklarla karşı karşıyadırlar ve olağanüstü olaylar başlamıştır.
Filmin kahramanı Ray çocuklarını alır ve bir an önce bu yaratıkların gazabından kurtulmak için oradan uzaklaşmaya çalışır. Başka çareleri yoktur. Uzaylı istilacı yaratıkların elinden kurtulmaya çalışan binlerce insanla beraber vahşi tabiat şartlarıyla mücadele etmeye başlar. Bütün çabası; iki çocuğunun hayatını kurtarabilmektir. Ancak nereye kaçarlarsa kaçsınlar güvenlikli bir yer yoktur. Elindeki tek güç; iradesidir.”
Kentsel dönüşüm bu fantastik filmin adeta hayata geçirilişi gibi. Tek fark; şehirler, insanlar tedricen katlediliyor. Endişeye, yok oluşa yavaş yavaş alıştırılıyor.
Ne yazık ki bu istilâya karşı elimizde karşı çıkacak irademiz de yok.
Şehirden kaçmak mı, şehirde kalmak mı tehlikeli veya daha güvenli?
Şehirlerimizde “kentsel dönüşüm” denilen aslında “rantsal dönüşüm”e tahvil edilmiş olan bu uygulama bana bir olayı daha hatırlattı:

Halk şairlerimizden birisi iki gözü kör bir dostuna rastlar.  Kör dostu “-Bende dünyayı görecek göz kalmadı” deyince Şair, “Üzülme” der, “zaten dünyanın da bakılacak yüzü kalmadı.”
Bir ‘kıyamet alameti’ şeklinde tezahür eden kentsel dönüşüm şehirlerimizin ölümüne vurulan son darbe mi?
Yoksa H. Lamb’ın söylediği “şehir ahalisinin mağrur ruhunu belirten anıtlar” şeklinde iktidar sahiplerinin “MAĞRUR RUHU” şehirlerimizin KATLİ ile mi tezahür ediyor?

9 Kasım 2012 Cuma

"RANTSAL DÖNÜŞÜM" TARİHÎ CAMİLERE Mİ UZANDI? -şehir ve tarih cellâdı zihniyet harekete mi geçiyor? -


Yahya Düzenli

Milat Gazetesi’’nin 7.12.2012 tarihli ana manşeti insanı ürperten türdendi: “Tarihi Kıyım” manşetiyle verilen haber şöyleydi: “ İstanbul’da Fatih Belediyesi hazırladığı yeni şehir planında Sultanahmet’teki tarihi “Üçler Mescidi”nin yerine otel yapılması için izin verdi. Ayrıca 99 cami, 57 tekke ve medrese, 55 çeşme ve hamamın bulunduğu tarihi alanlar imara açılıyor ve yerlerine binalar inşa edilecek.”

Haberi okuyunca inanamadım. Gazetenin Ankara temsilcisi olan dostumuzu aradım.  O da haberi doğruladı ve bu konuda yüzlerce telefon aldıklarını söyledi.

Acaba 1940’ların CHP iktidarı döneminde miyiz?

Hafızamızı yoklayalım: Başbakan Erdoğan’ın bir yıl önceki genel seçimlerde dilinden düşürmediği, özellikle geçtiğimiz seçim döneminde ve diğer bazı konuşmalarında CHP’nin ahıra çevirdiği, sattığı mescitleri dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün ve Bakanlar Kurulu üyelerinin imzası bulunan belgelerle gösteriyordu.

Aradan bir yıl gibi kısa bir süre geçiyor ve bu kez AK PARTİ’li Fatih Belediyesi 2005 yılında hazırladığı plandaki 212 tarihi yapıyı 17.10.2012 tarihinde askıya çıkarıyor. Bu yeni planda ise 212 tarihî eserin kaydını yapmıyor. Bu eserlerin yerini ticarî alan olarak gösteriyor.

Sultanahmet’te İbrahim Paşa Sarayı’nın yanında bulunan “Üçler Mescidi” yerine Fetih Belediyesi Otel yapılması için imar izni veriyor. Bu şu demek: Mescid aslına uygun olarak, ihya edilmesi, restore edilmesi gerekirken yerine otel ve benzeri ticarî mekanlar yapılacak.
Haberden okuduğumuza göre; “Tarihi yarımadada yer alan yapıların üçte biri belediyenin 2012 planında yer almıyor. Son planda 99’u cami olmak üzere 212 tarihi yapı planda yok. Bu plan uygulanırsa tarihi camilerin, tekkelerin, çeşmelerin, hamamların yerini beton yapılar alacak. Tarihi yarımadanın “tarihi” yanı eksik olacak. Gerekli düzenlemelerin yapılması için başvurularda bulunan İstanbul Çevre Kültür ve Tarihi Eserleri Koruma Derneği (İSTED) konunun göz ardı edildiğini belirtti. Tarihi caminin yeniden ihya edilmesi için yetkililere birçok itiraz dilekçesi yazılmasına rağmen, inşaat çalışmaları başlatılıyor.”
Bu bir “AK PARTİ Klasiği mi?” diyecektim ama, hazırlanan plana ilişkin haberi okuyunca bunun bir klasik değil bir KATLİAM olduğunu düşündüm.

Bu kez tarih ve medeniyet şehri İstanbul AK PARTİ’li Belediye tarafından mı katlediliyor? İsmi “Fatih” olan bir belediye “Fatih’in şehri”ndeki tarihî eserleri yok ediyor.

Sormaktan bile ürperiyoruz: Şehir ve mescit katliamları tekrar hortluyor mu?

Bu katliam AK PARTİ’nin CHP tipi bir şehir ve mabed katliamı…

AK PARTİ’nin kentsel dönüşümü bu işte…

Bu zihniyet, olsa olsa CHP küllerinden doğan bir AK PARTİ zihniyeti olabilir.

Bir taraftan Anadolu’daki vakıf eserlerini restore ederken diğer taraftan İstanbul gibi tarihî payitahttaki kadîm eser kalıntılarını ortadan kaldıran bu ZİHNİYETİN CHP zihniyetinden ne far kı var ?

Eğer biraz tarih idrakleri varsa yapılanlar karşısında AK PARTİ’li Fatih ve Büyükşehir Belediyeleri ve ilgililer yaptıklarından hicap duyarlar.
Savunma olarak “Bunlar tarihî eser değil, kalıntı ve harebeler” mi diyecekler? Kimbilir belki de kamuoyu araştırması yaptırmışlardır ve İstanbul halkının “artık tarihî eser ve mescitlere ihtiyacı kalmamıştır”(!) sonucuna ulaşmışlardır.
1940’ların CHP’Sİ’nin yaptıkları…
Yâni tıpkı 1945’lerdeki CHP zihniyeti gibi. İşte size bir örnek: Yıl 1945. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü. Şemsettin Günaltay’ın Başbakanlığında 3297 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı. Aynen yazıyorum: Sivas ilinin Divrik ilçesindeki harap ‘Hacı Recep’ diğer adı Boyalı camii’nin satılması ….Bakanlar Kurulunca 12/11/1945 tarihinde kabul olunmuştur.” 
Bir örnek de Trabzon’dan: Yıl 1940. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü. Refik Saydam’ın Başbakanlığında 13402 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı: “Yapılan tetkikatta tarihi ve mimari kıymeti olmadığı anlaşılan Trabzon’da Molla Mısrî Mescidi’nin satılmasına izin verilmesi… 5 Mayıs 1940 tarihinde kabul olunmuştur..”
1950’lerin DP’sinin yaptıkları…
Gelelim 1950’li yıllara. Yâni Adnan Menderes’in Başbakan olduğu DP iktidarı dönemine. Bu dönemde de İstanbul’da İmar uygulamalarıyla tarihi eserler yok edilmiştir. İşte sadece bir örnek: Yıl 1954. Tarihi eserler kurulu’nun kararı:  “İstanbul Vezneciler’de bulunan Camcı Ali Camii’nin İmar planında yol güzergahına rastladığı ve Belediyece kaldırılarak dosyada mevcut planda gösterilen yerde yeniden inşa edilmek istendiği bildirilmekte ve kaldırılıp kaldırılmayacağı konusunda bir karar verilmesi istenmektedir.” diye soruluyor. Kurul ise şu cevabı veriyor: “Camcı Ali Camii eski eser olmadığından muhafazası lüzumlu bulunmadığına karar verildi.”  1600’lü yıllardan kalma cami için 1954’de “eski eser değildir” hükmü veriliyor.
Bu ve benzeri birçok belge arşivlerimizde duruyor. 
Bugünkü Fatih ve Büyükşehir Belediyesi’nin uygulaması aynen bunların kopyası.  
Cinnet halinde bir Belediye için bu “tarihî emanetler” metruk harabeler sayılır ve satılmasının (bugünkü deyimle imar değişikliğiyle üzerine ticari, vs. binalar yapılması) hiçbir mahzur yoktur. Aksine  “ihtiyaca binaen satılması”(!) gereklidir.
Bugün 1940’lı yılların CHP ceberrutluğu nasıl “lanet ve dehşet”le hatırlanıyorsa, bu planları uygulamaya koyacak AK PARTİ’li Fatih ve Büyükşehir  Belediyesi de herhalde HAYIRLA YEDEDİLMEYECEKTİR!
Tarihi eserlerin değil, gökdelenlerin, plazaların, rezidansların İHTİRAM gördüğü bir ZİHNİYET!
Şehir ve mabed katliamlarının adresi olarak hemen aklınıza CHP gelmesin. Söyledik ya bu bir zihniyet.  İddiası, muhtevası, rengi, dili, siyasî aidiyeti ne olursa olsun, nerede yaşadığının farkında, nelere sebep olduğunun şuurunda,  nelere muhatap olduğunun idrakinde olmayan bir ZİHNİYET bu.

Hatırlayın: Trabzon’da CHP’li Belediye  Başkanı şehir içindeki hayrat çeşmelerdeki besmeleleri söktürürken yoğun tepki veren, karşı çıkan AK PARTİ; bu kez hem de İstanbul’da daha feci bir katliama imza atıyor.
Bu katliama karşı herkes tepki vermeli! Özellikle de Fatih ve İstanbul halkı! Ve de AK PARTİ’ye oy veren herkes.  Belki bu tepkilerle ilgili belediye/ler neye sebep olacaklarını düşünürler ve kararlarından vazgeçerler.
Ne yazık ki “tarih, kültür ve medeniyet” damarları iktidarların eğitim ve kültür politikaları eliyle ısrarla ve taammüden kurutulmaya çalışılan bir halk nasıl tepki verebilir? 10 yıllık AK PARTİ iktidarının terkettiği 2 önemli alan da  Şehir ve Kültür değil midir?
Tarih ve medeniyet idrakinin ne olduğunu anlayamayan şehir yöneticilerine, Belediye Başkanlarına altını çizerek şunu söylüyoruz:
Herhangi bir tarihî eserin küçük bir parçası bile sizi tarihî derinliklere götürür, bir tasavvura ulaştırır. Nasıl ki her türlü objenin çağrışımları, uyaranları farklı ise,  tarihi bir eser karşısında da zihin ve kalp çağrışımlarınız farklıdır. Özellikle de henüz idrak çağında olan çocukların gördüğü tarihî eserler, onların zihinlerine o eserlerin ait olduğu kültür ve medeniyetten izler düşüreceğinin idrakinde iseniz, o eserlerin de idrakindesiniz demektir.  
Batı’da çok değil yüz yıl önceye ait küçük bir tarihi taş  parçası veya herhangi bir arkeolojik kalıntı bile ‘koruma’ya alınırken, İstanbul gibi bir medeniyet şehrinin adeta “tarihî akciğer”leri yok ediliyor. Şehrin tarihi akciğerleri, yâni tarihin nefes alıp verdiği günümüzdeki tarihî yapılar, anıtlar, eserler…
Yapılanlar karşısında kimden imdat isteyelim?
İstanbul’un tarihî silueti bozuluyor diye harekete geçen UNESCO’dan mı?
Yoksa CHP’den mi istimdatta bulunalım?
Ey AK PARTİ’li Fatih Belediyesi!
Ey  Büyükşehir Belediyesi!
Üzerini kazımaya çalıştığınız o tarihî mescid, medrese, tekke, çeşme ve hamamların sizin VARLIK NEDENİNİZ olduğunu hiç düşündünüz mü?
TARİH’i eserleri KATLEDENLERin, bir gün TARİHİN KISAS’ına tabi olacağını unutmayın!
Tarihî eserlerden veya kalıntılarından sökülecek bir taş parçası tarihin bir sayfasını sökmek demektir.
Eyyüb El Ensarî’nin, İstanbul için şehid düşmüş sahabîlerin ve Fatih’in kabirleri önünde işlenen bu cinayetlere kelime bulamıyorum.
Size Tanpınar’ın bir cümlesini  hatırlatalım da belki nasıl bir cinayet işlediğinizi anlarsınız:
“CEDLERİMİZ İNŞA ETMİYOR, İBADET EDİYORLARDI!

Siz ise cedlerinizin İNŞA ettiklerini İMHA ettiğinizin farkında mısınız?

“Kentsel Dönüşüm”ün “rantsal dönüşüm”e tahvili işte böylesine netameli bir sonuç getiriyor.