7 Haziran 2010 Pazartesi

TARİH BİR "İSTATİSTİK BİLİMİ" MİDİR? veya LOWRY'DEN "ERKEN DÖNEM OSMANLI"...

Yahya DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com

Son yıllarda hem içeride hem de dışarıda Osmanlı Tarihini “yeniden” ele alan, değerlendiren ve özellikle de kuruluş dönemini ve klasik dönem olarak ifade edilen XIV-XV. yüzyılları sorgulayan yazarlar, tarihçiler yeni kitaplar yayınlıyor. Yeni bakış açıları, tarih anlayışlarını ortaya koyan bu yayınlarda, batılıların Osmanlıya bakışlarında değişen bir şey yok. Sadece bazı kavramlardan yola çıkarak, bakışlarını bu kavramlarla izah ettiklerini görüyoruz. Özellikle Osmanlı’nın “kuruluş felsefesi”ni yayılmacılık, yağma, yer tutunma gibi maddi gerekçelere dayandırmanın ötesinde bir “yeni anlayış”ı göremiyoruz. Dünyanın önemli bir coğrafyasında en uzun yaşamış devletlerinden birisinin kuruluşunu kendi “anlamlandırdıkları” veriler ve kavramlarla ifadeye çalışmak Osmanlı’nın kuruluş irade ve felsefesine “yeni” bir perspektif getirmiyor.

Bu kitaplardan birisi de Trabzon’lu okur-yazarların, tarihçilerin yakından tanıdıkları Princeton Üniversitesi Öğretim üyesi Osmanlı Tarihçisi Heath W. Lowry. Oldukça üretken ve ciddiliğini sürdüren bir bilim adamı olan Lowry, geçtiğimiz yıllarda yayınlanan Osmanlının Balkanlardaki varlığı ile ilgili iki eserden sonra bu kez “Erken Dönem Osmanlı Devleti’nin Yapısı”yla karşımıza çıkıyor. Lowry, ısrarla belgelerle konuşmayı, ele aldığı belgelere yeni yorumlar getirmeyi sürdüren bir tarihçi. İlk baskısı 1981’de yayınlanan ve halen baskıları süren “Trabzon Şehrinin İslamlaşması ve Türkleşmesi” isimli temel kitabında da Trabzon’la ilgili belgeleri “farklı” bakışla yorumlamıştı.

Bugünkü tarih biliminin göremediği, Batılı tarihçilerin de temel açmazı ve anlayamadıkları şu gerçek, Osmanlı tarihini izaha kalkanları kendi “mevhum”larına mahkûm ediyor. “Osmanlı’nın temel zihniyetini, dünya idrak ve tasarımını anlamadan, yeryüzü tasarımını doğru anlamak mümkün müdür?” Sorulması ve cevap aranması gereken temel soru bu. Bu soruya doğru cevap bulunabilirse, Osmanlı tarihini objektif anlamanın yolu açılabilir. Aksi halde batılı “tarih yargı”larıyla Osmanlı tarihi okunmaya devam edilir.

Bütün ciddiyetine rağmen Lowry de Osmanlı tarihini değerlendirirken, özellikle de XIV. Ve XV. Yüzyıllardaki “Tımar Sistemi”ni ele alırken, Osmanlı’nın büyüme, gelişme ve yayılmasının temelinde “ekonomik” bir zihniyetin olduğunu söyler. Daha doğrusu “ekonomik zihniyet”in belirleyici olduğuna vurgu yapar. Hatta Osmanlı’nın egemen olduğu coğrafyalardaki gayr-i Müslim tebaa’nın niçin Müslüman olmadığı? Sorusuna “Osmanlı bunu bilinçli olarak yaptı. Çünkü gayr-i müslimlere yönelik vergi kaynaklarının azalmasını istemiyordu.” Dedi. Kendisiyle yapılan bir söyleşide “Osmanlıları 600 sene ayakta tutan şey, vergi sistemi ile adalettir “ gibi önemli bir tesbiti de yapmıştı. Gene Lowry, “Osmanlı elinde kılıç, ‘ya Müslüman olacaksın ya keseceğiz’ demiyordu. Yok öyle bir hikaye. Bu uç beyleri, başından itibaren bir sistemle girmişler Balkanlar’a. Evrenos Bey her gittiği yerde su kanalları, kervansaraylar, yollar, köprüler, imarethaneler yaptırmış… Yani, adamların bir elinde kılıç varken, bir yandan da Balkanlar’a küçük küçük Bursa’lar inşa etmişler. Bu çok ciddi bir kuruluş projesi ve karşımıza bambaşka bir erken Osmanlı dönemi çıkarıyor…” diyor. Ancak, Lowry’nin bu tesbitlerini birlikte ele aldığımızda, “vergi sistemi ile adalet”in sadece timar sisteminden kaynaklanan ve ona bağlı bir “ekonomik denge hedefli bir ”“denklem”e indirgendiğine işaret etmek istiyoruz.

Osmanlı’yı inşa ettiği-ait olduğu medeniyet bütününün referanslarından, “ahiret” inancından soyutlayıp, “dünyevileşmiş”, sadece çağın gereği önemli ve ileri tasarımlar olarak ele aldığınızda, ortaya batının veya doğunun kimi imparatorluklarıyla aynı eksende değerlendirilebilecek bir “iskelet” çıkacaktır.

Tarihi, belgelerdeki sadece sayılabilir, ölçülebilir, tartılabilir birtakım “istatistikî” kıymetlerden yola çıkarak okumak, yorumlamak, bunlarla sınırlı ele almak bugünün modern tarih anlayışını oluşturuyor. Gerçeklik bu oluyor. Bu istatistiki kıymetleri ortaya çıkaran kültürel ortamın belirleyiciliği dikkate alınmıyor. Asıl belirleyici olan gözden kaçırılıyor, dikkate alınmıyor. Modern tarih biliminin göremediği, görmek istemediği bu. Bugün, bazı modern tarihçilerce ortaya konan kuramlar, her iki anlayışı yâni, belgeleri maddi verilerle okuma ile o verilerin kaynağı kültürel-toplumsal ortamı birlikte ele almanın gereğine işaret etmektedir. Bunlar arasında Cemal Kafadar’ın kitapları, özellikle de “İki cihan âresinde” isimli kitabı önemlidir.

Belgeleri, istatistikî verileri ait oldukları zihniyet bütününden ayrı değerlendirmek tarihi doğru okumamak, doğru anlamamaktır. Günümüz tarihçilerinin yeni bir yorumla tarih değerlendirmelerini “hakikate uygun” hale getirmeleri gerekiyor.

Konudan fazla uzaklaşmadan Lowry’nin kitabına geliyoruz…

Osmanlı’nın özellikle kuruluş dönemi ve klasik dönemini Wittek gibi tarihçilerin yorumlamakta kullandıkları “gaza” veya “cihad” kavramıyla açıklamasına Lowry, “Din (İslam), bırakın doğmakta olan Osmanlı Devleti’nde itici bir güç olmayı, sık sık pratik sebepler açısından ön plana alınan şeylerin arkasında kalmış gibi görünüyor..” diye itiraz eder. Lowry, Trabzon’la ilgili kitabında da temel tezlerinden olan birisini daha devreye sokuyor: “Tüm bu dönem boyunca Osmanlı insan gücünün esas kaynağı ihtidaydı. İster (köylüler için) nezakete ve iyi muameleye dayanan bir devlet politikası, ister (yerel Bizans aristokrasisi için) fetih ganimetleri paylaşma arzusu ile realpolitik kaygıları tarafından harekete geçirilsin, sayısı giderek artan Bitinyalı (ve sonra Balkan) Hıristiyanları her şeyden önce ganimet paylaşma vaadiyle teşvik edildiler ve Osmanlı sancağına katılmayı seçtiler. Kölelerin azat edilmesi, yavaş yavaş asimilasyon ve kültürler arası evlilik Osmanlı insan gücü temeline dini ve kültürel mühtedilerden oluşan sürekli bir akış sağlayan araçlar haline gelecekti. Sonraki asimilasyon sürecinde ihtida, Türkleştirmenin takip ettiği dilsel ve Osmanlı kültürel asimilasyonundan önce yer almış gibi görünüyor..” Lowry, devamla “Zamanın geçmesi ve art arda gelen mühtedi kuşaklarıyla yerel halk dinen İslamlaştırıldı, dilleri Türkçeleştirildi ve kültürel olarak Osmanlılaştılar..” gibi muğlâk ve tartışılabilir yorumu yapıyor.

Oysa ki, hemen hemen tüm batılı Osmanlı tarihçileri Wittek’in 1938’de ortaya koyduğu temel tezi olan (Lowry’nin cümleleriyle) “Osmanlıların Anadolu’da aynı dönemde varlık göstermiş çok sayıdaki Müslüman beyliğin arasında bir tek onların güçlü bir imparatorluk kurduğu olgusunu açıklayan, onları harekete geçiren güç ‘din’di.. Kuruluş dönemindeki birincil hedefleri gazâ ya da cihaad’tı. “

Lowry’nin Osmanlı’nın gerek kuruluş-erken dönem, gerekse de klasik dönemdeki Osmanlı yayılmasını “köle ve ganimet edinmek” amacına bağlamasını (kendi ifadesiyle) “bütün tarihçilerin Osmanlılar hakkında yazdıklarını, söylediklerini ölçmek lazım. Çünkü ben de bagajsız gelmiyorum. Benim bagajım işte Hıristiyanım, Amerikalıyım, çocukluğum babamın misyoner olmasından dolayı Hindistan’da geçti. Benim söylediklerimi değerlendirirken bunların hepsini göz önünde tutmak lazım. Çünkü ben bunlarla beraberim, bunlarla varım…” izahına bağlamak mı gerekiyor?

Hem ülkemizde hem de batıda özellikle Osmanlı iktisat tarihi üzerinde yoğunlaşan çalışmaların amacı, acaba kendi koydukları“siz de yağmacı, köleci ve ganimetçisiniz” tezlerine inanmak ve sonuçta doğrulamak mı? Doğru okuyup anlaması mümkün iken Lowry’nin Erken Dönem Osmanlı Devletinin Yapısı’na temel teşkil eden 14. yüzyıla ait birkaç belgenin “ruhu”ndan haberdar olmaması mümkün müdür? Yâni bütün bir Osmanlı medeniyet ve kültür zihniyeti’ni “dünyevileştirme” olarak izahı mümkün müdür? Oysa Lowry’nin Osmanlı’nın “İ’lay-ı kelimetullah” için varolduğu ve varlığını devam ettirdiğini bilmemesi mümkün müdür ?

Her ne şekilde okunursa okunsun Wittek’in “gaza” ve “cihad” tezi Lowry’nin “ganimet ve köle” tezinden çok daha inandırıcı, Osmanlı’yı anlamada çok daha isabetli. Wittek’ten yaklaşık 72 yıl sonra Lowry’nin “bagajı mı açılıyor?” veya “bagajından yeni şeyler mi çıkıyor?” diye soruyoruz? Tıpkı Pandora’nın kutusu gibi…

Bir de şöyle soralım: Acaba hayatını Osmanlı tarihi ve Osmanlı okumalarına veren Lowry’nin belgeleri okumada bir tutarsızlığı veya çelişkisi mi var?

Kimbilir belki de (ciddiye alınırsa) Lowry’nin bu tezi yeni tartışmalarla Osmanlı’nın “i’lay-ı kelimetullah” olarak özetlenen zihniyetini daha mı kuvvetlendirecek?

Göreceğiz.

(Günebakış, 9 Haziran 2010)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder